Birileri yine kuzu postuna bürünüyor ve yoksul halkları sömürebilmek, onlara insan hakları götürebilmek için gömüldüğü sanılan silahları yeniden ortaya çıkarıyor.

Britanya İmparatorluğu bilge başbakan Johnson liderliğinde yeniden mi doğuyor?

Halkla ilişkiler negatif anlamlarla yüklü bir bilim dalı. Bir bilim dalının, özellikle sosyal bilimlerde toplumun karartılması ve geriletilmesi çabasıyla kullanılması tartıştığımız olguyu gayri bilimsel yapmaz. Marksistlerin bu negatif bilimler diye sadeleştirebileceğimiz alanlara mesafesini salt bir düşmanlık antagonizması üzerinden kurması yanlıştır. Bu eğilimi yaratan şey sosyal bilimlerin önceki yüzyıllarda diğer pozitif bilimlerce bir bilim dalı olarak görülmemesinde yatmaktadır. Düşmanınızı ya da mücadelede karşıt cephede yer alan insanları ‘casusluk-hainlik’ gibi sıfatlarla aşağılayarak yenemezsiniz; onu tanımak metodolojisini bilmek zorundasınız. Bu yüzden iletişim bilimlerinde eğitim alan çoğunlukla aşağılansa da halkla ilişkiler alanında çalışan genç sosyalistlere güvenmek ve onları çalışmalarında teşvik etmek zorundayız.

Yurt dışına geldiğimde herkes gibi çeşitli önyargılara sahiptim. Bu önyargılar diye nitelendirdiğim düşünsel varsayımlar bütününe ideoloji diyorum. Demek ki pürü pak bir muhalif, uslanmaz bir devrimci olsanız bile yaşamadığınız evrenler hakkında çoğunlukla kapitalist ideolojinin kavramlarıyla düşünme eğilimindeyiz. Bunun çok kitap okuma, en bıçkın devrimci olmakla bir ilgisi yok. Kitle iletişim araçları ve özellikle üniversite kapitalist ideolojinin emek-sermaye çelişkisinin farkında olan akıllara dahi sızmasında oldukça başarılı bir işleve sahiptir. Aydınlanmış bir topluma geldiğimi düşünüyor; insanların birbirine çelme takmak yerine birbirlerinin yeteneklerini geliştirmek için yollarını açtığına inanıyordum. Geldiğim toplumun kapitalist olduğunu bile bile böyle bir yanılgıya nasıl kapıldığıma hâlâ şaşırıyorum. Neyse ki ayılma sürecim uzun sürmedi. Kof nezaketin ardındaki kapitalist bireyciliği görmekte çok geç kalmadım. Birbirinin önünü kesen, kişisel çıkarları uğruna birbirlerinin etlerine diş geçiren canavar insanlara hem de en savunmasız olduğu söylenen grupların içerisinde şahit oldum. Şimdi, gözlük değiştirelim ve orta sınıfa mensup akademik bir gözle bakalım İngiltere’ye…

Downing Sokağı 10 Numara. Başbakanlık konutu sadeliği ve mütevaziliği temsil ediyor. Bilge Başbakan Boris Johnson şimdilik burada ikamet ediyor. Sabah çok erken saatlerde kalkıyor, sütlü çayını kendisi hazırlıyor; gündemi ya da siyasi olayları gözden geçirmiyor. Bu aralar kendisi Kant’ın ‘Saf Aklın Eleştirisi’ kitabını okumakla meşgul. Öğle saatlerine kadar okuyabildiği kadar okuyan bir entelektüel Johnson. Hatta kitaplara öylesine aşık ki sıklıkla kameraların karşısına saçlarını taramadan çıkıyor. Kafası çok karışık ve doğunun diktatör liderliğinden aşırı derece huzursuz. O batı uygarlığını, aydınlanmayı ve gelişmeyi temsil ediyor. Orta sınıfın bu vasat gözlükleriyle İngiltere ne kadar hoş görünüyor. Halkla ilişkiler biliminde çeşitli uygulama alanları vardır. Bu uygulama alanlarından en önemlilerinden biri ‘lobiciliktir’ merak eden olursa açsın okusun. Türkiye’de ve dünyada en güçlü lobilerden biri ‘yurt dışı umut lobisi’. Ortak özellikleri: kendilerini zavallı işçi sınıfının bir mensubu olarak görmemeleri. Onlar hayali güçlere meftunlar…

