Gencecik bir tarım işçisinin sabahın köründe açılmış çipil çipil gözleriyle topladığı maydanoz ile, bir psikologun online görüşmesi arasında ne fark vardır ki kapitalizmin marketinde?

Bir kamyon tekeri, bir maydanoz ve bir de uzman doktor görüşmesi lütfen!

Marx ve Engels Komünist Parti Manifestosu’nda sermaye sınıfının dünyayı dönüştürmesini anlatırken her şeyin metalaşmasına lirik bir öfke ile dikkat çekerler ve katı olan her şeyin buharlaştığını söylerler. Geçmişin yüce ve kutsal tüm değerleri ayaklar altına alınmaktadır ve pek öyle ses de çıkmamaktadır. Sermaye yeri gelse kendini bile satacak bir iç dinamizme sahiptir: “şimdiye kadar saygı duyulan ve korkuyla bakılan tüm mesleklerin kutsal halelerini de başlarından indirmiştir. Hekimi, hukukçuyu, rahibi, şairi ve bilim insanını kendisinin ücretli emekçisi haline” getirmiştir.

200 yıldır böyle. Günlük yaşamın itiş kakışı içinde pek böyle görünmese de. Zaten iş “hekime ve avukata” gelince karışıyor. Sanılıyor ki bu iki meslek ve bunlara benzeyen bir dizi meslek daha, emeğin değersizleşmesi diyebileceğimiz bu buharlaşmadan kaçabilen kendine özgü alanlara sahip. Bu mesleklerle ilgili geçmişin korku, saygı ve yer yer de öfke dolu değerleri, yargıları sürüp gidiyor. Sanılıyor ki hekim emeği, sağlık, hastalıklar piyasanın işleyişinden bağımsız. Ayrı, kültürel kuralları, işleyişi var buraların. Etik gibi, vicdan gibi, kıymet bilmek gibi...

Tam da bu nedenle, yani hekim emeğinin piyasanın her tür buharlaştırıcı etkisinden azade olarak yüce ve kutsal bir değere sahip olduğu düşünüldüğü için Cuma günü bir market zincirinin “sanal” uygulamasında sepete eklenebilir durumda olgun, sulu, organik ve iyi tarım uygulaması ile yetiştirilmiş “doktor muayenesi” görününce küçük çaplı bir tepki ortaya çıktı. Daha çok doktorlar olmak üzere bir grup “sanal” insan bu, paradan gözü dönmüş, haddini bilmez market zincirine “haklı” olarak tepki gösterdiler.

Hatta anında yaratıcı reklam sloganlarına imza atanlar da çıktı: “A-i-le hekimiiiii… Harca harca bitmezzz!” gibi. Öte yandan online diyetisyen ya da psikolog görüşmesinin uzman hekim muayenesinden daha pahalı olmasına içerleyenler de oldu. Hayal kırıklıkları aldı başını gitti: “Market kasasında doktor muayenesi teklifi bana çok üzücü ve kötü geldi. Kapitalizm, ticaret tamam ama ne bileyim. Çok yazık.” gibi. Ve ardından da ülkemizin güzide bir sermaye grubuna ait olan marketi boykot çağrıları da yükseldi.

Ama bu işler 200 yıldır aşağı yukarı böyle. İktisatçı değilim, siyasi bir iktisat okuruyum diyelim. Ama pazarda satılmak üzere dolaşıma giren her nesne, mal, değer meta olarak adlandırılıyor. Bugün sağlığın, hekimliğin “satılmayan” bir değer olduğunu düşünmek en hafifiyle aldanmaktır. Sağlık ve sağlık işgücü bir metadır. Bunu hepimiz fazlasıyla biliyoruz. Ama bilmezlikten geliyoruz! Daha geçen hafta ortaya çıkmıştı: Bilmem ne ülkesinde, bilmem ne üniversitesine kayıt olup İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirebiliyorsunuz. Parasıyla değil mi?

Metanın, yani pazarda değişim değeri olan nesnelerin üretiminin ve icadının sınırı yok gibi duruyor. Bu nedenle örneğin kamyon tekeri ile online muayene arasında “kapitalist” açısından pek bir fark da yok. Hatta bir yerden sonra üreten ve tüketen emekçi yığınlar içinde pek bir fark yok. Yükselecek itirazları biliyorum; haydi hekim emeğini yüceltmeyi geçtik “sözkonusu olan sağlık” itirazları da biçaredir piyasanın iştahı karşısında ve ortada etik ya da vicdani değil maddi yaşamın üretimi ile ilgili bir sorun vardır. Sözkonusu olan hakikaten sağlıktır ama kapitalizm sağlığı çoktan bir metaya çevirmiştir.

Tabii ki bu işbilirliğin, fırsatçılığın ya da haddini/emeğin değerini bilmezliğin Türkiye kapitalizmini ilgilendiren bir yanı olduğu aşikar. Yani başka ülkelerde yani mesela “İsveç’te böyle şeyler olmuyor” demiyorum. Oluyor! Ama olmuyorsa da bilin ki oralarda sermaye ölçüsüzlüklerini dizginleyebilecek değil, başka kanallara akıtabilecek araçlara sahip. Yeri geniş! Silah satışında açık ara birinci olup örneğin insan hakları ve temel özgürlükler raporları ile diğer kapitalist ülkeleri sıkıştırabiliyorlar. Böyle kanalları, örtüleri var sermayenin oralarda. 

