Bizim egemen sınıflarımızın ta altmış küsur yıl önceden halkımıza sundukları çarpıcı vaatlerden biri 'küçük Amerika olmak' idi. Hiç değilse bazı açılardan bu vaatlerin gerçekleştirildiğini teslim etmek, haktanırlığın gereğidir. 'Az zamanda çok iş başardıklarını' söyleyebilirler pekâlâ...

Çarşılaşma

Başlarken, bu yazının Özgür Şen’in dünkü yazısına ek bir ayrıntı olarak aklıma düştüğünü belirtmeliyim.

Başlıktaki sözcükle ilk kez yirmi beş yıldan daha uzun bir süre önce karşılaşmıştım. Daha doğrusu, “malling” biçimindeki İngilizcesiyle demeliyim.. Ancak, şimdi daha farklı bir amaçla dönmüş oluyorum. İngilizcede de eski ya da çok eskiden beri kullanılan bir sözcük olduğunu sanmıyorum bunun. Hatta, karıştırdığım Britanya kökenli birkaç sözlükte değil buradaki türetilmiş fiili, onun ad soylu kökü olan sözcüğü, çarşı anlamındaki “mall” sözcüğünü de bulamadım. Pek yetersiz bir araştırmayla sonuca ulaşmak gibi olmasın da, Amerikan İngilizcesinde uydurulduğu düşünülebilir.

Şimdiki amacımın ya da tetikleyicimin farklılığı ise şuradan geliyor: O sıralar sosyalizmin yeni insan sorunu üzerinde düşünmeye ve yazmaya çalışıyordum. Şimdiyse, başka ne olabilir, elimizi verdik kolumuzu kurtaramıyoruz, elbette virüs salgını bağlamında…

Sosyalizmin yeni insanının doğuşunda, yaratılmasında da diyebiliriz, önemli nesnelliklerden biri olarak emekçilerin boş zamanlarının çoğalması ve insanın bütün yeteneklerinin özgürce geliştirilmesi yönünde kullanımının örgütlenmesi büyük önem taşır. Bir yandan bunun üzerinde dururken, bir yandan da çağdaş kapitalist toplumlarda emeğin üretkenliğinin artmasının sonucu olarak boş zamanların çoğalması ve kullanımının kapitalist düzenin kültürel, ideolojik, siyasal, iktisadi gerekleri doğrultusunda yönetilip yönlendirilmesine ilişkin araştırma bulgularına ulaşıyordum. İşte o sırada bir kitaba rastladım; önce dolaylı olarak, başka bir kaynakta sözü edildiği için, sonra bazı bölümlerini edinerek.

William Kowinski adındaki bir Amerikalının kitabıydı ve Amerika’nın Çarşılaşması adını taşıyordu. ABD’de alışverişin temel bir kültürel etkinlik durumuna geldiği saptaması yapılan kitapta, Amerikalıların oralara haftada ortalama bir kez gitmekte oldukları belirtiliyordu. Bunun, böyle bir veri bulunabilirse, bizdeki ortalama ile karşılaştırılması ilginç olabilir. Ancak, bu ortalamanın düşük olduğu sanılmamalı; çünkü, aynı sıradan Amerikalının kiliseye ya da sinagoga gitme sıklığının bunun altında olduğu vurgulanıyor aynı kaynakta. Yine oradaki bilgiler, Amerikalıların çeşitli alışverişler yaparak o mekânlarda haftada ortalama altı saatlerini geçirdiklerini gösteriyor. Ayrıca, bu sürenin, seksenlerin sonlarında Sovyet alışveriş kuyruklarının dünyaca ün kazandıkları zaman Sovyet yurttaşlarının harcadıklarından bile daha fazla olduğu vurgulanıyor. Bu ek vurgulama, kuşkusuz, dünyanın ilk sosyalist ülkesinin yurttaşlarına yaşatılan perestroyka’nın nasıl bir “şey” olduğunu hatırlamamıza yeni bir vesile yaratıyor ki, münasebetsizliğin bu kadarı da fazla oluyor!

