'Zihinlerimizi, psikososyal hallerimizi bozdurup bozdurup harcıyor sermaye. Her halimiz gibi… Efsaneler ve kalıplarla yaşıyoruz, o ayrı…'

Bir başkadır benim memleketimin terapisi!

Ne diyelim? Güzel dizi olmuş. Öyle çok abartmadan güzel olmuş. Güzel çalışılmış, güzel çekilmiş, güzel düşünülmüş. Karakterleriyle, zıtlıklarıyla, müziğiyle. Yakalamış işte bir şeyleri ve bir dizi olarak o yakaladıklarına ses verip tabii ki çıkıp gidecek gündemimizden.

Biz Başkadır’dan bahsediyorum. İşte bir iki gündür konuşulan ve kendini konuşturan diziden. Yönetmenlikse yönetmenlik, senaryoysa senaryo, kameraysa kamera, oyunculuksa oyunculuk. Ve tabii ki hallerimizse hallerimiz. Tak diye düştü gündeme. Tam da her şey sınıfsal mı değil mi diye tartışılırken! Tam da her şey psikolojiye bağlanmışken! Sermaye sağolsun.

Aklıma Paris, Seni Seviyorum filmi geldi. 2006 tarihli. 15 yönetmenin beş dakikalık kısa filmlerinden oluşan bir Paris filmi. Çoğu birbirinden etkileyicidir kısa filmlerin. Ve bazıları da çok çarpıcıdır. Loin du 16e başlıklı bölüm gibi. 

Paris’te genç bir göçmen kadının herhangi bir sabahına götürür yönetmen Walter Sellas izleyiciyi. Kadının çocuğunu sabahın köründe, daha gün ağarmamışken bakımevine bırakması ile başlar Loin du 16e. Vedalaşırken İspanyolca bir ninni söylemektedir bebeğine genç, göçmen anne. Ve sonra araya yollar girer. Sokaklar, merdivenler, metro hatları, kapılar, kapılar… Kadın Paris’in merkezinde bir eve gelir sonunda. Gün ağarmıştır. Evin hanımı günün yapılacaklarını iletir ve sonra da çıkar. Göçmen kadın evin içinde dolaşır. Bir odaya girer. Odadaki beşiğe yaklaşır ve… 

Ve beşikte yeni uyanmakta olan bebeğe gözü yaşlarla dolarak bakar. Aynı İspanyolca ninniyi söyler. İzleyiciyi hiç beklenmeyen ama çok da mümkün bir sonla başbaşa bırakır yönetmen. Bir Başkadır’ı izlerken de öyle oldu. 

Senaryoyu da yazan yönetmen karşıtlıkları çok güzel yakalamış. İnsan hallerini... Daha doğrusu olduğu gibi, olabileceği gibi yakalamış. Meryem’in işine gidişi, o işin içindeki ilişkiler ağını, kendi evindeki ilişkiler ağını... Ve hepsinin ortasında bizlere göz kırpan kendi hallerimizi, Türkiye’yi. Koca bir ilişkiler yumağı olarak Türkiye’yi! Ve oradan çok da mümkün bir kesitle sunmuş bizi, bizleri, Türkiye'yi.  

Hepsi çok da zorlanılmadan yakalanmış.

Ferdi Özbeğen şarkıları üzerinden de “tatlı ve farklı” geçmişimize bağ kurulmuş. Ve sonra da her şey tatlıya, sevgiye, anlayışa, hoşgörüye, taassuba bağlanmış! Sanki, biraz da mecburen...

Daha ne olsun!

*

Psikoterapi seansları ya da destekleyici görüşmeler diyebileceğimiz sahneler de oldukça gerçekçi yazılmış, oynanmış. Dizi için sağlam danışmanlık alınmış. Psikiyatrist, psikiyatristler ve duygular…. Sınıf, sınıflar ve bakışlar…. Görüş, görüşler ve görüşmeler biçiminde... 

Dizilerden izliyoruz psikososyal hallerimizi ya... Oralardan takip ediyoruz kolektif zihnimizi. Garip!

Daha önce yine “törepatik” diziler üzerinden yazmıştım: Türkiye’de sınıfların birbirlerini itiş kakışları iyiden iyiye psikolojize oldu diye. Bir Başkadır da bir başka halka olarak doğrudan eklendi işte oraya.