Türkiye’de ise başka örtüler ya da çıplaklıklar giriyor devreye. Din gibi. Sermaye aşkı gibi. Örneğin sözkonusu marketler zincirinin sahibi olan sermaye grubunun seküler, modern görünümü ile her 29 Ekim’de, her 10 Kasım’da idolleştirilmesi gibi.

Ama uzman doktor muayenesinin sanal markette sepete eklenebilmesi ile Türkiye kapitalizminin daha “modern” olduğu da düşünülebilir. Yani sonuçta katı olan “her şeyi” buharlaştıran bir hızı var kapitalizmin buralarda. Bu anlamda daha samimi, açık, dürüst, şeffaf ve içten bulunabilir Türkiye kapitalizmi. Hinlik yok, içi dışı bir! Bir çünkü, gencecik bir tarım işçisinin sabahın köründe açılmış çipil çipil gözleriyle topladığı maydanoz ile, bir sanayi işçisinin ter, pas içinde kalıbından çıkardığı teker ile bir hekimin, bir diyetisyenin, bir psikologun online görüşmesi arasında ne fark vardır ki kapitalizmin marketinde? Bir fark olduğunu kabul etmek, düşünmek kime yaramaktadır ki? Sonuçta mesele emeğin değerinin bilinmemesi, katı olan her şeyin buharlaşması, yabancılaşma ise hepsi aynı yabancılaşma değil mi?

Ne yazık ki bu bir sistem, bütünlüklü işleyiş. Çoğu kişi ise bütünle değil parçalarla uğraşıyor. Onlara itiraz ediyor ya da onları seviyor. Sanal sağlık uygulamaları ile heyecan duyan ultra-bilimciler de bu grubun içinde!

Korona günlerinin kapitalist pazardaki “dönüştürücü” etkisini es geçemeyiz tabii ki. Örneğin psikiyatri gibi branşlarda “telepsikiyatri” uygulamaları daha önce de vardı ama krize müdahale gibi çok kısıtlı bir alanda kullanılıyordu. Ama şimdi görünen o ki korona sonrasında “evden çalışma” nasıl bir norm olacak gibiyse “evden terapi” de bir norm olacak gibi. Norm olmasa bile genel uygulamanın bir ana parçası olacağı söylenebilir. 

Avrupa ve Amerika’da bir çok sağlık kuruluşu zaten “online tıp” uygulamalarına yer vermeye çoktan başlamıştı. Türkiye de bu süreci biraz geriden olmakla birlikte izliyor. Ama tabii ki “sanal market” yaratıcılığı ise Türkiye kapitalizminin inovasyona çok özgün bir katkısı; tıpkı damacana gibi. 

Sanal görüşme, dijitalize sağlık uygulamaları kötü mü? Bir yanıyla neden olsun ki? Müthiş bir olanak içeriyorlar hakikaten. Birçok zorluğun ve kısıtlılığın üstesinden gelinebilir böylece. Ama sorun sadece kapitalist tıbbın elinde neye benzeyecekleri değil! Temel olarak sağlık, beden, yaşam, canlılık ile kurduğumuz ilişki de bir markete dönüşmüş durumda. Bu nedenle köklü bir değişiklik sanal ihtiyaçlarımızı da sağlıkla ilgili gerekli gereksiz kaygılarımızı da azaltacaktır.    

Diyeceksiniz ki tüm bunlar, yani teknolojik gelişim ya da en azından bazı aksaklıklara tepki göstermek “kötü mü?” Şöyle de söylenebilir (ki geçmişte çok söylenmiştir): “Ne zaman olacağı belirsiz, bütünlüklü, köklü bir değişim için böyle mi geçsin ömrümüz?” 

Geçmesin. Parça pinçik işlere mutlaka karşı çıkılsın, itiraz edilsin ama bütünlükle bağı kurularak, bütünlük ve köklü değişim işaret edilerek. Örneğin Türkiye Komünist Partisi’nin bu hafta sağlık hizmetleri için yaptığı “devletleştirme” çağrısı tam da böylesi bir bütünlüğe işaret eden ama bir yandan da hemen yarın hayata geçirilebilecek bir çağrıdır. Ve birçok sorunu çok kısa sürede çözebilecek güce de sahiptir. 

Çok mu komünist? Olabilir...

Ama öbür türlüsünde ne oluyor? Markete kızan aynı sermaye devinin tıp fakültesi ile gurur duyuyor. Sermaye devinin o “başarıyı” hepimizden gasp ettiği kaynaklarla doğrulttuğu ise görülmüyor. Görülse bile umursanmıyor.

Bu parçalı kavrayış hekim hareketinin de sınıf meselesinin de kalbi, özü ve ne yazık ki egemen hali. Yandaş şirketlere şehir hastaneleriyle akıtılan paralara itiraz edilirken yükselen devasa özel hastane komplekslerine, tesislerine, zincirlerine ses çıkarılmıyor. Bir türlü kurtulunamayan zincir oradan sarmaya başlıyor.

Öyle olunca da sanal marketteki muayene için çıkarılan gürültüye gerek var mı diye sormadan edemiyor insan! Ne olacak ki? Bu güzide sermaye grubumuz kalbini kırdığı, şaşırttığı, küstürdüğü hekimler için 14 Mart’ta Osmanlı Tıbbiyesine, Çanakkale Savaşı’na ve günümüzün korona muharebelerine uzanan bir reklam filmi yayınlayıverir, olur biter!

Değil mi?