İlginç bir veri daha ekleyelim: Amerikalıların alışveriş yaparak geçirdikleri süre bütün zaman kullanım alanları arasında ikinci sırada yer alıyormuş. Birinci sırada yer alan ise, tahmin edin bakalım, televizyon karşısında geçirilen zamanmış.

Güncel araştırmaların biraz daha farklı sonuçlar vereceği haklı olarak ileri sürülebilir. Ancak, işin temelinde, durmadan tüketen ve alıklaşan bir toplumunun varlığı hiç eksik olmayacaktır.

Her ne kadar 30 yıl önceki durumu yansıtsa da, şaşılacak büyüklüklere ulaşmaları bakımından, birkaç istatistiğe daha bakmak ilginç olabilir: ABD’de 80’li yılların sonunda AVM’lerin sayısı 35 bine yaklaşmış ve böylece ülkedeki toplam lise sayısını geçmiş. Yine o yıllarda  toplam AVM yüzölçümü 30 yıl öncesinin 20 katına ulaşmış. Seksenlerin sonundaki üç dört yıl boyunca her yıl 2 bin yeni merkez açılmış. Bunlardan bazıları bulundukları eyaletin en çok turist çeken yerleri durumuna gelmişler.

Araştırmacı Kowinski geleceğe dönük şöyle bir kestirimde de bulunuyordu: “Bir gün gelecek, belli bir çarşı kompleksinden hiç ayrılmadan dünyaya gelmek, anaokulundan üniversiteye kadar okula gitmek, bir işe girmek, flört etmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak… boşanmak, bir ya da iki kariyer alanında ilerlemek, hastalanıp tedavi görmek, hatta tutuklanmak, yargılanmak ve hapse girmek, kültür ve eğlencesi eksik olmayan bir hayat sürmek ve en sonunda ölmek ve uygun bir cenaze töreni ile gömülmek mümkün olabilecektir; çünkü bütün bu imkânların her biri herhangi bir yerdeki bir alışveriş merkezinde var olacaktır”.

Yukarıdaki öngörüye sadece “gömülme” aşamasını ben ekledim. Herhalde, ileri ve inançlı Amerikan teknolojisi o kadarını da becerebilir!

Buna az çok benzer bir durum hemen hemen bütün “gelişmiş” denilen kapitalist ülkelerde söz konusudur. Ama, bugün de esaslı biçimde değişmediğini sandığım o zamanki verilere göre ABD açık ara lider konumdaydı. Bizim egemen sınıflarımızın ta altmış küsur yıl önceden halkımıza sundukları çarpıcı vaatlerden biri “küçük Amerika olmak” idi. Hiç değilse bazı açılardan bu vaatlerin gerçekleştirildiğini teslim etmek, haktanırlığın gereğidir. “Az zamanda çok iş başardıklarını” söyleyebilirler pekâlâ: Her ne kadar, yukarıda verilen sayıların hâlâ çok gerisinde kalsalar da, nerdeyse sıfırdan yaklaşık beş yüze kadar getirdiler. Ayrıca, bizim nüfusumuz kaç, onlarınki kaç? Sadece haktanır olmak yetmiyor, istatistiklere her yönüyle bakmak gerekiyor!

Özgür’ün yazısındaki bir saptamayla sona yaklaşalım:

Türkiye’de insanların AVM aşkı bir günde oluşmadı. Tüketim toplumuna, betonlaşmaya, piyasacılığa, paranın hakimiyetine karşı çıkılmayınca AVM’ler de toplumun bir kesimi için itiraf edilsin ya da edilmesin bir değer haline geldi. AVM’ler AKP Türkiyesi’nin kutsal sembollerine dönüştü.”

Bu yeni ve “canlardan aziz” kutsalın hak ettiği kalıcılığa ulaşabilmesi ve Amerikalı araştırmacının yukarıda aktardığım “beşikten mezara AVM” öngörüsünün bizimkilerin “küçük Amerika”sında da gerçekleşme şansı bulabilmesi pek kolay görünmüyor. Yine de umutsuzluğa yer yoktur ve mutlaka başka adımlarla tamamlanması gereken ilk hamle, örneğin, şu olabilir: Her AVM’ye bir cami inşa etmek!