Düzen muhalefeti bozulan psikolojimiz için bir çıkış önermiyor. Önerdikleri ya da ima ettikleri yerde toplumsal akıl sağlığımız açısından düzlüğe çıkış da yer almıyor.

Depresyon, intihar derken Cumhur çukuru, Millet çıkmazı!

Bu hafta siyasetteki başka gündemlerin gölgesinde kaldı ama toplumsal akıl sağlığımızla ilgili iki önemli haber geçti önümüzden. Arka arkaya gelen intihar haberlerinin ardından intihar sayılarının artışı ve anti-depresan ilaç kullanımı yeniden tartışma başlığı oldu. 

Önce “ana muhalefet” partisinin Bilim Platformu tarafından hazırlanan bir rapora dayalı olarak bazı rakamlar paylaşıldı. Sonrasında ise 2020 yılı içindeki anti-depresan ilaç kullanımı ile ilgili sayılar geldi: Milletvekili ve eczacı Gamze Taşçıer Türkiye’de, geçtiğimiz yıl içinde depresyon ilacı kullanımının bir önceki yıla göre yüzde 10 arttığını belirtti. 

Önemli rakamlar, tespitler ve iddialar bunlar. Salgınla birlikte psikiyatrik yakınmaların kaygı, mutsuzluk, iç sıkıntısı, alkol kullanımı biçiminde arttığını sanırım herkes kendi hayatından ve çevresinden gözlemleyebiliyordur. Salgın bir akıl sağlığı salgınına da yol açtı! Ayrıca Türkiye bu salgında yalnız değil. Yani artış, bir tek Türkiye’de değil. Tüm dünyanın dengesi şaşırdı! 

Bu artışı, psikolojik olana dair giderek artan bir ilgi olarak diziler, kitaplar, tartışmalar üzerinden takip etmek de mümkün. Mümkün ama, insanların yaşamak yerine ölümü tercih etmesi, bunun toplumsal halimizle ilişkili olması, anti-depresan ilaç kullanımının artması ayrı bir öneme sahip. 

Salgınla birlikte sosyal alanın daralması, insanların başetmekte güçlük çekecekleri dertlerin artması, ekonominin yol almakta zorluk çekmesi, zaten yüksek olan işsizliğin tırmanması; özellikle hizmet sektörünün, gençlerin etkilenmesi; sermayenin artan kârlardan işçi sınıfına çok az bir payı ayırması ve dönemin herkesi biraz daha iç dünyasına döndürmesi psikolojik sıkıntıları da arttırdı. 

Yani hepimiz etkilendik! Toplumun büyük çoğunluğu olarak hepimiz!

Haliyle de “ana muhalefet” konunun üstüne gidiyor.  

Ama yine de burada, yani muhalefetin psikiyatrik konuları ele alırken sergilediği “küçük” bir düşünce aksaması var.

Onu görmek lazım.

Muhalefetin muhalefetinde aksayan ne?

Toplumsal akıl sağlığımızın gittikçe bozulduğuna dair rakamalar, oranlar “muhalefet” tarafından sık sık dile getiriliyor. Yani intihar sayılarının artışı ve anti-depresan ilaç kullanımının artması gibi…. Dile getirilirken de siyasi iktidar suçlanıyor. Ya da en azından bu artışlardan iktidarın sorumlu olduğu dile getiriliyor, ima ediliyor.

Haklılar mı?

Kesinlikle. Yani ülkenin son 20 yılından sorumlu olan bir iktidarın “artan” intiharlardan, ilaç kullanımından da sorumlu olması gayet “normal”. Zaten bu rakamlar işlerin yolunda gitmediğinin açık birer göstergesi olarak dile getiriliyor. Güzel, ama sayılar neyin göstergesi? İşte orası biraz belirsiz. Burada birkaç küçük sorun var! Bunlara yakından bakalım. 

Psikiyatrik sorun artış iddialarında ne gibi sorunlar var?

Birincisi Türkiye’de intihar artmıyor. Yani 30, hatta 40 yıllık bir grafik ile bakarsak, tamam, evet, 80’ler ile 2000’ler arasında bir fark olduğunu görebiliyoruz. Hatta 2000’li yılların sonunda Türkiye’de intiharın tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktığını da görebiliyoruz. Ama son 5-6 yıldır “ilginç” bir gelişme yaşanıyor: 2015’ten bu yana Türkiye’de intihar oranları 20 yıl öncesine dönmüş durumda. Yani nereden baktığınıza bağlı olarak oranlar “azalmış” da diyebilirsiniz.

Ama “muhalefet” sayılardan bahsediyor. Oranlardan değil!

Muhalefet, genellikle “intihar sayılarının” artışına işaret ediyor. Yani oranlardan (ki bu oranın bilimsel adı kaba intihar hızı) bahsetmiyor. Burada önemli bir ayrıntı var: nüfus da artıyor! İntihar sayılarındaki artış, aslında nüfus artışının gerisinde aklıyor. Öyle olunca, sayılar önceki yıllara göre artsa da aslında oransal olarak değişmiyor, hatta kısmen azalıyor.

