"Çerkes’in daha önce belirleyip saldığı 'salma'nın gayet güzel destelenmiş olarak muhasebeciye teslimi, düşünüyorum da görülmeğe değer olmalı."

Corona ile mücadelede mali kaynak önerisi

Artık mümkün olduğu kadar az çıkmağa çalışıyor. Nasıl çıksın, yok vaka sayısı hasta sayısı uyuşmazlığı; yok vefat sayısının başka kurumlarının verileriyle uyuşmuyor olması, yoğun bakım servislerinin feci durumu, doluluk oranı, yatak sayısı, aşı meselesi … Bir de 65 yaş…Hele de 65 yaş. 

En çok da bu sonuncusuna dair sorular bunaltıyor adamcağızı… Sağlık Bakanı Fahrettin Bey’in içinden geçenleri tahmin etmek hiç de zor değil;  şeytan diyor ki yerleştir çatılara keskin nişancıları, tutuştur ellerine birer dürbünlü, artık ne yapalım kuru, yaş, zaten yoğun bakımlarda durum malum, gözlerine kestirdiklerini indirsinler aşağı… 

Canından bezdi. Gına geldi. O da çıkıp basın toplantısı yapmak yerine mesaj yazıyor. Buna tweet attı deniliyor.

Haberlerden izliyorum “Sağlık Bakanı yine attı” diyorlar. Atılanı okuyorum:  Yapılan test sayısı…Ağır hasta sayısı… Vefat sayısı

Saraydan bağımsız bilim adamlarımızın, tabiplerimizin olması ne kadar iyi. Güçlerinin yettiği kadarıyla anlatıyorlar. Öğreniyoruz. Anladığım kadarını yazıyorum: Bu ölümcül salgından en az hasarla kurtulmasının yolu izole olmaktan geçiyor. “İzole”nin altını çizip berkleştirmek ve daha anlaşılır kılmak için de buna “tam kapanma” diyorlar. Çok sayıda bilim insanı iki hafta ile 4 hafta arasında tam kapanma olmaması halinde salgının önümüzdeki günlerde baş edilemez bir hale geleceğini, sağlık sisteminin tümden çökeceğini ısrarla anlatıp duruyor. Haklarını yemeyelim, sarayın gözetimindeki bilim kurulunun kimi üyelerinin de zaman zaman “resmi” görüşün sınırlarını cesaretle zorladıklarını görüyoruz. Onların da kırık dökük de olsa söyledikleri tam kapanmadır.

Tesettürle karıştırmayalım. Karıştırmayalım da bu kapanma meselesi, İslamik açıdan gayet ciddi bir meselenin açılıp tartışma konusu olmasına vesile olmuştur. O da şudur: Kadere iman. 

Hastalıkların bir kader olduğu ve Allah’tan geldiğine olan inanç… Yenice girdiğim bu meselenin corona ile olan ilgisini merak edebilirsiniz, ilkin yok gibi görülse de gayet ilgilidir, sabrınıza güvenerek devam ediyorum: 

Kadere iman, İmanın altı şartından biridir. Hayır ve şerrin Allahtan geldiğine hiç kuşku duymadan  inanmak   anlamına gelir. Yeni Akit gazetesi, fıkıh doktoru diyor ama mütevazı davranmış, bana göre profesör seviyesinde olan İhsan Şenocak konuya şöyle açıklık getiriyor:

“Allah-u Teala kullarını hastalıklarla imtihan ediyor. Hastalıklar kâfir için ceza, Müslüman içinse rahmet olur. Peygamber efendimiz ‘Veba’ (siz bunu corona olarak okuyabilirsiniz) Müslüman için şehadet vesilesidir buyuruyor. Yani salgın hastalıktan bir Müslüman ölürse şehit olur. Çünkü hastalığın çok bir azabı vardır. Yani kâfire azap olur ve ölür. Müslüman için ise şehadet olur.”

Anlaşıldı. Fahrettin Bey tek tek avlamayı düşündüğü 65 yaş üstünü, iç işlerden sorumlu Süleyman Bey, Cuma namazına topluca sokarak şehadet şerbetini kestirmeden içirtmek istiyor. Yalnızca saat 10.00 ile 13.00 arasında sokağa çıkma izni olan 65 yaş üstüne özel olarak Cuma namazı için izni vermek başka hangi anlama gelir bilemiyorum. Ne diyeyim, iğne deliğinden Bağdat’ı gören Süleyman Bey’in bir bildiği vardır sanırım. Allah müstahakkını versin Süleyman Bey! 

Bilim insanları İhsan ve Süleyman beyler gibi düşünmüyor. Bu beladan en hasarla kurtulmamız için kapanmamızı şiddetle öneriyor. Bilim, kadere boyun eğmeyecek kadar asi, bu iyi ve ön açıcı. Lakin yaptığı öneriler eve kapananların yaşamak için gerekli olan asgari ihtiyaçlarını karşılamada pek zayıf kalıyor. Devletin başının verdiği “ıban” numarası ise kendini bilmezler için alay konusu oluyor. Bir de daha önce çalışanlardan kesilip oluşturulan işsizlik fonundan ödenen simit parası var. Peki, kira, elektrik, doğalgaz, su ve düzenli olarak gelen faturaları ne yapmalı? Üzülerek belirtmeliyim ki çalışanların, bu saydıklarımı tüketmek gibi kötü bir adetleri var.   

