On beş yılın sonunda halife ordusu şehri kuşatıyor. Şehirde açlık ve ardından çözülmeler başlıyor. Dirençleri kırılıyor. Paralı askerlerden oluşan ordu kenti yakıp yıkıyor. Büyük zenci katliamı sonrasında halifenin önüne çok sayıda kesik baş konuluyor. Beyaz olanın Ali bin Muhammed olduğu anlaşılıyor. On beş yıl boyunca Abbasi halifeliğini temellerinden sarsan isyan 883 yılında bir katliamla bastırılırken özerk zenci devleti yıkılıyor.

Bataklık savaşçıları: Zencilerin isyanı

İslam tarihinin en uzun soluklu devletlerinden biridir Abbasiler (749-1258). Halifelerinin soy ağacı Kureyş’in Haşimoğulları’na kadar uzanır, vardığı yer peygamber ailesidir. Ağırlık merkezleri bu günkü Irak topraklarıdır. Kurucu Ebu’l Abbas Abdullah, Emevi hanedanının yıkıcısı olarak bilinir. Kendine yaraştırdığı lakap el-Seffah’tır. “Kan dökücü” anlamına gelir. Esasen soracak olursanız bütün İslam tarihinde hanedan değişikliklerinin temelinde yatan da budur. Her hanedan el-Seffah’tır. Birbirlerini doğrayarak iktidar olmuşlardır.

Abbasilerin en parlak dönemlerinde hükmettikleri topraklar Kuzey Afrika’dan İran’a, İran’dan Orta Asya’ya kadar uzanır. Hükümranlıkları beş yüz yıl sürmüştür.

Dicle ve Fırat. Bizim buranın dağlarından doğarlar, beslenirler. Aynı yöne doğru çoğalarak akarlar. Irak topraklarına girdikten sonra ayrı yataklarda olsalar da birlikte akışlarını sürdürürler. Sonra aynı yatağa girerler. Birleşip coşarlar. Şattü-l Arap adını alırlar. Sonra bir alüvyon yığıntısı bırakıp Basra Körfezi’ne dökülürler.

Dicle ve Fırat arasında kalan topraklara Mezopotamya adı verilir. Ve derler ki insanın büyük serüveni bu topraklarda başlar. Bu bereketli toprakların bir bölümü,iki nehrin birleştiği yerden başlayarak Kufe’ye kadar uzanan bölge, nehirlerin taşmasıyla oluşan bataklıklarla kaplıdır.

Abbasiler döneminde İslam tarihinin ilk ve en büyük başkaldırısı bu bataklıklardan patlar.

“Dihkan” deniliyor büyük toprak ağalarına. Şehirlerde büyük konaklarda yaşıyorlar. Sahip oldukları binlerce dönüm verimli toprağın yanı sıra bir o kadar bataklık arazisinin kontrolünü ellerinde tutarlar. Bataklar pirinç üretim alanları olarak işletilir. Şattü-l Arap’ın ağzından gelgitlerle içerilere kadar uzanan denizin bıraktığı tuz, “Allah’ın sevdiği kullara verdiği bir nimettir”. İşlendikten sonra fıçılarla Basra Körfezi’nde bekleyen gemilere taşınır. Ambarlarda yer açmak gerekir. İhraç mallar, pirinç, tuz, pamuk, şeker kamışı balyaları yüklenirken ithal mallar indirilir: Kara derililer!

Sudan, Etiyopya ve Zengibar’dan getiriliyorlar. Esirci tacirler, “mallarının” dayanaklılığının ve imanlarının sağlamlığına kefil oluyorlar. Tacirler Müslimler güvenilir ve dürüst oldukları söyleniyor.

Gemilerden indirilen kara derililer batak topraklara sürülüyor. Kuran’da köleliğin meşru görülmesi ne kadar iyi. Toprak sahiplerinin bundan ötürü öte tarafta sorguya çekilmeyecek olmaları ne güzel. Her ne kadar Allah köle sahiplerine seslenerek; kölelerinize giydiklerinizden giydirin, yediklerinizden yedirin diyorsa da, nihayetinde bunun bir tavsiye olduğunu unutmamak gerekiyor. Bildiğiniz gibi tavsiyelere uyma zorunluluğu olduğunu kimse iddia edemez. Allahın’da böyle bir zorunluluğu dayattığına dair bir işaret görülmediğine göre karın tokluğuna çalıştırmanın ne sakıncası olabilir. Her gün köle başına bir avuç kavrulmuş buğday ve iki hurma yetiyor. Şanslı olanlar var. Üzeri hurma dallarıyla örtülmüş çamurdan örülmüş duvarlarıyla “kuh” denilen tek odalı bir kulübeye sahip olanlar en azından yağmur mevsimi gelinceye kadar şanslı sayılıyorlar. Aşırı yağmurlar kulübeleri alüvyon olarak Şattü-l Arap’a taşıyor. Çoğunluk buna bile sahip değil ve açık havada yatıyorlar.

