Birleşik Krallık efsanesi, emperyalist İngiltere’nin milliyetçi yüzünün giderek yükseldiği bir dönemde tüm dünyaya pazarladığı siyasal bir mittir. Bu tarihsel gerçeklikleri kavramadan adada bugün yaşanan siyasi dalgalanmaları doğru bir biçimde yorumlayabilmek imkânsız.

Brexit krizi büyüyor, İngiltere parçalanıyor: İskoçya bağımsızlığını ilan edecek mi? Bölüm I: Birleşik Krallık yalanı

‘Siyasal mitler’ kanlı mücadeleler ve büyük propaganda bütçelerinin yardımıyla kitlelerin kafasına kazınan kelime öbekleri ya da önyargıları olarak özetlenebilir. Bu mitlerin en önemlilerinden biri ‘Birleşik Krallık’ mitidir. Türkiye’de akademide ve bazı yayın organlarında bu mitin sürdürücüleri, temsilcileri yüzleri kızarmadan yüz yılın en büyük yalanını dillendirmeye devam ediyor. İngiltere’ye ısrarla ‘Birleşik Krallık’ denmesinin anlamı oldukça büyük; bu ada üzerinde yaşayan diğer ulusların yok sayılması anlamına geliyor. Kelt coğrafyası, tarihin hiçbir döneminde bizim anladığımız manada birleşik bir yapıda olmadı. “Keltlerin hiçbir zaman birleşik bir imparatorlukları olmadı.”1 Birleşik Krallık efsanesi, emperyalist İngiltere’nin milliyetçi yüzünün giderek yükseldiği bir dönemde tüm dünyaya pazarladığı siyasal bir mittir. Bu tarihsel gerçeklikleri kavramadan adada bugün yaşanan siyasi dalgalanmaları doğru bir biçimde yorumlayabilmek imkânsız. 

Gerçekler adanın kendi içerisinde bile, siyasi birliğin hiçbir zaman olmadığına işaret etmektedir. Liverpool doğumlu tarihçi Hugh Kearney, İngiltere’nin egemenlerinin milliyetçi bir tarih miti yaratarak kendilerini dünyaya güçlü ve benzersiz gösterdiklerine dikkat çeker. ‘Britanya Adaları Tarihi’ adlı kitabında adanın İngilizler dışında üç büyük ulus tarafından oluşturulduğunu belirtir. İskoçya, İrlanda ve Galler; bu uluslar İngiliz emperyalizmi baskısı altında tek bir ulus potasında eritilmeye çalışılmıştır. Bu korkunç çabanın adı: Birleşik Krallıktır. Milyonlarca insanın açlıkla, soykırımlarla ve tüm benlikleriyle eritilmeye çalışıldığını unutmayalım. Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu adlı çalışmasında İrlandalıların sefaletini şu şekilde anlatmaktadır:

İrlanda nüfusunun büyük kesimi, içinde bölmesi olmayan yürekler acısı bir kulübede oturan ve kış boyunca kendilerine kıt kanaat patates verebilecek genişlikte toprak parçasını kiralayan küçük kiracılardan oluşur. Bu insanlar, çamurdan yapılmış hayvan ahırı bile olamayacak kadar kötü, rezil kulübelerde yaşarlar; tüm kış boyunca yiyecekleri çok kıttır ya da yukarıda alıntıladığımız raporda ifade edildiği gibi, yılın otuz haftasında kıt-kanaat patatesleri varsa, yılın geri kalanında hiçbir şeyleri yoktur. İrlandalı kırsal yöre insanının onda dokuzunun yaşam koşulu budur. Bir kilise faresi kadar zavallıdırlar, en rezil giysiler içindedirler, yarı yarıya uygarlaşmış bir ülkede olabilecek en alt zekâ düzeyindedirler."

Kişisel olarak bir sosyalistin kesinlikle ‘Birleşik Krallık’ ifadesini kabul etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bugüne doğru yaklaşırken, tarihin kanlı taşlarının üzerine basarak ilerlemeye gayret gösteriyorum.

İngiliz İmparatorluğu, Kuzey Amerika ve Batı Hint Adalarına kadar genişlemiştir. Henry Tudor’un ‘Bosworth Cephesi’nde 1485 yılında kazandığı zafer ve onu takip edenlerin başarıları İngiltere’de ‘Tudorlar Çağı’ olarak bilinen dönemin kapılarını aralamıştır. Bu çağ İngiliz emperyalizminin gelişim noktasındaki önemli mihenk taşlarından biridir. Donanma gücüne dayanan İngiliz İmparatorluğu, yeni dünyanın sömürgeleştirilmesiyle birlikte emperyalist bir güç olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Yeni dünyanın fethi, Britanya Adasının da fethi anlamına geliyordu. İrlanda, İskoçya ve Galler kanlı mücadeleler sonunda sömürgeleştirildi. Amerikan yerlilerinin sömürgeci güçler tarafından öldürülmesi, popüler kültürün de kısmi etkisiyle artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Ulus devletlerin emperyalist bir güce dönüşmelerinden sonra halklara karşı soykırıma girişmek, sömürgeciliğin doğal bir edimi olarak kabul edildi. İngiltere, kendisini medeniyetle tanışmamış insanlara medeniyet götüren bir güç olarak dünyaya pazarladı. Okuma yazma dahi bilmeyen yabani insanlara kültürü ve medeniyeti götüren İngilizler; kendi kanlı tarihlerini yarattıkları bu mitler ve efsaneler sayesinde örtebildi.

