Koronavirüs sonrası geleceği inşa ederken, sanatın elitist bir ayrıcalığa değil, emeğe ve cesur ifade gücüne dayalı dönemlerine bakmak gerekiyor. Bunun için formül çok açık aslında: Devrime ve malzemenin devrimdeki gücüne inanmak.

Covid-19'dan sonra sanat

Koronavirüs pandemisi küresel ölçüde yaygınlaşmaya devam ederken, daha önce başka bir yazımda belirttiğim korkutucu olay gerçekleşti: Hindistan ya da Latin Amerika ülkeleri gibi sağlık hizmetlerine ulaşımın özellikle perifilerde sıkıntı olduğu ülkeler de pandemi etkisine girmiş durumda. Koronavirüsün başta sağlık olmak üzere eğitim, kültür, ekonomi, hizmet sektörü gibi alanlardaki etkisi gayet büyük oldu. Örneğin restoranlar gibi hizmet sektörünün temel yapıtaşları, küresel ölçekte yok olma tehlikesini yaşadılar ve halen de yaşıyorlar. Ama bu noktada şöyle bir ayrım karşımıza çıkıyor. Hangi sektör olursa olsun büyük bir şöhrete, takipçiye ve gerekli destek fonlarına sahip olan firmalar bu salgının yarattığı fırtınadan sağ çıkabilecekler. Fakat geri kalanlara ne olacak?

Bu nokta bizi sanat dünyasının COVID-19 sürecindeki durumunu düşünmeye sevk edebilir. Temel olarak baktığımızda karşımıza iki temel olasılığın çıktığı görülüyor. Bir yanda belirli holdinglerin kurdukları vakıflar üzerinden desteklenen müzeler ya da müze-tipi kurumlar ve farklı sektörlerde elde ettiği kazancı bu alana aktarabilen sermayedarların sahibi oldukları galeriler, bu ekonomik darboğazdan çıkarak yaşamlarını sürdürebilecekler. Bu kurumların elitist ve belirli bir maddi güce sahip olduklarını ve buna istinaden şöhretli sanatçılarla çalıştıklarını hatırlatmama gerek yok sanırım. Prestije, markaya ve gerekli paraya sahip olarak bu fırtınadan kurtulacaklar. Ama, tüm bu kurumların sanat dünyasının oldukça küçük bir yüzdesini oluşturduklarını da unutmayalım.

Ama bizi ilgilendiren bu değil. Önemli olan, bu yüzdenin dışındaki sanatçılar, inisiyatifler ve kurumlardır. Pandemi sonrası kötücül senaryoların en kötüsünü bile düşünsek, sanat dünyasının bu yüzdesi hâlâ kendi iletişim ağı içinde işlerini sürdürmeye devam ediyor. Geleceğe dair bir projeksiyon bize şunu gösterebilir: Koronavirüs öncesinde olduğu gibi sanat dünyasında var olan statüko devam edecektir, ama sanat dünyasının yukarıda bahsettiğim elitist ortamıyla geri kalanlar arasındaki uçurum daha da derinleşecektir. Başarı, kariyer ve satış oranları gibi ağırlıklı neo-liberal ekonominin tanımlarını içeren ve kullanan aktüel sanat dünyası, hâlâ sanat yaşamının başlarındaki sanatçı adaylarına cazip geliyor, herkes eşit fırsatlarla bu yola çıkamasa da. Bu aşamada ilk yapılması gerekenin “sanatı” böyle bir kısır tanımlamadan kurtartmak olduğunu düşünüyorum.

*** 

Fakat bizim kötümser olmak gibi bir düşüncemiz yok. Aslında gayet iyimser ve geleceğe dair umut içeren bir yönteme sahibiz. Bu elit çevrenin dışında sanat dünyası olarak, sanatı tekrar tanımladığımız anda açık, net ve büyük bir değişim yaratabiliriz. Sanatçılar, akademisyenler, küratörler kısaca sanat emekçileri olarak “sanatın”, “sanat nesnesinin” ve “sanatçının” tanımını tekrar yaptığımızı düşünün. Sanat yapmanın, gerçekten yaratıcı bir biçimde umudu işaret etmek olduğuna dair bir tanımlamayı yapmaktan bahsediyorum: Bir atölye, malzemeler ve düşüncelerinizi ve duygularınızı ifade etme olanağı. Bir an başarı ve kariyer sözcüklerini unutarak, sanat emekçilerinin o elitist alanı unuttuklarını düşündüğünüzde, tam da o noktada “başarıdan” kastettiğimizin çok farklı bir tanımlamasını yapabilir ve sanata dair umut dolu bir başlangıcı kurabiliriz.

