Bu kelepçe yalnız BÜ’ye değil tüm yükseköğretim sistemimize takılmıştır; bunun altından kalkmak kolay değildir.

Boğaziçi Üniversitesi'nde beklenen son!

İşte sonunda beklenen oldu: Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) için de AKP’lileştirme süreci başlatıldı.  

Şair Özdemir Asaf, “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler” demiş. Bu söylemden hareketle, “Bütün üniversiteler AKP’lileştiriliyordu. Sonuncusu da BÜ oldu” demek mümkün.

BÜ ile ilgili bu durumun, iktidar, BÜ, atanan rektör ve üniversiteler gibi dört temel boyutu bulunuyor.

İktidar boyutu

Bilindiği gibi AKP bir yandan piyasacı ve gerici, öte yandan da dininin ve kininin davacısı olma anlayışına sahip bir partidir. AKP’yi kuranlar, daha bu parti ortalarda yokken, özellikle çağdaşlık, laiklik ve bilimsellik gibi hedefleri, türban konusundaki tutumu ve üniversite sınavında uygulanan katsayı konusu nedeniyle, YÖK ve üniversitelere hırslanmaya başlamışlardır. İktidar olduklarında da, 2002 Kasım- 2007 Aralık tarihleri arasında zamanın YÖK başkanları ile ters düştükçe ve üniversitelerden uzak tutuldukça hırsları daha da artmıştır. Prof. Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanlığına getirilmesiyle de üniversitelerin birer birer AKP’lileşmesi süreci başlatılmıştır.  

Yıllardır toplumun gözde üniversitelerinden biri olan BÜ, türban konusunda diğer üniversiteler gibi katı davranmamıştır. BÜ’lüler arasında ilk yıllarda AKP’ye sıcak bakanlar da olmuştur. AKP, belki de bu nedenlerle ve de AB’ye üye olma sürecinde vitrin olarak kullanma düşüncesiyle BÜ’ye diğer üniversitelere yaklaştığı gibi yaklaşmamıştır. Hatta BÜ rektörlüğü yapmış bir kadın akademisyeni, 2009’da YÖK üyeliğine atamıştır.

Anımsanacağı gibi 2016 Ocak ayında, 1.128 akademisyenin imzaladığı bir barış bildirisi açıklanmıştır. Bu bildiriyi imzalayan akademisyenlere hakaretler edilmiş ve bazı imzacı akademisyenler, YÖK-rektör işbirliği ile yargısız infaz yapılarak üniversitelerinden atılmışlardır. Zamanın BÜ rektörü ise imzacı akademisyenlerine sahip çıkmıştır. Anlaşılan bu olay AKP için bir dönüm noktası olmuştur. O rektör, 2016 Temmuz’unda yapılan rektör adayı belirleme seçimlerinde oyların yüzde 86’sını aldığı halde, o rektör ya da YÖK’ün sunduğu diğer iki adaydan biri, yasalara aykırı bir şekilde aylarca rektör olarak atanmamıştır. 29 Ekim 2016 tarihli bir OHAL KHK’si ile üniversitelerde yapılan rektör adayı belirleme seçimleri iptal edilince, aday belirleme seçimine katılmamış ve bir AKP milletvekilinin kardeşi olan BÜ akademisyeni rektör olarak atanmış ve bu durum öğrencilerin “Kayyum rektör istemiyoruz” tepkisiyle karşılaşmıştır.

Öğrencilerin deyişiyle ‘kayyum rektör’ de imzacı akademisyenlere dokunmayınca, iktidarın olumsuz yaklaşımı daha da katılaşmıştır.  
 
AKP lideri, 7 Ocak 2018 günü, dini değerlerini öne çıkaran BÜ mezunlarının 2003’de kurduğu bir derneğin genel kurulunda, “Bu üniversitemiz açıkçası biraz zayıf kalmıştır. Bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için küresel bir marka haline gelme çabalarında hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır. … Batı ülkelerindeki üniversiteler çoksesli değil mi? Bunlardan hangisinin kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü gördünüz?I diyerek BÜ hakkındaki duygu ve düşüncelerini açıklamıştır.

