Türkiye’deki eğitim sistemi, öğrencinin bilişsel gelişimini sağlayıp onun özgürleşmesine yönelik olmadığında, giderek hem dini öğretimin hem de gerçek dışı bilgilendirmelerin dozu artırılıyor.

Bilmenin ve öğrenmenin önemi

Geçen haftalarda ele alınan "Eğitim olmazsa asla!" başlıklı yazılar özetle, koronavirüs salgını nedeniyle ortaya çıkan tutum ve davranışların nedenini, kişilerin bildikleriyle ve özgürleşme düzeyiyle ilişkilendiren yazılar oluyor.

Kişilerin bildikleri, bir yandan içinde yaşadıkları aile, doğa, toplum ve üretim ilişkileriyle, öte yandan da amaçlı ve sistematik bilgilerin öğretildiği okul-örgün eğitimle ilişkili oluyor.

Kişilerin öğrendikleri de, genellikle inanç bilgisi ve bilimsel bilgilerle ilişkili oluyor.

İnanç bilgisi, inanılan tanrının ve varsa onun peygamberinin söyledikleriyle sınırlı oluyor. O inancın ortaya çıktığı günden bu yana, inanç bilgileri yeni kuşaklara aktarılıyor. Dünyada, Budizm ve Hinduizm gibi göksel (semavi) olmayan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi göksel inançlar bulunuyor. Bu inançlar arasında yalan söylememe ve hırsızlık yapmama gibi ortak değerler olsa da, pek çok konuda temel inanç farkları bulunuyor. En temel inanç konusu olan ‘Tanrı’ konusunda bile temel farklılıklar bulunuyor. İnanç bilgisi, ancak o inanca mensup kişiler için geçerli oluyor.

İnanç bilgisi, tartışılmaz, eleştirilmez ve de değişmez bilgi olarak kabul ediliyor. Bilgi düzeyi ağırlıklı olarak inançla sınırlı olan kişilerle inancına ortalamanın üzerinde önem atfedenler, kendi inançlarını diğer inançlardan üstün görüyor. Bu tür kişilerin günümüzde de, genelde Müslüman ise 1300-1400 yıl ve Hıristiyan ise 2000 yıl öncesinin bilgilerine göre hareket etme olasılığı yükseliyor. Bu kişilerin son 1300/2000 yılda değişen ve gelişen bilimsel bilgilere ve çağdaş değerlere önem vermesi zorlaşıyor. Kendi inancını diğer inançlardan üstün görenlerin bir bölümü, inançların ortaya çıktığı yüzyıllarda olduğu gibi, güç kullanarak kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye kalkışıyor. Bu nedenle inanç bilgisinin günlük yaşama yansıtılması ve de hele dayatılması, barış içinde yaşamayı yok eden bir durum oluyor. IŞİD olayı ile günümüzde örneğin Afganistan’da, Suriye’de ve Yemen’de yaşan iç savaşlar yanında ülkemizde zaman zaman ortaya çıkan Alevi ve Ermeni karşıtlığının temelinde de bu inanç bilgisi etken oluyor.

Kişilerin bildiklerindeki inanç bilgisinin ağırlığı, koronavirüsle ilişkili davranışlarda da açıkça görülüyor. “Camiye virüs falan girmez, virüsten korunmak için abdest al ve namaz kıl” gibi söylemler ile maske takılmaması, kalabalığa karışma ve sosyal mesafeye aldırmama gibi davranışlar da, genelde inanç bilgisiyle ilişkili oluyor.

Dünya görüşleri ağırlıklı olarak 1300/2000 yıl öncesinin değerleriyle sınırlı olanların kendi inancındaki yetkililerin söylediklerine kanması ve ona göre davranması olasılığı da artıyor. Hatta inandıkları kişilere, “Peygamber gibisin; Allah çocuklarımın ömrünü alsın size versin” gibilerden güzelleme yapanlar bile çıkabiliyor.

