Nuri Pakdil mi Mustafa Necati mi tercihinde, 'İslamcıyım, şeriatçıyım' diyeni, yani toplum yaşamının şeri kurallara göre sürdürmesini isteyeni benimseyenler ne yaparsa, kültür bakanlığı da onu yapıyor. 

Bir gericilik daha!

Geçen gün soL portaldaki “Kuvvacı Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin adını taşıyan tarihi Kültür Evi’ne, şeriatı savunan yazılarıyla tanınan, Nuri Pakdil’in adı verildi” haberi, sıradan bir haber değil. Pek çok şeyi kanıtlıyor ve geleceğe ışık tutuyor.

N. Pakdil, 1934’te Kahramanmaraş’ta doğmuş bir Cumhuriyet çocuğu, hukuk mezunu. Bir zamanlar, “Bir ses/ Hepimize tercüman olabilir gibi yükseliyordu Samsun'dan/ Neydi o günler mavi gözlü Paşa,/ Doğrusu güldürdün yüzümüzü/ Gözümüze dizimize durur inkar edersek,/ Sana borçluyuz bu günümüzü”1 sözlerini Atatürk için yazmış. Sonradan doğru yolu bulup onu firavuna benzetip “Ben dindarım” değil de, “Ben İslamcıyım; Yaşasın Şeriat” dedikçe ve Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştıkça bizim gericilerin gözdesi olmuş. 

İnternette N. Pakdil’e ait güzel sözler olarak sunulan ifadeler bulunuyor. Bazıları ilginç sözler. Örneğin Pakdil, “Sabah namazına her gün kalkabilsek, bu çağın boynuna demir halkayı geçirebiliriz gibi geliyor bana” ve “Osmanlı Devleti, dünyanın dengesini sağlıyordu. Bu denge bozulmadıkça, Avrupa devletleri, Doğu’nun, Ortadoğu’nun, Afrika’nın kaynaklarını rahatlıkla sömüremeyeceklerdi” diyor. Pek çok Müslüman ülkesinde yetişkinlerin hemen tamamı sabah namazına kalksa da, gelişmiş bir tek Müslüman ülke olmaması ve Batı’nın İspanyollarla ve Portekizlilerle daha Osmanlı yükselirken Güney Amerika’yla Uzakdoğu’yu sömürmeye başlamış olması, bu sözleri ilginç (!) ve bilimsel yapıyor. 

Pakdil’in güzel sözlerinden Kültür Bakanlığı etkilenmiş ve 2013’te ona ‘Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü vermiş. Gericiler de geri kalmayıp 2014’te ‘Necip Fazıl Saygı Ödülü’nü vermişler. Cumhuriyet rejiminin simgelerinden olan Genelkurmay ile Kurtuluş Savaşı’nın Teşkilatı Mahsusa’sının uzantısı olan MİT’i bile etkilemiş: Bu kurumların başındaki kişiler (Hulusi Akar ile Hakan Fidan) da, 29 Ocak 2017’de Pakdil’i evinde ziyaret etmişler!

Üstelik Cumhurbaşkanı’nın bile N. Pakdil hayranı olduğu söyleniyor. Üstelik bizimkiler için kültür olarak bir tek ‘İslam Kültürü” var; başka kültür yok. Üstelik AKP, 7 Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde açıkça, “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” demişti. AKP, bu kültür evi kararıyla bir kez daha neler yapacağının teminatını vermiş oluyor. Görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, duyguları-vicdanları-akılları körelmiş olanlara, fırsat buldukça neler yapabileceğini açıklıyor. “Hâlâ görmüyorsanız, duymuyorsanız, anlamıyorsanız ben daha ne yapayım” diyor.     

AKP için N. Pakdil varken, Mustafa Necati kim ki? 

Mustafa Necati 1894’te İzmir’de doğmuş bir Osmanlı çocuğu, hukuk mezunu. Daha gençken yoldan çıkmış, ‘günah’ olmasına aldırmadan 1914’te İzmir Altay Spor Kulübü’nün kurucularından olmuş. İzmir’in işgal edilmesine karşı çıkıp miting düzenlemekle yetinmemiş, bir de Kuvayı Milliye komutanlığı yapmış; idamlık yani!

