Üniversitelerin dünya mirasına sahip çıkıp Ayasofya’nın müze olarak kalmasını savunması beklenirken, İTÜ ortaya atılıyor: 'Ayasofya’nın, Fatih Sultan Mehmet’in Vakfiyesi doğrultusunda Cumhurbaşkanımızın imzasıyla ibadete açılması kararı milletimize hayırlı olsun' açıklamasını yapabiliyor! 

Ayasofya

Bir avuç fanatik dindar dışında İstanbullunun Ayasofya’nın cami olması gibi bir derdi bulunmuyor. Bu durum herhalde kentli nüfusun göreceli olarak laik bir yaşama daha çok alışmış olmasından ve de kırsal nüfusa göre Müslüman olmayan yurttaşlarla daha çok birlikte olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca kentli nüfus, öğrenim düzeyi kırsal nüfusa göre daha yüksek olduğundan farklılıklara daha hoşgörülü olabiliyor. 

Ancak eğitim sisteminin ırkçı, cinsiyetçi ve gerici niteliğinden kendini kurtaramayıp laikleşemeyen kesimler inancına öncelik veriyor. Türkiye’nin büyük çoğunluğu gibi Arap Müslümanları arasında da laik olanlar bulunuyor. Ancak AKP lideri zaman zaman, “Müslüman laik olmaz” diyerek, inancına öncelik veren kesimlerin herhangi bir nedenle laikleşmesini engellemeye çalışıyor. Çünkü insanlar laikleştikçe, insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsediği gibi, başkalarının ırkına da, inancının da, kendi ırkı ve inancı kadar kutsal olduğunu anlayıp benimsiyor. İnsanlar laikleştikçe, kendi gücünün ayrımına varıp özgürleşiyor; sorgusuz sualsiz bir kişinin peşinden gitme olasılığı azalıyor.  

Bu nedenle piyasacı ve gerici iktidarlar, insanların ve toplumun laikleşmesini çeşitli yollarla engellemeye çalışıyor. Tabii ki bunun en etkin yolu eğitim-öğretim süreçleri oluyor. Bu süreçlerde, örneğin İslam’ın/Hıristiyanlığın en büyük din, Kuran’ın/İncil’in en kutsal kitap ve Hz. Muhammed’in/Hz. İsa’nın en büyük peygamber olduğunu öğrenen çocuk, aynı zamanda diğerinin önemsiz olduğunu da öğrenmiş oluyor. Bu tür öğretilerden geçenlerin diğer inançlara saygı göstermesi ve onları da eşdeğerde görmesi kolay olmuyor. Bu nedenle eğitim bakanı Selçuk, “nitelikli lise” dediği liseler içinde imam hatip liselerinin sayısını her yıl diğer lise türlerinden daha fazla artırıyor; nitelikli imam hatip lisesi sayısı geçen yıl 309 iken bu yıl 505’e çıkarıyor. Üstüne üstlük gerici iktidarlar günlük söylemleriyle ve de icraatlarıyla da kişilerin laikleşmesini engellemeye çalışıyor. 

Ayasofya camiye dönüştürülmemiş olsa, müze olarak tüm dünyanın kültürel mirası olduğu kabul edilmiş olacak, en azından insanların bir bölümü, barışseverliğin, insan haklarının diğer inançlara saygının öne çıktığını görecek ve bu durumu benimseyip laikleşecek; AKP’nin hiç istemediği yönde bir gelişme olacak. Bu nedenle AKP’nin Ayasofya politikası bir bakıma kişilerin laikleşmesini engelleme işlevi görüyor. 

Laikleşmeyi engelleme bağlamında da AKP’nin stratejik davrandığını teslim etmek gerekiyor. 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği halkoylamasından sonra, Danıştay başkanlığına arkadaşının gelmesi üzerine, Bülent Arınç, “Yüce Allah’ım, verdikçe veriyor” demişti. Sonra, Başbakan’ın önünde cüppesinde düğme arayan, Başbakan ile çay toplamaya giden ve Başbakan yargının açılış günü yapılan bir toplantıdaki konuşmacıya kızıp toplantıyı terk ederken onun peşinden giden bir kişi Danıştay başkanlığına gelmişti. Şimdiki Danıştay başkanı da, 31 Mart 2019 belediye başkanlığı seçimlerinde, aynı sandıkta kullanılan 4 farklı oydan, yalnız AKP’nin kaybettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal etme başarısını gösteren bir hukukçu. 2010’dan bu yana Anayasa’ya aykırı pek çok yasa çıkarılmış olsa da Anayasa Mahkemesi’nin herhangi bir yasayı, “Anayasanın laiklikle ilgili maddeleriyle örtüşmediği için” iptal ettiği görülmüyor. Benzer şekilde Danıştay’ın da “Anayasanın laiklikle ilgili maddeleriyle örtüşmediği için” iptal ettiği yönetmelik ya da genelge de yok. 