İktidar, 19 Mart 2018 günü, hemen her üniversitede yaşanan sıradan bir olayı, öğrencilerin Afrin operasyonunu kutsayanları eleştirmesi olayını, ulusal sorun haline getirmiş, yurtları basıp polis şiddeti kullanarak protestocu öğrencileri tutuklamış ve yargılamıştır. Özetle iktidar, her geçen gün BÜ’ye yönelik olumsuz tutumunu artırmıştır. AKP’nin seçtiği rektör, üniversitenin AKP’lileşmesi konusunda etkili olmayınca, rektörlük süresi dolduğunda, BÜ’ye atanabilecek özelliklere sahip olmayan bir kişi rektörlüğe atanmıştır. Bu kişi BÜ akademisyeni değildir; demokratik, laik ve bilimselliğiyle öne çıkmış bir kişi de değildir. 2002’de AKP Sarıyer ilçe örgütünü kuran, 2007’de AKP İstanbul İl Bşk. Yardımcılığı yapan, 2009’da AKP Ataşehir Belediye Bşk. aday adayı ve 2015’de de AKP İstanbul 1.Bölge milletvekili aday adayı olmuştur. İktidara yönelik eleştirileri engellemek ve karşılık vermek için AKP’de oluşturulan “Sanal Akıncılar” isimli grubu yönetmiştir; tam bir AKP’lidir.

BÜ boyutu

Olayın BÜ boyutu, Pastor Nie Moeller’in Nazi Almanya’sıyla ilgili olarak söylediği, “Önce Yahudiler için geldiler, Sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim Sonra komünistler için geldiler, Sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiler Ses çıkaracak kimse kalmamıştı...”II sözünü anımsatacak türdendir. Bu bağlamda BÜ’ye söylenecek ilk söz, “Sizin durumunuza ses çıkaracak, size sahip çıkacak üniversite kalmadı” olabilir. İkinci söz ise, “Sarı öküzü vermeyecektiniz” olacaktır. BÜ akademisyenleri, HES’ler için mücadele eden köylüler ve hakları için mücadele eden emekçiler kadar olamamıştır. Yüzde 86 oyla seçtikleri kişinin rektör olarak atanması için anlamlı bir mücadele gösterememişler ve ‘sarı öküzü’ iktidara kurban etmişlerdir. Öğrencilerin ‘kayyum’ dediği rektöre de yeterince anlamlı bir tepki göstermeyip “Ne de olsa bizden biri” diyerek hemen benimsemişlerdir. BÜ akademisyenleri, AKP liderinin 7 Ocak 2018’de söylediklerine ve 18-21 Mart 2018’de yaşanan olaylarda da öğrencilerine yeterince sahip çıkamamışlardır. BÜ akademisyenlerinin bu tutumunun, bugünlere gelinmesini kolaylaştırmış olduğu bile söylenebilir.

Atanan rektör boyutu

Öğrencilerin taktığı sıfatla ‘kayyum’ rektör, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü 1992 mezunudur; yüksek lisans ve doktora eğitimini Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü'nde tamamlamıştır. Bir süre özel sektörde çalıştıktan sonra üniversiteye dönmüştür. 2010-2014 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme Bölüm Başkanlığı’nı ve 2016-2019 yıllarında da İstanbul'da İstinye Üniversitesi'nin kurucu rektörlüğünü yapmış, 17 Ocak 2020'de Haliç Üniversitesi rektörlüğüne getirilmiştir.  

‘Kayyum’ rektörün, Haliç Üniversitesi'nde bir öğrenci buluşması etkinliğinin ardından yaptığı sosyal medya paylaşımına yanıt veren bir sanatçı, “Ana dilinizi doğru yazıp kullanamıyorsanız rektör olmayın”III demiştir. BÜ mensuplarına gönderdiği yazı da, Türkçe açısından eleştirilmiştir. Kayyum rektör hakkında doktora tezinde ve bir makalesinde intihalIV yaptığı iddiaları da ayyuka çıkmıştır.

