İşçi sınıfı önderleri ellerine silahı sadece onurlu bir direniş için almazlar, sermayeyi yenmek için alırlar asıl. Bunun geçen yüzyıldaki en müthiş örneklerinden biri Fidel’di.

Devlet başkanları neden silaha davranır?

Köşe yazarları içinde Ahmet Hakan kadar tuhaf bir sağcı yoktur sanırım. Bağlı olduğu sermaye adına ideolojik bir müdahale yapmak için bir adım atarken mutlaka gerideki ayağına dönüp tükürür. Böylece sermayenin bir sağduyu filozofu olacağını umar.

Geçen hafta köşe yazısında, 1973 yılında Şili Devlet Başkanı olarak askeri darbe esnasında katledilen Salvador Allende’nin aşağıdaki elde silah fotoğrafını paylaşmış, ABD destekli darbeye karşı onurlu bir direniş gösterdiğini yazmış.

Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’nun elinde silah fotoğrafını verdikten sonra, halkından korkan başkan diye manşet atmış: Halkından tırsıyor!

Allende’nin 1973’te elinde Fidel’in hediyesi olan silah ile öldürülmeden önce son fotoğrafı.

Karşılaştırmalı tarih zor iştir, farklı zaman dilimi ve coğrafyalardaki ülkelerde yaşananları kendi özgünlüğü içinde değerlendireceksiniz, ama özgücülüğe teslim olmadan süreçlerin ortak yönlerini genellemeye çalışacaksınız.

İsterseniz Venezuela’yı da ekleyerek üç ülkede farklı zamanlarda yaşananlara kısa yazının izin verdiği kadar göz atalım.

Şili’deki süreç 1960’ların sonunda hem Venezuela hem de Belarus’tan çok farklı bir siyasi atmosferde gerçekleşmişti.

1960’ların sonunda bütün dünyanın sosyalizme doğru ilerlediğine ilişkin bir iyimserlik dünya halklarına sirayet etmişti ve gerçekten devrimler arkası arkasına geliyordu.

Oysa Belarus’ta 1990’lardan günümüze geçen süreç bir karşı-devrim rüzgarının hâkim olduğu, işçi sınıfı siyasetinin dünya çapında geri çekildiği bir dönemde yaşandı. Lukaşenko ve ekibi karşı-devrimin hızını azaltmaya, sosyalizmin kazanımlarını mümkün olduğu kadar korumaya çalışarak ülkeye yerleşen kapitalizmi dizginlemeyi denedi.

Venezuela’da yaşananlar da dünyada işçi sınıfının çekildiği bir döneme denk geldi. Ancak Chavez önderliğindeki hareket kentlere yığılmış yoksul kitlelere dayanarak Latin Amerika’nın 1800’lü yıllarına ait romantik, bağımsızlıkçı ve halkçı burjuva devrimi geleneğini yeniden kurmaya çalıştı.

Sonuçta üç deneyimin de bütün özgünlüklerine rağmen ortak yanları, burjuvaziye ve insanın insanı sömürmesine bir alan bırakmalarıydı. Her üçü de halkçı ve yurtsever yanlarına rağmen sosyalizmle kapitalizm arasında bir üçüncü yol arayışına dayanıyor ve tarihin kaçınılmaz ilerleyişi karşısında tarihi dondurmaya çalışıyordu.

Ve her üç deneyim de şu veya bu şekilde burjuvaziye yaşam alanı tanıdığı için emperyalizmin desteğiyle bu sınıfın müdahalesi ve komploları ile karşılaştı.

Lukaşenko elinde silah kendi halkına karşı değil, Batı emperyalizminin, dolayısıyla ABD’nin halen patronajını yaptığı bir müdahaleye karşı durmaya çalışıyor.

Ama tarihi durduramazsınız!

Bir üçüncü yol ve işçi sınıfının dışında devrimci olan bir sınıf yok.

Sorun devlet başkanlarının elindeki silah değil, arkalarında hangi sınıfın olduğu.

Şili’de burjuvazi kanlı bir karşı-devrim gerçekleştirdi, Allende elindeki Fidel’in hediye ettiği silahın anlamını kavramadan veya düşünecek fırsat bulamadan öldürüldü.

Venezuela’da Venezuela Komünist Partisi Chavez döneminin kazanımlarını korumak için “gerçekten” sosyalizme ihtiyaç olduğunu söyleyerek örgütleniyor ve iktidar bloğuna karşı tavır geliştiriyor.

Belarus’ta da tarihi dondurmak mümkün olmayacak, sosyalizm için işçi sınıfının örgütlü müdahalesi yoksa tekellerin hâkimiyeti kaçınılmazdır, ister batılı, ister Rus olsun.

Ancak bu yazı böyle bitmesin, çünkü işçi sınıfı önderleri ellerine silahı sadece onurlu bir direniş için almazlar, sermayeyi yenmek için alırlar asıl.

Bunun geçen yüzyıldaki en müthiş örneklerinden biri Fidel’di. Başlangıçta sahip olduğu üçüncü yolcu programı hızla terk etti. Burjuvazisiz ve emekçi sınıfların tepeden tırnağa örgütlü olduğu bir toplumun kurulmasına öncülük etti.

Aşağıdaki fotoğraf çok ünlüdür. ABD ve işbirlikçilerinin 1961’de Küba devrimini ezmek için yaptıkları Domuzlar Körfezi çıkarmasına karşı Fidel bir tankın üzerinde savaşıyor.

Fidel Sovyet yapımı SU-100 tankı üzerinde Domuzlar Körfezi’nde savaşıyor. T-34’ten zırhlı bir top olarak geliştirilen bu tanksavar ile çıkarmaya katılan Houston gemisini 12 Nisan 1961’de vurup denizin dibine yolluyor.

Bu anı sermayeye bağlı hiçbir köşe yazarı anmak istemez, belki gerici adımı meşrulaştırmak için onurlu bir yenilgiyi anarlar ama kendi patronlarının gemisini batıran ve emperyalizmi yenilgiye uğratan iradeyi yok saymayı tercih ederler.