16 Mart’ta Boris Johnson avam kamarasında kendi doktrinini açıkladı. ‘Rekabetçi bir Çağda Küresel Britanya’ AB’den ayrılan İngiltere kendisini özgür sulara yeniden bırakıyor. Denizaltılar, nükleer başlıklar, 2030 yılında sahaya sürülmesi beklenen 30 bin robot askerle dünyaya demokrasi ve insan hakları ihraç etmeye hazırlanıyorlar. 110 sayfalık bir doktrinden bahsediyoruz. Hükümet, geleceğe ilişkin eylem planını şu şekilde özetliyor: Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya, Güvenlik, Savunma, Kalkınma ve Dış Politikanın Entegre Gözden Geçirilmesi, hükümetin 2025’e kadar planlanan hedeflerinin bir izdüşümü. Cadı kazanları kaynıyor anlayacağınız. 110 sayfalık bu metni hızlıca gözden geçirdim. Çok kültürlü ve çok eğitimli yüce orta sınıfımız belki denk gelir bu yazıyı okur diye dipnotta erişebilmeleri için bir bağlantı vereceğim1. İngiltere küresel politikalarının perspektifi 2030 yılına kadar uzanıyor. ‘A force for good: supporting open societies and defending human rights’ sayfa 47’deki bu başlık oldukça ilginç. Yukarıda ifade ettiğim gibi birileri yine kuzu postuna bürünüyor ve yoksul halkları sömürebilmek, onlara insan hakları götürebilmek için gömüldüğü sanılan silahları yeniden ortaya çıkarıyor2. Boris Johnson, iyilik meleği olarak bir güç pelerini giyiyor, açık toplumun yaratılması ve insan hakları için dağınık saçlarıyla ışık saçıyor.

Orta sınıf her zaman bir efsaneydi. Şimdi, bu efsane bir belaya dönüşmüş gibi görünüyor. Toplumun tüm katmanlarını koyu bir kapitalist ideolojiyle zehirliyor. O merkezdeki güçleri yıkılmaz ve sarsılmaz görüyor. Başarıdır; bu başarıyı görmezden gelerek ilerleme yaratamayız. Yeni düzeni, kapitalist insanı yaratanların bu başarılarını yıkarak inşa edeceğiz. AB yıkılmaz! İngiltere yenilmez! Ezberleriyle kirletiyor orta sınıf zihinleri ve kendi aklınca düşük profilli gördüğü sosyalist-devrimci bir yazara ‘sen hiçbir şey bilmiyorsun’ diye haykırıyor. Akademik jargonla süslüyor kapitalist imanını. Kitabımda spor olsun diye yazmadım; diziler ve filmler kapitalizmin ezeli ve ebedi tek sistem olduğunu bıkmadan usanmadan kitlelere anlatıyor diye. İngiltere 180’e düşürmeyi taahhüt ettiği nükleer başlık sayısını tam tersine 260’a çıkarmayı hedefliyor. İyi canım yıkılmasın, zaten sonunda tüm dünyayı toptan yıkıp atacaklar.

Göçmenlerin sürekli geldikleri toplumu yücelttiği ve ilerlettiği söyleniyor. Tipik bir liberal fantezi. Fantezi olmadan, fetiş olmaz. Yüzlerce yıl önce Amerika’ya göç etmiş olan İrlandalılar, Amerikan toplumunu kültürel olarak derinden etkilemiş olabilir. Buna kimsenin itiraz ettiği yok. Peki, günümüz kültür endüstrisi çağında? Tüm kültürlerin tek bir potada eridiği ve ucubeleştiği bu karanlık çağda göçmenler göç ettikleri topluma ne verebilir? Artı değer verebilir. Bu kadarı yeterli ve daha fazlasına lüzum yok. Ücretli köleliğin yaygınlaştığı, güvencesiz çalışmanın kural haline geldiği bir dünyada göçmenler zenginleşmenin biricik kaynağı gibi görülüyor. Özellikle bizim Türkçe konuşan toplum bu konuda bir alem. Doğuştan gelme bir egoları var. Aziz Nesin’in dediği gibi burun büyüdükçe görüş açısını kapatıyor, neticede ortada sadece kocaman bir burun kalıyor. Gittiğin topluma ne verdin? O toplumdan ne aldın? Aldıkları şeyi ben size söyleyeyim, korkunç bir bireycilik ve kapitalist Avrupa’nın asla yıkılamayacağı fantezisi. Büyük edebiyatçılar ve aydınlar çıkaramıyor göçmenlerle zenginleşen bu toplumlar. BBC izliyor, çıkaramaz. 

‘Türk’ sıfatlı haber kanallarına benziyor BBC. Haşa! Bunu söylemek bizim ne haddimize değil mi? Westminster’a bağlanıyor haber sunucusu. Sabah saatleri. Bağlandıkları kişinin bir sıfatı var ki saymakla bitmiyor. ‘Etkileyici ya hu’ deyip sese abanıyoruz doğal olarak. Adam ne diyecek diye merak ediyoruz. Mesele Kuzey İrlanda! İngiltere’nin AB’den çıkışını öve öve bitiremiyor. İş İrlanda’nın konumuna gelince uzmanımız bir anda yumuşak maskesini çıkarıyor ve masanın sağ yanına atıyor. Dikenli tellerle ve kulelerle örülü bir sınır (Hard Border) yapılmasını öneriyor. Kuzey İrlanda ile Cumhuriyet İrlanda’sı arasında 500 kilometrelik bir duvar örülmesinden bahsediyor. ‘Türk’ sıfatlı haber kanallarımıza çıkan şovenist yorumcularımıza ne çok benziyor değil mi? Şaşkınlığa kapılmıyorum desem yalan olur. ‘Allah allah çözemedik hâlâ şu İngilizceyi sanırım’ diyorum kendi kendime. Uzmanımız devam ediyor, sınırı inşa edebilmek için helikopterlerle komandoların indirilmesinden ve Sinn Fein liderlerinin terörle olan bağından bahsediyor. Anlaşılan o ki inen komandolar armut toplamayacak, Sinn Fein liderlerini tek tek alacak ya da öldürecek. Bugün kuzeyde yaşananlara bakınca bu uzman görünümlü canavarın boş laf etmediğini anlıyoruz. Birileri Kuzey İrlanda’da silahların patlamasını istiyor. Hem de paskalya döneminde bunu yapılıyor. Büyük bir provokasyon, anlaşılan o ki komandoları indirmek için bahane arıyorlar…