Son 1300 yılda ortaya çıkan gerçeklere ve evrensel değerlere aldırmayanlar, söylem ve davranışları yüzlerce yıl öncesinin değerleriyle sınırlı olanlar, yetkili makamlara gelmiş olsalar da, günümüzde yeri olmayan söylemlerde bulunabiliyorlar. Örneğin “18 yaşına kadar herkes çocuktur” maddesini içeren Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalamış bir devletin resmi kurumu olan ve üstelik bir sürü profesör unvanlı yetkililerin çalıştığı koca Diyanet, “9 yaşındaki kız evlenebilir, telefonla ‘boş ol’ denebilir” gibi veciz(!) laflar edince, tüm dünyanın gözünde komik duruma düşüyor.

Oysa son 1300/2000 yılda, inanç bilgileri değişmemiş olsa da, bilimsel bilgiler ve değerler çoook değişmiş bulunuyor. Çünkü bilimsel bilgiler, tartışılabiliyor, eleştirilebiliyor, sorgulanabiliyor, doğrulanabiliyor ve de değişebiliyor. Bir bilginin bilimselliği de bu özelliğinden geliyor. Yeni bir bilgi üretildiğinde, bu bilgi hemen kabul görmüyor, irdeleniyor, bir yanlılık olup olmadığı araştırılıyor. Doğrulanan bilgi de yeni bilgilerin üretilmesinde etken oluyor. Bilimsel bilgiler çoğalıp gerçekler ortaya çıktıkça, yaşam gerçekle uyum haline dönüşürken değerler de ona göre yeniden şekilleniyor.

Örneğin koronavirüs konusunda, bu virüsle baş etme arayışında olanlar, “inancım ne” ya da “İnançlar bu konuda ne diyor?” demiyor. “Hangi dua kaç kez okunursa bu virüsün önü kesilir” arayışına da girmiyor. İnancını değil aklını, dini bilgileri değil konuyla ilişkili bilimsel bilgileri kullanarak arayışını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak taaa Hipokrat’tan bugüne kadar üretilmiş sağlık bilgilerinin ışığında ve de virüsün olası etkilerine bakarak çözüm bulmaya çalışıyor.

İnanç bilgisi dışında öğrenilenlerin gerçekle ilişkili olup olmaması da insanların bilgilerinin ve davranışlarının niteliğini belirleyebiliyor. Son padişah Vahdettin’in yurtsever olduğu, II. Abdülhamit zamanında Osmanlının hiç toprak kaybetmediği, Osmanlıcanın yaygın bir dil olduğu, padişahlığın ve de hilafetin yararlı bir sistem olduğu, fethin erdem olduğu yönünde bilgilenmiş kişilerin yaşamı kolay kolay gerçeklerle bağdaşmıyor. Ayrıca inancını öne çıkaranlarla gerçek olmayan bilgileri öğrenmiş olanlar, her konuya inançlarına ve kendilerine öğretilenlere göre yaklaştıklarından yeni şeyleri öğrenmeye karşı da dirençli olabiliyor.

Bu nedenle eğitim- öğretim süreçlerinde, inanç bilgisi ile bilimsel bilgi önemli olduğu kadar, öğretilenlerin gerçeklerle bağdaşıp bağdaşmaması da önemli oluyor. Türkiye’deki eğitim sistemi, öğrencinin bilişsel gelişimini sağlayıp onun özgürleşmesine yönelik olmadığında, giderek hem dini öğretimin hem de gerçek dışı bilgilendirmelerin dozu artırılıyor. Güzel sanat dersleri azaltılarak öğrencinin duyuşsal gelişimi sınırlanıyor. Bilimsel derslerin süresi ve önemi azaltılarak ve de evrim kuramından uzaklaşılarak, öğrencinin gerçeklerden kopmasının, düşünmeyip, sorgulamayıp, eleştirmeyip ve araştırmayıp öğretilenlere bağımlı kalmasının olasılığı artırılıyor.

Var olan eğitim sistemini değiştirmeden, kişilerin özgürleşmesini ve gerçekçi davranışlarda bulunmasının zor olduğunu bilmek gerekiyor.

[email protected]