Muhalefet buralara pek girmiyor! “3000 olmuş 4000” diyor ve gerisini pek kaile almıyor!

Öte yandan bu sayıların, oranların şöyle bir yanı da var: Bu tür sayılar, oranlar dönemsel olarak, bölgesel olarak ya da yaş grubuna göre “dalgalanma” gösterir. Yani aslında “akıllı bir muhalefet”, tribünlere oynamayan, düzen muhalefeti görevini değil de intiharı, depresyonu gerçekten dert edinen bir muhalefet bu dönemsel, bölgesel, grup içi sayılara, oranlara odaklanır. Bunları elde etmeye çalışır. Bunlar üzerinden yol alır. 

Örneğin genç işsizlerdeki oranları bilmiyoruz. Yani 30 yıl içinde, 20 yıl içinde genç işsiz intihar oranlarının nasıl seyrettiğini bilmiyoruz. Türkiye’de intihar istatistiklerini TÜİK açıklıyor. TÜİK de kayıtlara göre açıklıyor. Yani “ölüm belgesinde” ne yazıyorsa, ne işaretlendiyse o çıkıyor karşımıza. Yani üstünde durulan “ekonomik neden” aslında ekonomik neden olmayabilir. Ya da, daha doğrusu, her neden ekonomiktir! Bunu istatistiklerden çıkaramayız! Sınıfa bakmak gerekir ama o da kayıtlarda yok…

Mesela büyük kentlerde yaşayan, genç, işsiz erkek intiharlarını da bilmiyoruz. Tamam, dikkatimizi çeken bazı özellikle var: Kocaeli, İzmir gibi sanayi havzalarında yoğunlaşan intihar haberleri var. Ama her intihar haber olmuyor ki! Burada da eşitsizlik var. Zaten intiharlar haber olsun da demiyorum. Ama muhalefetin yüzeyselliği, sorunun kapsamının ıskalanmasına da katkıda bulunuyor. Temel itirazım buna.

Muhalefet intiharı bir sistem sorunu olarak değil de iktidar sorunu olarak görüyor. Bunu anlatıyor! Sayılara buradan bakıyor.

Depresyon ilaçlarının kullanımındaki artış nasıl yorumlanmalı?

Burası önemli. Toplumsal aklımızın, işçi sınıfının zihin dünyasının sıkıntılarının arttığına dair bu artış verisi, dolaylı ama sağlam bir gösterge olabilir. Öncelikle şunu belirteyim: depresyon, anksiyete, bunalım, buhran içinde yaşadığımız toplumsal doku ile, içinde nefes alıp verdiğimizi “psikosfer” ile yakından ilişkili. Ama bu psikosfer “saray rejimi” falan değildir. Muhalefet, erişebildiği sayılar üzerinden muhalefet etmeye çalışırken bunu gizliyor bizlerden.

İçinde zihinsel olarak nefes almaya çalıştığımız ve çalışırken de depresyonlara, kaygılara, paniklere kapıldığımız psikosferin üreticisi sermaye düzenidir. Başka bir şey değil!

Şimdi, depresyon ilaçlarındaki artış önemli. Eğer salgının yaşandığı yıl olarak 2020’de, iddia edildiği gibi, anti-depresan ilaçların reçete edilmesinde yüzde 10’a yakın bir artış olduysa bu çok önemli bir gösterge. Birçok açıdan...

İşte salgın önlemlerinin psikolojik yansımaları, sosyal izolasyonun yansımaları, artan işsizliğin yansımaları, yoksulluğun yansımaları olarak. Ama temel olarak üzerimize binen sermaye düzeni açısından önemli bir gösterge.

Yine de bu artış muhalefetine iki temel itirazım, daha doğrusu ihtiyatlı yaklaşma önerim olduğunu da belirteyim.

Ne gibi ihtiyat çağrısı bunlar? 

Şöyle ki: Türkiye’de kapitalizm, henüz toplumu “akıl sağlığı sorunları ve tedavileri” açısından bir plato evresine çıkarmadı. Ne demek bu? Şunu kastediyorum: Evet, psikolojik sorunlar daha fazla görünür hale geliyor, daha fazla duyuluyor, daha fazla ilaç tedavisi (reçete edilen ilaç kutusu sayısı) var ama psikiyatrik sorunlar yaşayanların sadece yarısı “yeterli” yardım alıyor. Yani “buz dağının” sadece ve sadece görünen kısmıyla baş başayız.

Depresyonu olanların, alkol-kaygı sorun yaşayanların yarısı “yardım” bile aramıyor! 

Bu sayılar, ilaç kutularının sayısı ise… Toplumsal düzenimiz değişmedikçe değişmeyecek!