*

İzleyenlerin bir kısmı “dizi endüstrisinin” terapi meselesini tepe tepe kullanır hale gelmesinin daha çok farkına varmış. Bu nedenle “Nedir bu terapiye düşkünlüğümüz?” diye sormuşlar. Haklılar.

Haklılar ama hakikaten nedir bu hâl? İnsana ve insanın içindeki sınırlara, çatışmalara, aynı zihnin, aynı yaşamın içindeki farklı varoluşlara açlık desek, yeter mi? Meryem’in yaşamı içindeki zıtlıklar gibi mesela. Bir tarafta secde öbür tarafta Sinan’ın hovarda yatağı… Ya da Peri’nin, Gülbin’in yaşamındaki düzlükler, zıtlıklar ve körlükler. Yeter mi? Bir tarafta rahatlık, konfor öbür tarafta tekinsizlik ve garantisizlik.

Giz falan değil bunlar. Saklı değil. İnsanlık halleri. Hepimiz böyle yaşıyoruz. Cem Yılmaz’ın özlü sözünü hatırlarsak: “Hani bizdik marjinal!” Özünde hepimiz marjinaliz, hepimiz!

Yönetmen bizlere bir akvaryum getirmiş. Dekor olarak da zihnimizin içini seçmiş. Sağolsun.

Efsaneler ve kalıplarla yaşıyoruz, o ayrı! İşte psikiyatri, psikoloji, terapi vs. vs. Bir başka dünya sanıyoruz orayı. Ama değil...

O efsaneleri ve kalıpları ise sermaye her koşulda sermayeye tedavül ediyor. O da ayrı! Bir Başkadır da öyle olmuş. Nitelikli, güzel ama... 

Zihinlerimizi, psikososyal hallerimizi bozdurup bozdurup harcıyor sermaye. Her halimiz gibi...

*

Tam da bu hafta ne oldu, biliyor musunuz? Oluyor böyle şeyler, ara ara. Coğrafyanın, tarihin, insanın ses verdiği anlar... Oluyor psikiyatrinin içinde... 

Psikiyatri sürekli bir konuşma hali sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Psikiyatri daha çok durumu idare etme hali. Koca bir geçiştirme… Ama tam da bu hafta donup kaldığım ve kendi “durumu idare etme” halimle çarpıştığım bir an oldu. Çok denk geldi. Anlatayım.

*

Haftanın ortası gibiydi. Genç bir kadın girdi içeri. Trafik hastası. Bir başka yazıyı hakediyor ama bu ülkede bir de trafik kazası, kazaları gibi bir halimiz var. Öyle çok da üstünde durmadığımız! Bir savaş gibi… Kayıplar, sağ kalışlar, metal sesleri, bağırışlar, çığlıklar ve sonra da uzun süre devam eden irkilmeler, kabuslar, sıçramalarla giden. İşte öyle bir trafik hastası girdi bu hafta kapımdan içeri. Durumunu anlatmak ve trafik sigortasından alabilirse bir tazminat alabilmek için.

Geçmiş olsun” dedim içeriye girince. Yarım saat kadar sırasını beklemiş olmanın ve sabahın köründe, muhtemelen şehir dışından gelmiş olmanın etkisiyle yanıt vermedi. Daha doğrusu ben öyle sandım.

Evraklarını uzattı, aldım. Kaza ve tedavi geçmişi… Yüzünde sıkıntı ve bezginlik… Baktım evraklara: Kaza 2013’te olmuş. Şaşırdım! Çünkü genelde yakın zamanlı kaza mağdurları gelir tazminat için. 2018, 2019, bilmediniz 2017... Başımı kaldırıp biraz da şaşırarak “Çok zaman geçmiş?” dedim. Gözlerime baktı ve bir an için geçmişe gidip gelen gözleriyle “Evet, ama zaman benden geçmedi.” dedi. Öylece kalakaldım. Öylece… Durdu dünya, durdu zaman cinsinden. Çünkü üstünden çok zaman geçen o kazada, kapıdan içeri girip karşımdaki sandalyeye oturan kişi, annesini, babasını ve kardeşini kaybetmişti.

Durdum ve uzun uzun dinledim.

*

Zihinlerimizi, psikososyal hallerimizi bozdurup bozdurup harcıyor sermaye demiştim ya… 

İçime sinmiyor işte… Meryem mesela... Peri…

İçimize sinmemeli!

Bu ülkeye bir başka terapi lazım!

O da bir başka!