Şehirlerin bahtlarını değiştiren o devlet fabrikaları ve müştemilatı 1986’da çıkarılan Özelleştirme Kanunu ile birlikte babalar gibi satılmış ve günümüze neredeyse izleri kalmamıştır.

Bir harita, bahtı değişen şehirler ve deniz yolları…

Kısa bir süre önce yitirdiğimiz Erol Toy üstadımız, O’na Katılmak kitabında bu toprakların yirminci yüzyıl durum vaziyetini şöyle özetliyordu:

“30 Ekim 1918.......
Mondros Ateşkes Anlaşması  İmza Edilir...........
Ardından tüm yurtta dernekler ve direniş örgütleri kurulur.... 
18 Ocak 1919’da Paris Konferansı Toplanır...
Çok değil 12 gün içinde Konferans’ta Osmanlı’nın parçalanması kararı alınır......
Adım adım işgaller başlar..........
Mustafa Kemal Samsun’a çıkar...
Amasya Tamimi........
Erzurum ve Sivas Kongreleri......
Milli Mücadelenin tek çatı altında toplanması.......
Ve, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Milli Mücadele yeni bir nitelik kazanır..
Kurtuluş Savaşı...........
Ve.......
CUMHURİYET..
Ulusal Kurtuluş Savaşı biterken Anadolu;
Savaşı…ölümü…ihaneti görmüş…
Direnci…dayanışmayı ve dostluğu geçirmiş…
Yaralı…yoksul ..
Ama…
Özgür, Bağımsız, Eşit
Ve
Onurlu bir ülkedir…”

***

Cumhuriyet tarih sahnesindeki yerini, dünya emperyalist sistemindeki çok kritik bir konjonktürde almıştır. Bu dönemde ülkemizin kuzeyinde, son dönemlerinde kazandığı nitelik ne denli tartışmalı olursa olsun, emperyalist yörüngeden kopuş anlamına geldiğinden hiç kuşku olmayan emek kardeşliği temelinde bir devlet kurulmuştur. Mustafa Kemal kumandasındaki kuvvetlerin Çanakkale’de tarihin akışını değiştiren başarısı, yan ürünlerden biri olarak ittifak devletlerinin Çarlık Rusya’sının yardımına koşmalarını engellediği için Bolşevik Devrimi’ni bir anlamda kolaylaştırmıştır.  Buna paralel olarak Lenin de, Türkiye ile ilk barış anlaşmasını imzalayan devletin başkanı olarak Kuva-yı Milliye’nin Doğu Cephesi’nde güvenceye kavuşmasını sağlayarak Batılı saldırganların püskürtülmesine önemli bir destek sağlamıştır. Ve bu destek, 1930’lu yılların sonuna kadar çeşitli alanlarda artan bir ivme ile sürmüştür.

1923 Cumhuriyeti ileriye bakıştır ya da eskiye dönüşün kesin reddidir. Yenileşme, bir süreç olarak algılanırsa Cumhuriyet, önceki çağdaşlaşma girişimlerinin bir uzantısı ya da sonucu sayılabilir. Ancak bu yaklaşım kolaycı bir yaklaşımdır. Cumhuriyet çağdaşlaşması, yeniliğin bütün alanlarını kapsar. Cumhuriyet yenileşmesi, ulus devlet yaratan öğelere dayanır. Cumhuriyet, dıştan gelen ve yıllar boyu süreklilik kazanmış bulunan siyasi, iktisadi, dinsel ve etnik baskı ve yıkımlara karşı ulus devlet biçimine dönüşen bir başkaldırıdır

***

1923’te yani Cumhuriyet ile birlikte, savaş ya da kahramanlık temelindeki özgüven mirası, üretim temelli bir özgüvene dönüşmeye başlamıştır. Bu dönüşüm, topyekûn ve köklüdür. Dönüşümün yönü, toplum yaşamından iktisada, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkileredir ve yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlet yaratma temel hedefi, ilmik ilmik örülerek tasarlanan bir stratejik tercihle gerçekleştirilmiştir. Bu dönüşümün gerçekleşebilmesi için yeni bir sermaye birikim mekanizmasına ihtiyaç vardı. Cumhuriyet kadrolarına göre bu ihtiyaç, ancak ve ancak sanayileşme ile karşılanabilirdi. Sanayileşme zorunluluğunu besleyen olgulardan biri de bağımsızlık sorunudur. Kemalist kadrolar, ülkenin askeri ve diplomatik zaferle elde edilen bağımsızlığının ancak iktisadi bağımsızlıkla güvence altına alınabileceği konusunda kararlıydılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiliz liberalizminin nasıl tutsağı olduğu, Osmanlı sanayisiyle zanaatlarının sanayi devrimi Avrupası’nın mamul maddelerinin istilasıyla nasıl yıkıldığı ve bunun da İmparatorluğun iktisadi ve mali alanlarda tam bağımlılık içine düşmesine yol açtığını bizatihi yaşayarak öğrenmişlerdir. Onlara göre bu bağımlılık, sadece sanayileşme ile kırılabilirdi ve bu iktisadi bir tercih değil aynı zamanda bir siyasi tercihti.