İrlanda Dublin’de merkez postanede (General Post Office) 1916 yılında yakılan ateş, bizlere adanın İngilizler tarafından hiçbir zaman ehlileştirilemediğini kanıtlıyordu. Ayaklanmaların önderlerinden Thomas James Clarke ve James Connolly yazdıkları bildiride cumhuriyetin ve sosyalizmin fitilini ateşliyordu. İngiltere’de kraliyet ailesinin sembolik bir temsiliyetinin olduğu ve siyasete müdahale etmediği yönündeki akıldışı, daha doğrusu sözde medeniyet budalası zihinlerin tarihin bu kırılma anlarına ve kanlı mücadelelerine dikkat etmesi gerekiyor. Kraliyet ailesi öldürülen her İrlandalı için askerlerine madalyalar bahşetmekten geri kalmamıştır. Oldukça sembolik bir hamle olarak değerlendirilebilir. 6 Aralık 1921’de yapılan anlaşmanın sonucunda Serbest İrlanda Devleti adı altında İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı bir yapı kuruldu. Bu anlaşma, paskalya ayaklanmasının güçlü iddialarını ve hayallerini hiçe sayan bir anlaşmaydı. İrlandalılar, Krala bağlılık yemini etmek zorundaydı. Anlaşma İrlanda meclisinde meşruiyeti sorgulanabilecek bir oranla kabul edildi. Bu andan itibaren İrlandalılar, İskoçlar ve Galler halkları kendilerine ihanet eden kardeşleriyle yüzleşmek zorunda kaldılar. İlk ve en sert yüzleşmelerden biri yine İrlanda adasında gerçekleşti. Anlaşmaya imza atan işbirlikçi sınıfın bahanesi, İrlanda halkının savaşma azminin kalmadığı ve tükendiği yönündeydi. Bu saçma iddiaya İrlanda halkı 28 Haziran 1922’de sert bir cevap verdi. Yıllar boyunca dağlarda gerilla mücadelesi veren halk, krala bağlılık yemini etmek için mücadele etmemişti. İrlanda iç savaşı, kardeşler arasındaki bir onur savaşıydı. Bunun da ötesinde güçlü bir sınıf mücadelesinin tezahürüydü. Ekim devriminin etkisi adada kendisini hissettirmişti. Bağımsızlık mücadelesi veren İrlanda’ya ulaşan Troçki’nin mesajı ve Sovyetler Birliğinin destek mektubu, cumhuriyetçilere ve sosyalistlere önemli bir moral kaynağı olmuştur. Bu mektubun orijinal halini görmek isteyenler Dublin’deki ulusal fotoğraf arşivini (National Photographic Archive) ziyaret edebilir. 24 Mayıs 1923’te biten iç savaşın kaybedeni İrlanda halkı oldu. İngilizlerle iş birliği yapan İrlanda’nın sömürücü sınıfı, adayı kızıl tehlikeden tamamen temizlemişti. Bu trajedide bağımsızlık savaşında omuz omuza savaşan kardeşler birbirlerini boğazlamışlardı. Bugün hâlâ iç savaşın yarattığı yıkımın silinmediğine tanık oluyoruz. İrlanda’da Connolly geleneğini devam ettirebilecek gerçek bir devrimci muhalefet örgütlenebilmiş durumda değil.

Tarihçi Hugh Kearney’in dediği gibi, artık ömrünü çoktan yitirmiş milliyetçi Birleşik Krallık tarih anlayışını bilimsel olarak mahkûm etmenin zamanı gelmiştir. İskoçya, İrlanda ve Galler’in kaderi adadaki diğer ulusların kaderiyle birleşmiş durumdadır. Bu üç ulusun İngiliz tarihçilerin iddia ettiği gibi tek bir ulus potasında eritildiği kocaman bir palavradan ibarettir. Şair ve müzik bilimci Valeryan Nikolayeviç Voloşinov’un dediği gibi iktidar tüm benliğini dilde yaratır. İktidar önce yaşamda, sonra da dilde var olur. Bu yüzden Büyük Britanya, Birleşik Krallık ve Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk gibi dillere pelesenk olan hurafeleri, bizlerin bu gücü kabul etmemiz için uydurulan şeyler olarak anlamlandırmak durumundayız. Emperyalistlerin ve onların işgalci ordularının bulundukları coğrafyalarda güneşin milyonlarca insanın üzerine doğmadığını, açlığın, yoksulluğun ve soykırımların zihinlerimizdeki mitleri yıkmadıkça son bulmayacağını hep birlikte kabullenmek ve bu gerçekle yüz yüze gelmek zorundayız.

Gelecek hafta bu tarihi izlekten hareketle İngiltere’de yaşanan güncel siyasi gerilimleri ele alacağım. AB’den çıkış sürecinin (Brexit) tamamlanmasının ardından İskoçya’nın yönetici sınıfları bağımsızlık kartını yeniden masaya sürmüş durumdalar. Öte yandan İrlanda için tarihsel bir öneme sahip olan Belfast ve Kuzey İrlanda meselesi tekrar gündemde. AB’nin desteğini arkasına alan bu ülkeler yeni bir ticaret savaşına ve sınıfsal kavgaya hazırlanıyor. Maalesef böyle bir kavganın merkezinde henüz işçi sınıfı yok.