Görünürde hukuksal meşruiyetinin olduğu söylenen silah kullanmanın hangi amaçlarla ve kimler için uygulandığı, nasıl olağanlaştırıldığı ve genişletildiği, cezasızlık ikliminde kimlerin lehine dönüştüğü emekçi halkın belleğinde

Bekçiler, silah kullanma ve bitmeyen bir yıl

Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu 18 Haziran’da yürürlüğe girdi. Genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak üzere, emniyet ve jandarma teşkilatları bünyesinde silahlı bir kolluk olarak çarşı ve mahalle bekçileri (yazıda bekçi) istihdam edilecek.

Bekçilere verilen görev ve yetkiler yönünden birçok konu tartışmalı ve sorunlu. Bekçi, genel kolluk kuvvetlerinin yardımcısı olarak bireysel ve toplumsal yaşamın hep içinde olacak, geniş ve belirsiz görev ve yetkileri konusunda geniş değerlendirmeye/takdire sahip olacak ve de silahlı olacak. 

Kanun, daha başında tanımı yapıyor: silahlı yardımcı. Halkın arasında silahlı insanlar dolaşacak, çocuklar silahlı insanlarla yan yana olacak.

Halka yardımı, halkın istirahat, sağlık ve selametini silahlı insanlar sağlayacak. “Kimlere karşı, kimler için” soruları konusunda birçok yanıt bulabilirsiniz. 

Herkesin 18 Haziranda Resmi Gazete'de yayımlanan Kanunu okuması ve bilmesi gerekir diyeceğiz ama belirsizlik ve yetki keyfiliği karşısında okumak ve bilmek yetmiyor. Daha doğrusu okuyanın bilmesi yetmiyor çünkü belirsizliği giderecek olan silahlı bekçi. 

Kanun çıkmadan önce bekçilerle yaşananlar belliyken Kanunla verilen geniş ve belirsiz yetkiler “bekçi sorunu”yla sık karşılaşacağının emarelerini açıkça veriyor. Kanunun varlığı yeterli değil, hukuk ilkelerini içinde taşımayan bir kanun istenildiği gibi uygulamaya, keyfiliğe açık. 

Bekçinin silah kullanma yetkisini, polis, jandarma, özel güvenlik görevlisi, gerektiğinde iç güvenlik için göreve çağrılabilen TSK mensubuyla ve silah yetkisinin kullanılma hiyerarşisiyle bütünsel düşünmek gerekiyor. Bir de bunlar dışında hukuklu/hukuksuz silah taşıyan veya bulunduranlar var halkın içinde. Hemen her yerde patlayan ya da patlamaya hazır silah var sözün kısası. 

Konu, yaşam hakkı, güvenlik ve hukukla birlikte yargıyı da yakından ilgilendiriyor. Anayasal denetimde Anayasa Mahkemesi de devrede ve silah kullanmanın Anayasaya aykırılığı konusunda sınırlı sayıda karar var. Uygun bulunan kurallar daha çok.  

Anayasanın o çok başvurulan “herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmünün yer aldığı  (17.) maddenin son fıkrasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme filleri yaşama hakkının istinası olarak duruyor, Anayasa Mahkemesi de Anayasaya uygunlukta bu istisna hallerine dayanıyor. 

Görünürde hukuksal meşruiyetinin olduğu söylenen silah kullanmanın hangi amaçlarla ve kimler için uygulandığı, nasıl olağanlaştırıldığı ve genişletildiği, cezasızlık ikliminde kimlerin lehine dönüştüğü emekçi halkın belleğinde. 

Yıllardır yaşamına son verilenleri veya yaralanıp sakat bırakılanları Haziran Direnişi, Berkin Elvan..… diyerek öncesiyle ve sonrasıyla sıralamakla bitiremeyiz. Nihayet “yargısız infaz”, “hedefe atılmayan kurşun”, “serseri kurşun”, “maganda kurşunu” gibi sözcüklerin dilimize yerleştiği ve bu tür olayların önlenemediği bir toplumda yaşıyoruz. 

Bu derin konuyu hem olumluyu hem de olumsuzu görebileceğimiz bir örnekle bitirelim.

1996 yılında Terörle Mücadele Kanununa “Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı aletli silah kullanmaya yetkilidirler” şeklinde bir madde eklenmişti. Madde için Anayasa Mahkemesine iptal davası açıldı.

Anayasa Mahkemesi kuralda faillerin kullanmaya teşebbüs ettikleri silahın ateşli silah olup olmadığına bakılmaksızın ve başka türlü etkisiz hale getirilmeleri olanağı gözetilmeksizin küçük bir müdahale ile önlenebilecek olaylarda dahi görevlilere ateşli silahlar kullanma yetkisi verildiğini; teslim ol emrine uyulmaması ve silah kullanmaya teşebbüs edilmesinin, görevlilerin her zaman doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmalarını zorunlu kılacak nitelikte bir durum olmadığını; olayların özelliğine göre, bu yöntemlere başvurulmaksızın doğruca ve duraksamadan hedefe karşı "ateşli silah" kullanılmasının yaşama hakkının zedelenmesi sonucunu doğuracağını belirterek maddeyi Anayasanın 17. maddesine aykırı görerek iptal etti.

Buraya kadarı olumlu ve bekçiler dahil birçok kolluk görevlisine verilen silah kullanma yetkisinin belirsiz, değerlendirmeyi ve takdiri görevliye bırakan kurallara dayanmaması gerektiğini söyleyen bir örnek var elimizde.

Ama 1999 tarihli (K.1999/1) kararın devamı hiç de olumlu değil. Anayasa Mahkemesi, bu iptal sonucu hukuksal boşluk meydana geldiğini söyleyip, bu boşluğu kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görerek iptal hükmünün kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesini uygun gördü. Yasama Organına boşluğu doldurmak için bir yıl gibi uzun bir süre tanındı. 

“Doğruca ve duraksamadan” hedefe karşı silah kullanma Anayasaya aykırı bulundu ama bir yıl boyunca yeni bir kanunla boşluk doldurulmazsa, silah kullanmanın yolu kapatılmadı. 

1999’daki boşluk, değil bir yıl, yıllar sonra ancak 2006’da; “Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda ‘teslim ol’ emrine itaat edilmemesi veya silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidirler” şeklinde dolduruldu. 

Halen yürürlükte olan bu kuralın hukuken Anayasa Mahkemesi iptal gerekçesini karşılayıp karşılamadığını hukukçulara, okuyucuya bırakalım. Ama uygulamada o bir yıl hiç bitmedi, bitmiyor. Düzene ve iktidara karşı farklılıkları terör gibi göstermek de bitmedi, bitmiyor.

Bu düzen değişmeden de bitmeyecek gözüküyor.