Hadi bunları görmezden gelelim: Bir ara İstiklal Mahkemesi başkanlığı yapmasına, mübadele gibi en kritik konuda bayındırlık ve iskan bakanlığı, sonra adalet bakanlığı ve ardından da da eğitim bakanlığı yapmasına ne demeli? Hele adalet bakanıyken şeri mahkemeleri kaldırmasına! 

Eğitim bakanlığı (20 Aralık 1925 - 1 Ocak 1929) sırasında olup bitenler de, yenilir yutulur gibi değil hani!

  • 26 Aralık 1925’te Miladi takvime geçiliyor. 
  • 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif teşkilâtına dair kanun çıkarılıyor. Bu yasanın ilk maddesiyle Arapça ya da Osmanlıca için değil, Türk dili için bir ‘dil heyeti’ kuruluyor. İkinci maddesinde, bakanlığın beyni niteliğinde işlev görecek Talim ve Terbiye Dairesi oluşturuluyor. Daha sonraki maddelerle öğretmen ücretlerini yasal güvence altına alınıyor. On ikinci maddesinde ‘eğitimde asıl olan öğretmenliktir’ deniyor. 20. maddeyle yerinden yönetime geçilip Türkiye bir ya da bir kaç vilâyetten oluşan maarif bölgelerine ayrılıyor ve bunların başına maarif emirleri getiriliyor. 
  • İlköğretim Genel Müdürlüğü’nde, Halk Eğitimi Terbiyesi Şubesi açılıyor. 
  • 1926’da, ortaokul ve liselerde, gündüzlü öğrenciler için parasız eğitim başlatılıyor; ilkokul izlencesinde, yeni dersler oluşturuluyor. Medeni Kanun kabul ediliyor. 
  • 1926’da Konya’da Orta Öğretmen Okulu ve Kayseri’de Köy Öğretmen Okulu, 1927’de de Denizli’de Köy Öğretmen Okulu açılıyor.
  • 1927’de kız sanat okullarına kız enstitüsü adı veriliyor, akşam sanat okulları açılıyor. Meslek okulları eğitim bakanlığına bağlanıyor ve programlarında değişiklik yapılıyor. 
  • 1928’de ortaokullarda karma eğitime geçiliyor. İlk kez Türkçe Hutbe okunuyor.  
  • 10 Nisan 1928’de “Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslam’dır” ifadesi, Anayasadan çıkarılıyor. 
  • 20 Mayıs 1928’de Arap rakamları yerine Latin rakamları getiriliyor. 
  • 1 Kasım 1928’de herkesin Türkçe’yi kolayca öğrenmesi ve okuyup yazabilmesi amacıyla harf devrimi yapılıyor. Yeni harflerle okuma-yazma öğretmek amacıyla, Halk Mektepleri, Halk Dershaneleri ve Gece Kursları, Millet Mekteplerine dönüştürülerek okuma-yazma kampanyası başlatılıyor. 

Kısaca, AKP neye karşıysa M. Necati de onu yapmış. Üstelik M. Necati’nin göz ardı edilmeyecek bir özelliği daha var: Mustafa Kemal tarafından çok seviliyor. 

N. Pakdil mi, M. Necati mi tercihinde, “İslamcıyım, şeriatçıyım” diyeni, yani toplum yaşamının şeri kurallara göre sürdürmesini isteyeni benimseyenler ne yaparsa, kültür bakanlığı da onu yapıyor. 

Bu bağlamda toplumun bir talihsizliği, M. Necati’nin kurduğu Talim ve Terbiye Dairesi’nin 2003-2006 yıllarında başkanlığını yapan günümüzün eğitim bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk ile bu dairenin şimdiki başkanı Prof. Dr. Burhanettin Sönmez’in, eğitimci oldukları halde bu olay karşısında sessiz kalmaları oluyor. 

Birey olarak talihsiz duruma düşmemenin bir yolu ise, önceliğin tarikat lideri, padişah, başkan, … kim olursa olsun bir kişiye değil de doğaya, topluma ve insana verilmesinden geçiyor.

[email protected]