Veba ve sıtma sıradan hastalıklar. Bir de ad bulmuşlar: Zenci hastalığı… Her gün yüzlercesi ölüyor. 

Bataklık fokurduyor.

Kaynaklarda üç yüz bin ile beş yüz bin arasında zenci köleden söz ediliyor. Pamuk, pirinç, tuz sahalarında karın tokluğuna çalışıyorlar…

Ve bataklık fokurduyor… 

Ben bunu bilir bunu söylerim. Şair kısmı tekin olmaz!

Ali b. Muhammed. Gezgin bir şair.

Abbasi’lerin şaşalı yılları arkalarında bıraktıkları gerileme dönemindeyiz (850-1200). Türk paralı askerlerinin, halife sarayında etkilerinin arttığı, Türk yöneticilerle yerli halk arasında “niza”nın had sayfaya vardığı; israf içindeki saray harcamalarının yükünün salınan vergilerle halkın sırtına bindirildiği bir dönemdeyiz. Bir de bataklık çocukları. Gezgin şair, koca bir İslam coğrafyasını, Bedevi çölleri dahil, gezdikten sonra Basra bataklıklarına geliyor.

Şairimiz adıyla müsemma… Soyağacı iki kuzen, Muhammed ve Ali’ye kadar uzanıyor.

“Vay başıma gelenler!/ Bağdat’taki saraylara/ bu sarayların bir araya getirdikleri her günahkara/ buralarda içilen şaraplara/ ve günahlara istekli erkeklere/ işte bu 

gibi alanlara/ atları zorla sürüp sokmazsam/ Fatimatü’z-Zehra’nın oğlu olmayayım!”

Bu noktada küçük bir parantez açmak isterim: Fatimatü’z-Zehra, peygamberin ilk eşi Hatice’den doğma kızıdır. Ali’yle evlenmiştir. Ömer’in de kayınvalidesidir.

Şimdi kaldığım yerden devam edebilirim:

Ali b. Muhammed üzerinde “Allah, müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır…” ayeti yazılı olan kırmızı-yeşil iki renkli isyan bayrağını Bağdat’a veToprak ağalarına karşı açıyor. Köleler için gayet değerli bir ayet olmalı. Ben şöyle okuyorum:  Siz Müslüman olmakla  zaten malınızı ve canınızı  Allah’a sattınız, karşılığında da öte tarafta cenneti alacaksınız, fena bir alışveriş sayılmaz… Güzel. Artık bu durumda toprak ağalarına,saraya,halifeye gerek maldan, gerekse candan satacak hiç bir şeyiniz yok demektir. Geriye ne kaldı: zincirleriniz… Böyle okuyorum. Bu daha da güzel!

Öncelikle şunu kaydetmek gerekiyor; Sünni İslam tarihçileri, müesses nizama karşı gelenleri Haricilik ya da Şiilikle suçlamayı pek seviyorlar. Ali b.Muhammed’in “Harici” olmasını çok istiyorlar. Olmuyor. Çünkü hiçbir söyleminde bunun işaretini vermiyor .Bu defa, “Harici” yapamadık bari “Şii” yapsak gayreti içine giriyorlar, evet, soyağacı oraya kadar uzanıyor ancak isyancı liderin kendisi adına hutbe okunurken geçmişin ilk dört  halifesinden özellikle ikisine, halife Osman ve halife Ali’ye minberden ağır küfürler ediliyor olması, bu gayret içinde olanlara kapıyı kapatıyor. Geriye kaldı “Haşhaşilik”. Ne kadar yazık. Bunun için de zamanı denk getiremiyorlar. Yine de bir aidiyet ve buna bağlı bir tanım gerekiyor şunları buluyorlar: Habis, lain, hain, aduvvullah, Ali’’nin nesebi şüpheli evlatlığı, müneccim, zındık bir feylesof…Beğendiğimizi seçme özgürlüğüne sahibiz! Sıralamada dördüncü sırada yer alan aduvvullah, Allah’ın düşmanı, Yahudi anlamına geliyor.

