"Bu atölyelerdeki işlem çok karmaşık değildi, fazla zaman da almıyordu, sıra olsa bile Mösyü Hasan’ın işleri öne alınıyordu. Ancak önce ajansta tasarlanacak, sonra da matbaaya gidecek kapak."

Bir kaset hikayesi...

Seksenli yılların ikinci yarısında bir avuç insan Gelenek Dergisi çevresinde toplanmıştık. Haftanın neredeyse her günü derginin Tünel’deki tarihi Vural Arıkan Apartmanı’nın teras katındaki ofisinde buluşup, yakın gelecekte atılacak o heyecan verici adımı konuşuyor, bizleri bekleyen hararetli bir dönemin yaklaştığını hissediyorduk. 

Birkaç yıl geçmiş, nihayetinde o tarih gelmiş ve Sosyalist Türkiye Partisi’nin (STP) kuruluşu için Ankara yolu görünmüştü. 31 kurucu üye gerekiyordu ama hukuken kurucu olma özelliklerine sahip 30 kişi birikmişti. Kemal Okuyan sormuştu:

- “Bir kişi lazım Beşer, ne dersin?”

Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde son sınıf öğrencisiydim, diplomaya az bir zaman kalmıştı ama açıkçası ne diploma umurumdaydı ne de (istisna bir avuç güzel insan bir yana, çoğunun sahte sanatçı pozlarından sıkıldığım fırsatçı insan kalabalığının oluşturduğu) sanat sepet camiası. Madem inançlarımız uğruna bir şeye kalkışıyoruz, ne ehemmiyeti vardı ki artık diploma almanın, çok sıkıldığım o camiada bir “sanatçı” olarak kariyer yapmanın! Düşünmek için vakit istemedim: 

- “Varım” dedim, Haydarpaşa’dan kalkmakta olan Ankara trenine 31. ve son adam olarak son dakikada atladım. 

***

STP, 6 Kasım 1992 tarihinde kurulmuş, mamafih 1993 yılında programında “Türk ve Kürt halklarının gönüllü birlikteliğini hedefler” yazdığı için, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştı. Partinin kapatılacağı önceden anlaşıldığından, zaman yitirmeden yeni bir parti kurulması için faaliyetlere başlanmıştı. 1993 yılında kurulan Sosyalist İktidar Partisi’nde (SİP) yine kurucu üyeler arasındaydım. 

Partinin büyüme hedefleri çerçevesinde birçok faaliyet yapılıyor, beri yandan da bu faaliyetleri ekonomik olarak sürdürebilmek için gelir oluşturulmaya çalışılıyordu. Kaset çıkarma fikrini ortaya atan Kemal Okuyan idi. Kaset yeni bir partiye geçişin anlamı etrafında Kartal’da yapılacak olan geceye yetiştirilecek, ilk kez orada satıldıktan sonra kalanlar da parti il ve ilçe binalarına dağıtılacaktı. 

Kemal ile bu işi nasıl yapabileceğimizi konuştuktan sonra “içeriği belirleyelim, gerisini hallederim” demiştim. Kemal de ertesi gün koltuğunun altında 5-6 plakla ofise gelmişti. Kasette yer alacak 13 şarkının beşi (Kızıl Ordu Korosu olarak da bilinen) Aleksandrov Şarkı ve Dans Topluluğu’na aitti. Kasette farklı Sovyet bestecilerinin eserlerini seslendiren topluluklar yer alıyor; şarkıların birçoğu Alman faşizmine karşı verilen mücadeleyi konu ediniyordu. "Şarkılarımızla Geliyoruz" adını taşıyan serinin ilk kasetinin adı “Askerler Faşizme Karşı Söylüyor” olacaktı.

Sovyet baskısı plaklardan kasete konulacak şarkıları seçmiş, seçilenlerin hangi yüze hangi sırayla konulacağını belirledikten sonra işin geri kalanını halletmek üzere plakları bu kez koltuğunun altına kıstıran ben olmuştum. 

***

Eve gelmeden yol üzerinden boş bir kaset edinmiştim, en hasosundan, kromlu. Zira bu kaseti üretmek için önce, seçilen şarkıları doğru sıralama ile plaktan iyi kaliteli bir kasete aktararak master elde etmeliydim. Sonrası kolaydı çünkü bir gün evvel yakın arkadaşım (Kalan Müzik sahibi) Mösyü lakaplı Hasan Saltık ile bu işi nasıl yaparız diye konuşmuştum. 

- “Hallederiz moruk! Sen parçaları kasete çek getir” demişti, her zamanki rahatlığı ve kendinden emin haliyle. 

Master’ı evde (oturacak doğru dürüst sandalye bile yoktu ama) Thorens pikap, Marantz amfi ve Technics kasetçalardan oluşan, zamanına göre lambadan hallice sistemde çabucak halledip soluğu akşam üzeri saatlerinde Unkapanı’nda almıştım. Hasan’a uzattığım poşetin içinde kasetle birlikte, kapak görseli olarak kullanılması için plaklardan birinin kapağı, bir de iç yazıları için el yazısıyla kaleme alınmış iki dosya kâğıdı buluyordu. Önce bana bir çay söylemiş, ardından çaylar eşliğinde kapağın nasıl olacağını tarif ederken firmanın eli ayağı konumundaki Nursel Hanım da mevzuyu dinlemiş ve emanetleri devralmıştı. Nursel Hanım akıllı ve cevval bir kadındı, ne yapılacağını hemen anlamış, poşeti kaptığı gibi icraata geçmişti. Sohbetin ardından Mösyü Hasan da konuyu bağlayarak beni uğurlamıştı.

- “Haftaya gel al Moruk.” 

***

O zamanlar İMÇ’nin Sirkeci yönündeki arka sokaklarda irili ufaklı korsan kaset üreticisi ve çoğaltıcısı vardı. Bu küçük atölyelerin içinde bir turda farklı sayılarda kaset üreten basit makineler bulunuyordu. Bir duvarı kaplayacak büyüklükteydi bu makineler. Sol tepesine Master’ı takıyorsunuz, soldan sağa, yukarıdan aşağı da ne kadar kaset üretecekseniz boşları yuvalara teker teker yerleştiriyorsunuz... Arzu ettiğiniz kayıt kalitesine göre de bunları ya çalma hızında ya da sarma hızında çoğaltıyorsunuz. Daha büyük ve küçükleri vardı ama bu makinelerin standardı, genellikle bir defada 120 kaset çoğaltanıydı. 

Bu atölyelerdeki işlem çok karmaşık değildi, fazla zaman da almıyordu, sıra olsa bile Mösyü Hasan’ın işleri öne alınıyordu. Ancak önce ajansta tasarlanacak, sonra da matbaaya gidecek kapak, bir de kasetin üzerine yazılacak yazının ve parti ambleminin serigrafi baskısı biraz zaman alıyordu. 

Mösyü Hasan’ın söylediği gün mallar hazırdı. 1000 kaset beş koli ediyordu. O yüzden partiden bir arkadaş ile birlikte gitmiştik, oracıktan taksiye yükleyip (daha sonra partinin Beyoğlu ilçesi olan) Tünel’deki eski Gelenek ofisine çıkacaktık. O telaş içinde Hasan’a döndüm:

- “Hasan ne ödeyeceğiz?”

- “Ne ödemesi Moruk! Memleketi kurtaracaksınız, bizim de bi katkımız olsun.” 

Murat Beşer ([email protected])