Bu düzen yıktıklarının ortasında çürüyor. Bayram halkı bir arada tutar. Bu düzenin kimseyi bir arada tutacak hali kalmadı. Bunların bayramı olmaz!

Bu düzenin ulusal bayramı olmaz

Dün 23 Nisan’dı… Veya benim bu satırları yazdığım zamana bakarsak, bugün 23 Nisan… 

Kurtuluş Savaşını yönetecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23 Nisan, hemen ertesi yıl ulusal bayram haline getirilmiş. Yani yüz yıldır modern Türkiye, Meclisini bayram vesilesi sayıyor. O günle bitişik bir diğer kutlamanın, çocuklar gününün ulusal egemenlikle bütünleştirilmesi, heyecan verici bir fikir ve uygulamadır. Ulusal egemenliğin çocuklarla özdeşleştirilmesi, olayı geçmişin anılması olmaktan çıkartıyor ve geleceğe dönük bir iddiaya dönüştürüyor. Maksat bu muydu, bilemem, ama sonuç muazzam!

Daha doğrusu, muazzam-dı, çıkartıyor-du ve dönüştürüyor-du! Yüz yıl sonra bir Cuma gününün, onu izleyen Cumartesi ve Pazar uygulanacak olan sokağa çıkma yasağının kapsamına alınması gericiliğin geleceğe meydan okumasıdır. 

21 Nisan 2021 tarihli İçişleri Bakanlığı genelgesi bir utanç belgesidir. Anma ve kutlama günlerinin anlamı en zayıf unsuru kesinlikle “çelenk sunma”dır. O kadar halksız, insansız bir kutlamadır ki bu, çelenk devlet büyüklerininki olunca, kendileri bile taşımaz, iki askere taşıttırırlar! Genelge 23 Nisan kutlamasını yüz yıl sonra işte buna indirgiyor. 

Bayramın “aşağıdaki esaslara göre kutlanacağını” duyurduktan sonra meselenin özüne geliveriyoruz: “Çelenk sunma törenleri dışında kişilerin bir araya gelmesine neden olabilecek kutlama programları yapılmayacak.” İnsanlar yani halk yerine devletimiz kolluk araçlarıyla konvoy yapacakmış, havai fişek falan patlatacakmış... Aslında tarikatçıların ve kontracıların havaya ateş açması daha yerinde olurdu. Bu yolla kimsenin 23 Nisan’da ulusal egemenliğe sahip çıkmaktan -ve/veya yalnızca çocukluktan- sokağa çıkmaması kuvvetli bir biçimde ihtar edilmiş olurdu! (Ama o zaman da CHP’li belediyeler sokaklara ses araçlarını salamaz, gerici meydan okumanın üstünü örtemez veya onunla mücadele ediyormuş gibi görünemezlerdi.) 

Yasaklama gerekçesi, virüs bulaşır diye pankart asılmaması kararı kadar saçma. Ama daha cesur, çünkü hastalık bulaşmasına doğrudan bir gönderme yapılmıyor, hatta herhangi bir gerekçe söylenmiyor bile: “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olması dolayısıyla bu hafta sonuna özel sokağa çıkma kısıtlaması 22 Nisan Perşembe günü saat 19.00’da başlayacak.” Bu kadar! Normal, rutin, alışılmış bir uygulamadan söz ediliyor sanki. Başka bir açıklama yok. Demek ki, tatil günlerinde sokağa çıkılmaması kural olmuş. Madem ayın 23’ü resmi tatil, normal olan eve kapanmak! (Ama bugün sokaklarda çocuklar vardı yine de; nasıl kısıtlamanın istisnaları arasında girdiler bilmiyorum, ama çöpleri ayıklıyorlardı!)

Türkiye gericiliğinin anıt ismi Said-i Nursi’nin bir öğrencisi ise herhalde Allah’ın takdiri olarak tam zamanında öldü de, cenazesi bu genelgeden bir gün önce kaldırılabildi. İçişleri Bakanı da izdihamın tam ortasındaydı. Bu sayede ertesi gün imzalayacağı genelgeyi ihlal etmek zorunda kalmadı… 

Ama hayır; Süleyman Soylu 23 Nisan’a meydan okuma ilanının altında kişisel imzasının görünür olmasından hiç de endişe duymuyor. Tam tersine, sokakların kime yasak kime serbest olduğunun bütün açıklığıyla görülmesini arzuluyor olmalı ki, bakanlık Cuma namazı için farklı bir karar aldı. 23 Nisan’ı, pandemiyle bağını kurmadan yasaklayanlara göre, Cuma namazı, en yakın camide kılınması halinde virüsün bulaşmasına neden olmuyor!

Sinirlenmekte haklıyız, ama durum açık. 23 Nisan kendi halinde bir takvim yaprağı değil çünkü. Öncesinde dönemin işgal altındaki başkenti İstanbul’da emperyalistlerin meclisi basıp dağıtmaları var. Sonrasında ise emperyalizmin yenilgiye uğratılması var; hilafetin ve saltanatın kaldırılması var. Dolayısıyla 23 Nisan’ı çelenklere sıkıştırmak, işte bu genişlikte bir meydan okumadır. Bugün Türkiye’nin düzeni saltanatçı, hilafet özentisi, emperyalist hayranı bir güruha teslim edilmiştir ve düzen bunlar tarafından temsil edilmektedir. 

Dün sokağa çıkamayışımızın nedeni budur. Olayın virüsle uzak yakın bir ilintisi yoktur. 

Türkiye solu 23 Nisan’a yüklenmiş bütün değerleri içeren anlamıyla ulusal egemenlikçidir. Biz ulusal egemenlikçiyiz. Cumhuriyetçiler geçmişte kalan önemli bir günün geleceğe taşınması için çocukların minik ellerine güvenmişlerdi. Biz oradan devam ediyoruz.

Meclisin tarihinin en itibarsız dönemine mahkûm edilmesi uzun bir sürecin zorunlu sonucudur. Dikkatle bakarsanız, Ankara’daki TBMM binasının Cumhuriyetin, laikliğin, hukukun, halkçılığın, bağımsızlığın enkazıyla tıka basa dolu olduğunu göreceksiniz. Bu düzen yıktıklarının ortasında çürüyor. Bayram halkı bir arada tutar. Bu düzenin kimseyi bir arada tutacak hali kalmadı. Bunların bayramı olmaz!

Sol 23 Nisan’ı ve temsil ettiği değerleri çürümüşlüğün içinden çıkarıp başka alanlara taşımak için uzun süredir çalışıyor. Onların meydan okumalarına bakın, bir de bizim uğraşımıza. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin çocuk şenliklerinin, Devrimci Fatsa’nın çocuk korolarının her yere yayılmasının önüne hangi genelge geçebilir?