Aynı tarihçiler onu kültürel yönden yetkin, liderlik ve askerlik yönünden ise son derece başarılı bulurken şunları da ilave etmekten  kendilerini alamıyorlar:

“O toplum tarafında dışlanıp hor görülen, kendilerine hiç itibar edilmeyen, karın tokluğuna çalıştırılan, bazen günlük azığı dahi bulunmayan, eğitimsiz, kültürsüz, barbar ve şehvet düşkünü Zencileri, siyasi kişiliği ile kendine bağlamış ve samimi bir kitleye çevirerek kendi plan ve niyeti uğrunda kullanabilmiştir.”

10 Ağustos 869’da yazılanlara göre Ramazan ayının birinci günü, iki renkli, kırmızı –yeşil bayrağı çeken bataklık çocukları, bataklık savaşçılarına dönüşüyor. On iken yüz, yüz iken bin, on bin, yüz bin, evet abartılı bulunabilir ama yazılanların yalancısıyım, 300 bine çıkıyor kara derililerin sayısı. İsyan on beş yıl sürüyor. İsyanın henüz başında iken köle sahipleri Ali b. Muhammed’e üç beş toprak ağası başkanlığında bir heyet gönderiyor, burası çok eğlenceli, Ali isyanın durdurulması için kendisine teklif edilen köle başına beş dinarı reddetmeden önce bir grup köleyi, artık özgür savaşçı, çağırarak oracıkta bekleyen toprak sahibi ağaları bir temiz dövdürtüyor! Bana göre sadece bu bile kendi başına eğlenceli olmasına eğlenceli de, dayak yiyenlerin evvelce kölelere en çok eziyet eden Bağdatlıların olmasını bilmek daha bir hoş oluyor!

Başlarda silahsızlar. İlkin Peygamberin ailesi olan Haşimoğulları’nın silah deposunu sopalarla basıyorlar. Silahlanıyorlar. Sık çalılıklar ve bataklıklarla kaplı ve çok iyi bildikleri arazide gerilla usulü savaşarak üstlerine gelen ve daha çok Türklerden oluşan paralı birlikleri her defasında dağıtıyorlar.İki yıl içinde yarı düzenli orduya geçiyorlar. Şattü-l Arap’tan körfeze iniyorlar. Çokça gemiyi vurup sadece karada değil, denizde de cephe açıyorlar. Köle ordusu ilkin karadan ve denizden kuşattıkları Übülle’yi ele geçiriyor. Girdikleri her şehir ve her kasabada büyük kıyım yaptıklarını okuyoruz. Abadanlılar direnmiyorlar, şehrin anahtarını Ali’ye teslim ediyorlar. Cubba ve Ahvaz halkı şehri boşaltıp kaçıyorlar.

Basra bataklıklarında başlayan isyan  güney Irak ve Huzistan eyaletinde ki yoksul köylüleri de ayağa kaldırıyor. Üstlerine gönderilen orduları bozuyorlar ve Irak’ın büyük kentlerini ele geçiriyorlar. Merkezi hükümetten tamamen koparak adeta yeni bir devlet kuruyorlar. Devlet demenin bir sakıncası olduğunu sanmıyorum. Zira bunun şartlarının büyük ölçüde mevcut olduğu görülüyor: Bayrak, para ve hutbede Ali bin Muhammed… Bir de başkent gerekiyor. Bataklığa, isyanın başladığı yere bir şehir inşa ediyorlar. Heyecan verici olmalı, adını “seçkin” anlamına gelen Muhtara koyuyorlar.    

On beş yılın sonunda halife ordusu şehri kuşatıyor. Şehirde açlık ve ardından çözülmeler başlıyor. Dirençleri kırılıyor. Paralı askerlerden oluşan ordu kenti yakıp yıkıyor. Büyük zenci katliamı sonrasında halifenin önüne çok sayıda kesik baş konuluyor. Beyaz olanın Ali bin Muhammed olduğu anlaşılıyor. On beş yıl boyunca Abbasi halifeliğini temellerinden sarsan isyan 883 yılında bir katliamla bastırılırken özerk zenci devleti yıkılıyor.

Kaynaklar:Mustafa Demirci,Siyah Öfke,Ortaçağ İslam Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı(869-883).

Carl Brockelmann,İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev.Neşet Çağatay,T.T.K.

İslam Ansiklopedisi,Abbasiler maddesi.