Danıştay bu nitelikte olunca, devletin karar ve uygulamalarına karşı sınırlı bir süre içinde idare mahkemelerine/Danıştay’a dava açılabileceğine aldırmıyor, Ayasofya konusunda 86 yıl sonra açılan bir davayı karara bağlayabiliyor. Cumhuriyetin kurucu iradesinin yok sayılmasını ve sanki Osmanlı hukukunun hâlâ geçerliymişçesine bir hava yaratılmasını sağlıyor. Bir piyon olarak kullanılmayı kabullenip AKP’ye Cumhuriyeti kuran iradeye hakaretler yağdırma fırsatı yaratıyor. AKP’nin Ayasofya oyunuyla, gündem değiştirmesine ve üstelik UNESCO’yla büyük devletlere kafa tutmuş havası vererek ek prim yapmasına yardımcı oluyor. Danıştay haddini aşıyor ve hatta anayasal suç işliyor, “Osmanlı hukukunun Cumhuriyet hukukunu geçersiz hale getirmesine” kalkışıyor. Bu durum Danıştay başkanının, YSK üyesi olarak bir sandıkta kullanılan 4 farklı oydan yalnız AKP’nin aleyhine olanı iptal etmesine benziyor. 

AKP Genel Başkanı, 31 Mart 2019 seçimlerinden önce Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle ilişkili olarak, “Önce Sultanahmet’in dolduralım da…" ve bir TV’de canlı yayında, “Bunları da aşmak bizim için sorun değil ama getirisi götürüsü nedir? Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bizim binlerce camimiz var. Bunu söyleyenler acaba o camilerin başına ne gelir düşünüyor mu? Bunları düşünmeden söylüyorlar. Bunlar dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim" diyor. Danıştay’ı kullanarak şimdi de Ayasofya’nın camiye dönüşmesini sahiplenerek yine prim yapıyor. 

On bir yüzyıl kilise, beş yüzyıla yakın bir süre de cami ve son 86 yılda da müze olarak kullanılan Ayasofya yeniden cami yapılınca, Diyanet “Özüne döndü” diyebiliyor!

Ne yazık ki AKP istediğini alırken ve ülkeyi bir adım daha geri götürürken, laikliğe sahip çıkması beklenen kesimler ve laikliği savunması gereken muhalefet yine toplumu hüsrana uğratıyor. 

Akit TV'de Pazar Manşeti programı sunucusu Fatin Dağıstanlı, Ayasofya kararıyla ilgili olarak açıkça, “Şu mesaj önemliydi. Bunun arkasına bir Hilafet gelmeli. Ben bunu önemsiyorum çünkü. … Bunun hem siyasal hem ekonomik çok büyük bir getirisi de olacak. Hem de ümmet için de önemli bir gelişme olacak” diyerek hilafete davetiye çıkarıyor. Laik kesimlerin sessizliği daha da derinleşiyor. 

Kendilerine ‘Atatürkçü İlahiyatçılar’ diyenler, “Fatih Sultan Mehmet’in, fethin akabinde burayı kendi özel malı olarak vakıf mirası vasfıyla şahsına ait kılan tasarrufunun hukuken ve dinen ne kadar doğru olduğu sorusu hâlâ tartışma konusu” olduğunu belirtiyorlar. “Osmanlı vakıf hukukuna vurgu yapılıp, pozitif bilimden güç alan medeni kanundaki miras hukukunun göz ardı edilmesini kabul etmiyoruz” diyorlar. Ancak eğitim, güzel sanatlar, hukuk, ilahiyat ve siyasal bilgiler fakültelerinden de bir ses çıkmıyor. 

Evrensel bir kurum olan üniversitelerin dünya mirasına sahip çıkıp Ayasofya’nın müze olarak kalmasını savunması beklenirken, İTÜ ortaya atılıyor: “Ayasofya’nın, Fatih Sultan Mehmet’in Vakfiyesi doğrultusunda Cumhurbaşkanımızın imzasıyla ibadete açılması kararı milletimize hayırlı olsun” açıklamasını yapabiliyor! 

Görüldüğü gibi büyük çoğunluğu laikliği benimsemiş toplumumuzun bir talihsizliği, piyasacı ve gerici iktidarlar ise diğeri laikliği savunması beklenen muhalif partilerle üniversiteler oluyor.

[email protected]