Rektörlük yapan bir kişinin BÜ rektörlüğüne (kayyımlığa) talip olması, BÜ akademisyenlerinden böyle bir teklif gelmediğine göre, kıramayacağı/karşı çıkamayacağı yüksek bir makamdan istek geldiğini ya da kendisinin bir misyonunun olduğunu akla getirmektedir. Ayrıca aday olarak başvurduğunda, YÖK’ün ve atama yapacak kişinin hoşuna gitmeyeceği için laiklikten, bilimsellikten ya da üniversite özerkliğinden söz etmeyip herhalde iktidarı memnun edecek hedeflerinden söz etmiştir. Hangi gerekçeyle başvurmuş olursa olsun, ‘kayyum’ rektörün ve de onu atayan iradenin hedefleriyle BÜ anlayışının örtüşmeyeceği belli oluyor. ‘Kayyum’ rektör, BÜ’de öğrencilik yaptığına ve kısa bir süre yarı zamanlı ders verdiğine göre, bu kurumun üniversite geleneğine sahip çıktığını ve tepeden indirilecek rektörleri benimsemediğini/benimsemeyeceğini bile bile bu başvuruyu yapması, bir misyon üstlenmiş olduğu kanısını güçlendirmektedir. ‘Kayyum’ rektörün, akademisyenlerin ve öğrencilerin istememesine karşın, “Görevimden istifa etmeyeceğim” demesi de, belirli bir misyonla bu göreve geldiğini göstermektedir.  Misyon bellidir: BÜ’yü AKP’lileştirmektir.  

‘Kayyum’ rektörün, atanmasının ardından BÜ çalışanlarına yönelik açıklamasında, “İnsanlara dokunmayı seven bir mizacım vardır; … Unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz” demesi de misyon sahibi oluşu olasılığını güçlendirmektedir. Çünkü son yıllarda yaşanan hukuk dışılığa, doğa katliamına, kadın cinayetlerine, emeğin sömürülmesine, cinsel istismara, … karşı çıkmayan biriyle BÜ camiasının aynı gemide olması da, o kişinin “insanları seven mizaçta olduğuna’ inanması da zordur. Üstelik bunları söyleyen kişinin BÜ’ye rektör olmayı aklının ucunda bile geçirmemiş olması gerekir. ‘Kayyum’ rektörün içinde olduğu geminin rotası ‘hedef 2023’tür, BÜ’nün içinde bulunduğu geminin rotası ise çağdaşlıktır, laikliktir, bilimselliktir, …

Üniversiteler Boyutu

BÜ’ye bir AKP’li rektörün atanmasının, üniversitelere AKP’li/ ilahiyatçı rektör (kayyım) atanmasından, hukuk fakülteleri dekanlıklarına ilahiyatçıların getirilmesinden hiçbir farkı yoktur. Bu tür girişimler, aydınlanmacı, laik ve bilimsel olması gereken üniversiteyi bitirip medreseye dönüştürme girişimidir.  Akademisyenler içinde, “üniversite fuhuş yuvasıdır” gibi akıl-almaz kelamda bulunanların artması, medreseleşmenin belirgin bir göstergesidir.  AKP bu konuda başarılı da olmuştur. YÖK başkanının da, üniversite rektörlerinin de temel işlevi, bilim-hak-hukuk-barış-toplumsal yarar-…değildir; kendilerini atayan kişinin bir dediğini iki etmemektir.

BÜ’de hafta başında yaşanan olaylar ve üniversitenin kapısına kelepçe takılması da, iktidarın kindarlığının kendisini yok edecek boyuta ulaştığını göstermektedir.

Bu kelepçe yalnız BÜ’ye değil tüm yükseköğretim sistemimize takılmıştır; bunun altından kalkmak kolay değildir.

[email protected]