Evet, Cumhuriyet, sanayileşmeyi iktisadi güçlenmenin esas aracı saymakta ve bağımsızlıkla eş anlamlı tutmaktadır. Dönemin kendine özgü koşullarında temel ihtiyaçlardan 3 Beyaz ile başlanarak sanayi üretim kapasiteleri yaratılması ileri ve geri bağlantılarla toplumsal üretkenliği artıracaktır. Farklı bir ifade ile Türkiye Sanayileşmek Mecburiyetindedir. Cumhuriyet döneminde sınaî üretimin, yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılaması asıl ilkedir. Böylece, ülke içi tüketimin tamamı karşılanacak ve ulusal ekonomi gerçek temeline oturacaktır. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bölgede ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında gerçekleştirmiştir.

***

Aşağıda yer alan I ve II. Sanayi Planlarına Göre Sınai Tesisler Haritası, 1933 Birinci Sanayi Planı’nın 6 numaralı ekidir. Birkaç gözlemde bulunarak Cumhuriyet Ekonomisinin İnşasının başarılı sonuçlarının tüm coğrafyaya yaygınlığının altını çizerek kimi tespitlerde bulunmaya gayret edelim:

  • Haritaya bakınca ilk göze çarpan husus, halkçı – devletçi ekonominin ana taşıyıcı kolonu olan demiryolları + sanayileşme = devletçilik denkleminin aynı zamanda önemli ve de başarılı bir bölgesel gelişme stratejisi anlamına geldiğidir. I. ve II. Sanayi Planlarının, sadece sanayi planı olarak değil, belki daha geniş perspektiften bakarak birer kalkınma planı olarak değerlendirilmesi, mekânsal boyutlarıyla birlikte ele alındığında abartılı bulunmamalıdır. 1930’larda sanayinin yurt sathına yaygınlaştırılmasında gözetilen bölgelerarası dengeye günümüzde de daha çok ihtiyaç hissedildiği yeterince açıktır.
  • Günümüz itibariyle 8 kenti kapsayan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) coğrafyasındaki devlet fabrikalarının 1930’larda birbiriyle bağlantılı  dizilişi oldukça dikkat çekicidir.
  • Haritada yer alan sınai tesisler yani devlet fabrikaları, sadece birer işlik / fabrika değildir. Onlar birer kreş ve emzikhane, onlar revir ve hastaneleriyle birer koruyucu sağlık kuruluşu, onlara birer okul, onlar bandoları, orkestraları, tiyatroları ve sinema salonları ile birer kültür merkezi, onlar düzenli mesai ve aylık gelir ve gelecek kaygısı taşınmayan adeta birer sosyal güvenlik merkezi gibiydiler ve o fabrikalar kuruldukları yerleri Nâzım’ın Kuva-yı Milliye Destanı’nın Başlangıç bölümünde yer alan ve yazımız başlığına esin kaynağı olan bahtı değişen şehirlere dönüştürmüşlerdir.

I ve II. Sanayi Planlarına Göre Sınai Tesisler Haritası, 1933. Kaynak: İnan, Afet. Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci Sanayi Planı 1933. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1972. 6 numaralı Ek.

Yeri gelmişken o dizeleri buraya da not edelim:

Demir,
         kömür
                   ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
                 ve sahra
                             ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
               bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
                onlar ağır ellerini toprağa basıp
                                        doğruldukları zaman
.”

  • Şehirlerin bahtlarını değiştiren o devlet fabrikaları ve müştemilatı 1994’te çıkarılan 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu ile birlikte adeta talan edilircesine babalar gibi satılmış ve günümüze nerede ise izleri bile kalmamıştır. 
  • Yine haritaya yakından bakıldığında 8.333 kilometre uzunluğundaki kıyılarımızda, tarifeli ‘yük ve yolcu’ taşıyan denizyolu seferleri dikkatle incelenmelidir. Hele özellikle 1990’larda Karadeniz’in doldurularak otoyol yapıldığı, doğa ve kıyı tahribatının güncel yakıcılığı da bir arada düşünüldüğünde 1930’larda Trabzon – İstanbul arasındaki düzenli seferlerin ne kadar önemli ve ‘iktisadi’ olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu noktada, çok eskiden değil 2009 yılında ‘Artık, Sarp sınır kapısından, İstanbul’a gaz kesmeden gidilebiliyor, işte gelişme budur’ diye zihniyet ve söylemi kayıtlardadır. 
  • Aynı ‘yolcu ve yük’ taşıyan tarifeli seferlerin Marmara, Ege ve Akdeniz’de de geçerli olduğunu yine haritadan izlememiz mümkün. Her yıl, 1 Temmuz tarihinde kutlanan Kabotaj Bayramları törenlerinde yüzme dahi bilmeyen devletlülerin ‘üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde…’ diye başlayan nutukları yazan ve atanlara hem bu haritaya bakmalarını, hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937’deki TBMM açış konuşmasında yer alan şu sözlerini hatırlatmakta büyük bir isabet bulunmaktadır: “Ekonomik yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir. Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete getirmek için gerekli araçları sağlamak zorundayız (Alkışlar). Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe etmiyorum.”
  • Bu haritaya 1930’ların sonunda İktisadi Devlet Teşekküllerini, 1940’tan itibaren kurulan 21 adet Köy Enstitüsü’nü,  Devlet Üretme Çiftliklerini, mutluluk yolu olarak adlandırılan zahmetkeş demiryollarını da işlediğimizde; bu memleketin ulusal kapitalist model içerisinde dış açıkları, kronik dış borçları ve mali esareti olmadan geri kalmışlık ve bağımlılığın üstesinden gelen ve 1924 – 1938 döneminde yıllık ortalama yüzde 7.6 büyüyen bir iktisadi model / ülke olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Ve bu gerçek, 21. Yüzyılda yine bu memleket için esin kaynağı olabilir, olmalıdır da…