Bilelim ki bu sayılar toplumsal halimizin yarısını, hatta daha azını yansıtıyor. Çünkü araştırmalar bunu gösteriyor: Türkiye’de psikiyatrik yakınması olanların sadece yarısı yardım arıyor. Yani ilaç kutusuna dayalı muhalefet aslında sorunun yarısı demek! Geniş emekçi yığınların çektikleri zihinsel ıstırap için aldıkları yardımın içeriğini ise açmıyorum bile. 

Ayrıca Türkiye, cüssesi ve niteliği ile kıyaslanabileceği diğer ülkelere göre (örn. İtalya, Brezilya, Meksika) psikiyatrik tedaviye başvuru ve “yeterli/uygun” yardım arama, sunma, bulma anlamında olabileceği yerin de yarısında! Yani…

Yani Türkiye’de anti-depresan sayıları artmaya devam edecek. İlaç şirketleri bunu iyi biliyor. Sosyal güvenlik kurumu bunu iyi biliyor. Muhalefet ise bunu bir “iktidar” sorunu olarak görüyor. Cumhur gitse, Millet gelse depresyon da geçecek! Söylenen bu! İşin kötü yanı çoğu kişi de böyle düşünüyor. Konu bu nedenle önemli! Ama önümüzdeki on yılda bu “salgını” yaşamaya devam edeceğiz. Siyasi iktidar değişse bile… 

Toplumsal yaşantımız, toplumsal yaşantımızı üretme biçimimiz değişmedikçe bu iş böyle gidecek. Türkiye’yi depresyon, anksiyete açısından düştüğü Cumhur çukurundan, Millet ittifakı çıkaramaz! Çünkü…   

Düzen muhalefeti ne diyor?

Şimdi, muhalefet tüm sayılara, oranlara işaret ederken ne diyor? Tam anlamıyla bir burjuva sosyolojisi yaklaşımı içindeler. Ellerinde değil! 

Nedir bu yaklaşım? İşte intiharlarla, depresyonla siyasi iktidarın uygulamaları arasında bir ilişki olduğunu söylüyorlar ama iktidar değişince, sorumluluk sahibi insanlar değişince, yetkililer değişince, örneğin “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” dönülünce, “yandaşlara akan para” durunca bunların da değişeceğini düşünüyorlar, öyle anlatıyorlar. Yani bu sistematiğe göre ortada bir sistem sorunu yok! 

Muhalefetin burjuva sosyolojik çözümlemesine göre ortada sorumsuz yöneticiler, kendi çıkarını düşünen siyasetçiler, yalan söyleyen bir iktidar ve yandaş patronlar var. Tamam, bunlar da var ama bunları üreten koca bir düzenek ise sumen altı ediliyor. Hokus pokus!

Yukarıdaki oranlar, sayılar üzerinden yürüyen bu muhalefetin ufkunu da söyleyeyim sizlere: “yandaş” dedikleri şirketlere, o patronlara akan 20-30 milyar doları alıp “topluma” verecekler. Ve işlerin bu küçük kaynak aktarımı ile yoluna gireceğini bekleyecekler. Programları bu! Yani, emekçilerin bu küçük fark ile (kişi başı yıllık 600-700 Amerikan doları) ihya olacağını düşünüyorlar. İma ettikleri ama açık açık anlatmadıkları hikâye bu! Baktıkları yer de burası!

Peki ne olacak? 

Sermaye Türkiye işçi sınıfının sırtından yılda 400 milyar dolar, hatta daha fazlasını kaldırmaya devam edecek. Oraya dokunmayacaklar. Çukur aynı çukur olarak kalacak!

İçinde yaşadığımız zehirli psikosfer bunlarla değişir mi? 

Bu “kaynak aktarımı “ile bir şeyler değişir mi? Eh, kısmen! Ufkunuz bu kadarcıksa neden olmasın! Şu anki iktidarda sadaka sistemi var, onun yerini “sosyal yardım” sistemi alır, olur biter! Bu muhalefetin söyle(me)diği bu!

Ama gökdelenler yükselmeye, lüks otomobiller yolları kaplamaya, Nusret et yüzsüzlüğüne ve genç emekçiler de birbirlerinden habersiz, bunalımlardan bunalımlara gezinmeye devam edecekler.

Bu kadar net mi?

Evet, bu kadar net!

Düzen muhalefeti bozulan psikolojimiz için bir çıkış önermiyor. Önerdikleri ya da ima ettikleri, gönülsüzce işaret ettikleri yerde, yani işte üç-beş patrona akacak geliri regüle etme siyasetinde ise toplumsal akıl sağlığımız açısından düzlüğe çıkış da yer almıyor. Sayıları dile getirenler, sayılar konusundan yanılmasalar da yaşanan süreci içine yerleştirdikleri bağlam konusunda tamamen yanılıyorlar.

Unutmayın…