Göç ettiği toplumun dünyanın en ileri ve modern toplumu olduğuna iman eden orta sınıf psikopatlığıyla kuşatılmış gibiyiz. Yaşadıkları toplumun (İngiltere/İrlanda) örfleri, adetleri, gelenekleri ve dini inancı yokmuş gibi davranıyorlar. Bu tür gerçeklerle karşılaştıklarında bitmeyen bir hayret nöbetine tutuluyorlar. Tüm batı medyası aylarca Joe Biden’ın ne büyük bir kurtarıcı olduğunu anlatıp durdu. İngiltere Türkiye’den iyidir kafasında yaşayanlar, Biden-Trump’tan iyidir deyip geçti3. Evet, oldukça iyi bir lider Joe Biden. Karadeniz’de dünyayı küresel bir savaşın eşiğine getirmiş durumda. Çok kültürlü orta sınıfımız Netflix ve HBO dizilerine tutsak olmuş durumda. Bu tutsaklığın zincirleri kırılmadan, ışıklı ekranın kapatma (Power) düğmesine basmadan lanetimiz dinebilir mi?

Paskalya ayaklanması 24 Nisan 1916 tarihinde Patrick Pearse ve Tom Clarke öncülüğünde başlatıldı. Paskalya bayramı bu yüzden İrlandalılar için farklı anlamlar taşıyan özel bir evredir. Kuzey’de İngiltere barbarlığına sırtını dayayanlar bunun anlam ve önemini kavrayamazlar. Sürekli çiğnenen İrlanda ulusunun onurunu ve namusunu korumak zorundayız. Göç ettiğiniz yerlerde tutunacak güçlü dallar arıyorsanız kapitalistlerin televizyonlarında ve onların hiçbir işe yaramayan kültüründe aramayın. En güçlü dal İrlandalı sosyalist ve cumhuriyetçilerin tüm dünyaya deklare ettiği Cumhuriyet bildirisinde saklı!4 29 Nisan’da ayaklanma bastırıldı ama Cumhuriyet bir kez ilan edilmişti ve geriye dönmek yoktu! Ayaklanma büyük bir başarıyla sonuçlandı! İrlandalıların kalbine eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin tohumlarını attı. Şimdi, yeniden başladığımız o noktayız. Dublin’deki genel posta idaresine çekildik. İngiltere, Boris Johnson öncülüğünde yeni sömürgeci (kolonyalist) vizyonunu gerçekleştirmek için cüretli adımlar atmaya başlayacak. Onlar yarattıkları ideolojik ablukaya güvenerek bu adımları atıyorlar. Bu ablukayı kırmak ve Harry S. Truman’dan beri dünyayı yönetenlerin bir grup ahmaktan ibaret olduğunu çok bildiğini sanan ve cehaletle kuşatılan kitlelere göstermek zorundayız. Atom bombasının mantarsı bulutu bunu göstermediyse Boris Johnson’un kıyım makineleri bunu insanlığa acı bir biçimde gösterecektir. 

  • 1. Global Britain in a Competitive Age: the Integrated Review of Security, Defence, Development and Foreign Policy’ https://www.gov.uk/government/publications/global-britain-in-a-competit…
  • 2. O silahlar hiç gömülmedi ama ilginçtir bu ülkeler kendilerini buna rağmen barış elçisi gibi pazarlayabiliyor (Y.N.)
  • 3. Elbette ekonomik açıdan çeşitli eşitsizlikler var. Bunun aksini söyleyen yok zaten. Buradaki temel sorun şu: Sarah Everard trajedisinden sonra sokağa dökülen kadınlara polis sert bir biçimde müdahale etmişti. Bazı insanlar ‘bu ne canım demokraside yaşamıyor muyuz? Yoksa Erdoğan Türkiye’sine mi benziyoruz? Diye hayıflandı. Temel problemimiz işte tam olarak da bu. Yani hâlâ merkez emperyalist ülkelerin demokrasi yalanına inanıyor olmak çok ciddi bir ideolojik çarpıklığa işaret ediyor (Y.N).
  • 4. Bunu sadece İrlanda olarak düşünmemek gerekir. Bulunduğunuz coğrafyalardaki destansı direniş hareketlerine odaklanın. İnsanı orada bulabileceğinize emin olabilirsiniz (Y.N).