Bir de Mahfi Bey var. Mahfi Eğilmez.

Ekonomist. 

Ve şöyle bir şey:

“(…) Bütün bunları göz önüne aldığımızda geriye kalan en doğru çözüm para basmak ve gelir kaybını önleyecek biçimde bu parayı kullanmaktan geçiyor… Basılan bu parayı Hazine, Merkez Bankasından borç alacak, kira, elektrik, doğalgaz, su vb. ödemelerini borçluları adına alacaklı kişi ve kuruluşlara ödeyecek. Adlarına ödeme yaptığı kişileri uzun vadede geri almak üzere faizsiz olarak borçlandıracak.”
  
Benim bu öneriden çıkardığım mânâ, her zaman olduğu gibi yırtılanın kel Hasan’ın şalvarı olduğudur! 

Bir de benim önerim var:

Ben buna Çerkes Ethem Bey’in “salma” usulü adını verdim. İlk elde yasa dışı görülebilir ama içinden geçtiğimiz şu olağanüstü durumda uygulanması halinde iktisadi açıdan gayet rahatlatıcı olacağından kuşku duyulmaması gerekir.

Yasa dışı dedim ama aslında şimdi günümüzde geçerli olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanuna pek benziyor diyerek, yasa içinde kalmaya pek heveskâr kesimleri de sakinleştirebilirim.  

Başlıyorum:

Bizim Çerkes’in “salma” yöntemini düzene sokmak için internette küçük bir gezinti yaptım. 4 Ekim 2020 itibariyle durum şu vaziyettedir: Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı 8 ayda 69 bin 13 artmış milyonerlerin toplam yurt içi ve yurt mevduatı 1 trilyon 850 milyar 99 milyon liraya ulaşmıştır. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı ise, aynı dönemde, 8 ayda, 60 bin 582 artarak 262 bin 602’ye ulaşmış, bu kişilerin toplam mevduatı 1 trilyon 729 milyar 268 milyon liraya yükselmiştir. 

Bu harika bir haber olmalı. Şimdi bize düşen, bu şahısların isimlerini bankalardan temin ederek bunlara mudi diyoruz, Mustafa Kemal Paşa’nın Tekalif-i Milliye emirlerinde zikrettiği oran nispetinde katkı istemek ve bu değerli katkıları corona günlerinde eve kapanan emekçilere dağıtmak olmalıdır. Bu oran yüzde kırk gibi oldukça mütevazı bir oran olmasına karşın kabul etmeliyiz ki epeyce nefes aldırıcıdır. Recep Tayyip Bey’in bir ara iştahla sarılıp sonradan hiç ama hiç ağzına almadığı Teklif-i Milliye emirlerinin dördüncü maddesi budur.

Olmadı. Mudi takımı vermezlendi. Bu durumda Çerkes’in “salma” yöntemi uygulanmalıdır. Bu yöntem tam anlamıyla başarıya odaklıdır. Ve Ethem Bey’in yüzünü asla yere eğdirtmemiştir. Şöyle yapardı:

Üç beş adamıyla daha önce istihbaratını yaptırdığı köye gider ve köyün en zenginin evine kendisini misafir ettirtirdi. Yemekler yenir sıra kahve içmeye geldiğinde; sohbet ağdalanır, Ethem Bey memleketin vaziyetini anlatır, her ne kadar savunma bakanlığı Kuvay-i Milliye'ye tahsisat ayırıyorsa da, durum malum, Ankara zaten kendini beslemekte güçlük çekiyor…Parasızlıktan kırılıyor… “Ee daha ne var ne yok” derdi ağaya Ethem Bey. Ağa hemen ayaklanır, Ethem Bey’in daima yanında gezdirdiği muhasebecini kenara çekip bir miktar parayı eline sıkıştırırdı. Ethem muhasebecisinin yüz ifadesinden mutsuz olduğunu sezinleyince, “daha daha” derdi ağaya, “şanına uygun olsun”… Ağa inada gelince de 6183 sayılı Amme Alacaklarını Tahsili Kanununun “itiraz yolu tıkalı” maddesinin uygulanması için adamlarına ağayı bodruma, ahıra, artık ne varsa kuytu bir yere indirmeleri ve ikna etmeleri için buyruk verirdi. 

İlginçtir. Kısa bir süre sonra az önce inatlaşan ağa gitmiş yerine, biraz solgun ve halsizleşmiş olsa da pek mülayim biri gelmiş olurdu. Çerkes’in daha önce belirleyip saldığı “salma”nın gayet güzel destelenmiş olarak muhasebeciye teslimi, düşünüyorum da görülmeğe değer olmalı.

Özeti tek cümleyle şudur:

Sözü edilen para, yuvarlak rakam 1 trilyon 850 milyar liradır. 

Demokratik davranalım, sabitlenmiş yüzde üzerinden değil, istiflenen üzerinden takdir edilecek bir miktarı gözümüzle görüp aklımızla tartıp salma salalım!

Sonrasına bakarız! 

Bu da benim fikrimdir!