Koronavirüs sonrası geleceği inşa ederken, sanatın elitist bir ayrıcalığa değil, emeğe ve cesur ifade gücüne dayalı dönemlerine bakmak gerekiyor. Bunun için formül çok açık aslında: Devrime ve malzemenin devrimdeki gücüne inanmak. Böylece odak noktamızı yaptıklarımız ve yaptıklarımızı ifade edebileceğimiz ortamlar kurmaya çevirmeliyiz. Çünkü, varolan aktüel elitist sanat dünyasının dışında, yeni malzeme olasılıkları, yeni mekanlar ve ilgili hedef kitleye ulaşım konusunda yeni stratejiler çizilmesi gerekiyor. Böyle bir vizyon için her şeyden önce, sanatın temel ontolojik tanımına dönmemiz gerekiyor: “İfade etme gücü”. Bu ifadeyse kurumsal müzeler, ticari galeriler ve halkla ilişkiler firmalarında ve onlarla yapılamaz. Yeni mekanlar tanımlamak, müze ya da galeri olmayan mekanları kullanmak ve elimizdeki malzeme ne olursa olsun onun devrimci gücüne inanmak gerekiyor. Bir kez bu olduktan sonra, dikey formatlı bir başarı öyküsü olarak sanatı değil, kolektif ve örgütlü bir sanatı konuşabiliriz. Böyle olduğunda bitmiş bir işin işçilik kalitesi üzerine dayalı ideolojinin ve piyasanın değil, bir iletişim biçimi olarak sanatın gücünü görebilir ve gösterebiliriz. 

***

22 Aralık 2019’da TKP’nin Bostancı’da düzenlediği “Umuda, Örgütlülüğe, Halkın Şölenine Çağrı” buluşmasında açılan bir pankartın görselini paylaşıyorum sizinle: “Örgütlü Sanat Piyasaya Mahkum Olmaz”. Bu bize bir çıkış noktası oluşturmak adına ilham veriyor. Koronavirüs sonrası için seçilmesi olası iki şık var: Ya ekonomik kazanç getirmek adına sanatçıların ticari galerilere işler üretmeleri ve bunların iyi paralara satılması devam edecek, yani bugüne kadar var olan biçimde sanatı ekonomi ile eşitleyen bir denklemin içinde kalınacak ya da sanatın sadece ekonomi ile hesaplanamayacak bir ifade dili olmasına, iletişim yaratmasına ve motive edici gücüne dayalı bir anlayışı geliştirilecek. Sanat yapıtlarının elbette bir ekonomik karşılığı olacaktır, ama bu birincil dereceden motive edici güç olamaz. Bunun için sanatın örgütlü gücünün sosyalist ülkelerde nasıl işlediğine bakmak yeterlidir. Onlar sanatın salt ekonomik karşılığıyla değil, bir eylem biçimi olarak yapılabildiğinin örneklerini bize gösterdiler. Bu para değişiminin esas olduğu kapitalist ülkelerde asla gerçekleşemeyeceği bir şeydir: Sosyalizm sanatı ve kültürü ileri bir güç olarak konumlandırmaktadır.

***

COVID-19’un yarattığı krizin içinde bir şekilde çalışmaya ve üretmeye devam ediyoruz. Salgın, yüksek oranda bir ekonomik kriz yarattı ve hâlâ malzemelere ve etkinliklere ulaşım oldukça sınırlı bir seviyede seyrediyor. Salgın atlatıldığında da küresel ekonomik krizin devam edeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Her halükarda, sanat emekçileri çalışmaya ve yaşamaya devam edecekler ve yakın gelecekte yaratıcılığın çok daha iyi bir ortamda değerini göreceği bir dünyayı tahayyül etmekteler. Ekonominin toparlanacağı günler gelecektir, ama o gün gelene kadar direnerek sanat üretmeye devam etmek gerekiyor. Koronavirüs kapitalizmin tıkandığı birçok noktayı gösterdiği gibi sanat alanındaki eşitsizlikleri de görünür kıldı. Bu aşamada ise yapılması gereken demokratik ve çoğulcu bir sanat dünyasının hiç de ütopik olmadığını göstermektir.

Koronavirüs insanlık olarak tarihte karşılaştığımız tek pandemi değil. Kara Ölüm, İspanyol Gribi ve AIDS hali hazırda bildiğimiz salgınlar. Öte yandan belirli sürelerle insanlığı felaketlere sürükleyen ekonomik krizleri de bunlara ekleyebiliriz ve sanat her zaman bu dönemlerden ağır bir biçimde yara alarak çıkmıştır. Ama sanat her daim örgütlenerek, bir biçimde sanatçıların alternatif mekanlarda bir araya gelmeleriyle ve daha fazla kolektif oluşturmasıyla bunlara cevap vermeye çalışmıştır. 

Koronavirüs sonrası yeni dünyada hızlı çözümler ve geçici şöhretler arayanlar geçmişte kalacaklardır. Önümüzde uzanan kaçınılmaz ekonomik kriz ortamından ancak örgütlenerek çıkılabilir. Bugünün bakiyesi üzerinden yarının “yeni sanat dünyasını” inşa edebiliriz. Sanat dünyası zaten uzunca bir süredir lojistik, ulaşım ve yeni iş üretiminin maliyetleri konusunda ulusal ve uluslararası bir finansal krizin içindeydi ve bunlardan çıkış yollarını özverili ve kolektif bir biçimde çözmüştü. Süslü sanat fuarlarının bile kullanmaya başladıkları “dayanışma” sözcüğü, sanat emekçileri için yeni bir kavram değil. Yeni sanat, varolan yapının içinden değil, umut, sevgi ve arzuyla yer altından çıkacak. Sanat bir sektör olarak ortaya çıkmamıştı ve virüs de sanatı öldüremeyecek. Biz ise, sanatı yeni baştan kuracağız.