'Askıda ekmeği' tartıştırmayı başarabildiler, büyük bir başarı. Ama kalıcılığı yoktur bu başarının: Kapitalist sömürünün kendisi, her dakika kendini hatırlatacaktır.

Askıda can

Başarı olarak görülebilir, bunun bir önemi ve kalıcılığı varsa...

21. yüzyıldayız ve yönetenler "evine ekmek götüremeyen var mı"yı tartıştırıyor.

Sınır "ekmekte" çizildi! Üstelik henüz tuzu kuru orta sınıfımız da duruma tam olarak uyanabilmiş değil. "Zaten başımıza ne geliyorsa bu hamur işinden geliyor. Balık yiyin balık! Fosfor alın zihniniz açılsın" diyen de yok.

Sınır ekmekte çizildi.

21. yüzyılda, verimli ovaların, cömert denizlerin, serin yaylaların ve coşkun ırmakların ülkesinde!

Adaletsizliğin, eşitsizliğin, yoksulluğun ölçütü "ekmekte" çizilince ülkeyi yönetmek kolaylaşıyordur belki.

Sonra askıda ekmek diye bir şey atıldı ortaya. Herkes onu tartıştı.

Mesele sadece bir nicelik meselesi de değil. “Ekmek mi yani, bize bir somun ekmek mi yetecek?” sorusu değil soru.

Marksizm, binlerce yılın biriktirdiği komünist idealleri yeni ve gerçek bir dünyanın kapılarına taşırken şu önemli buluşu yapmıştı: Sömürünün, adaletsizliğin, bir sınıf yoksullaşırken, bir başkasının zenginleşmesinin, toplumsal tahtırevallinin ortaya çıktığı yer üretilen zenginliğin paylaşıldığı nokta değil. Üretimin başladığı, üretim araçlarının sahipliğinin ortaya çıktığı nokta.

Sömürünün sonlandırılması, sosyal adalet... Bunların kapısı da “paylaşımda” değil “üretimde” açılıyor.

“Neo liberalizmin tadı tuzu kalmadı, başka bir liberalizm bulmamız lazım” diyenlerin, “bir icat yaptım: yurttaşlık ödeneği” diye ortalığa çıkanların, “yandaş şirketlere el koyalım, ihalelerden haksız para kazandılar” buyurmaya çabalayanların ve dahi “komşusu aç yatarken kendisi iki koyun kesip dağıtmayı, guruldayan mideleri ara sıra susturup, sadakayla minnettar kılmayı beceremeyen olayı anlamamıştır” düsturuyla yücelik taslayanların yanına bile yaklaşmadıkları gerçek bu...

Sorun zenginliği nasıl paylaşacağımızda değil, sorun zenginliğin üretimini nasıl örgütleyeceğimizde.

Çok mu kitabi?

Hiç değil: Salgın var. Pandemi: Tüm dünyada bir hastalık yayılıyor. ABD’de tedavi için 30 bin dolar bayılamayanların öldüğü gerçeğiyle başladık pandemi günlerine. Bizde tedavi bedavaydı! Bizde bedavaydı ama...

Hacı Sabancı yalısının bahçesinde (bahçe diyoruz da denizin kıyısı oluyor) gitmeyen bisikletin pedalını çevirirken, onun fabrikalarında çalışanlar servislere, otobüslere doluşarak çalışmaya gidiyorlardı.

Yani eşit dağılmayan, paylaşılmayan sadece zenginlikler değildi. Yük eşit dağıtılmıyordu! Mülk sahibi sınıflar her gün testten geçirilmiş hizmetçilerle kapandıkları yalılarında uzaktan (!) uzaktan çalışırken, emeğinden başka serveti olmayanlar yükü sırtlanıyordu: Fabrikalar durursa ne yer ne içeriz, ulaşım durursa, hastaneye bile gidemeyiz. Çalışmak lazım!

Peki...

O yüzden emekçi sınıflar çalışmaya, hayatın sürmesini sağlamak için canını dişine takmaya devam etsin. Mülk sahipleriyse “tüm bu olup bitenler için çok özülmenin” yüküyle yetinsin.1

Bu ülkede “askıda ekmeği” tartıştırmayı başarabiliyorlarsa, bu bir başarıdır.

Ama kalıcılığı yoktur bu başarının...

Çünkü kapitalist sömürünün kendisi, her dakika kendini hatırlatacaktır.

“Askıda ekmekte gözüm yok, şükür evime ekmek götürüyorum. Her sabah tıkış tıkış otobüslerle, bir uyduruk maskeye sığınarak işime gidebildiğim sürece. İşimi kaybedersem nasıl olur bilemem” dedirtecektir.

“Askıdaki ekmek de, bizim müteahhitin diktiği apartmanların depremde sallanması gibi sallanır herhalde. Sallanma periyodu torbanın ucundaki ekmeğin ağırlık merkezinin askıya uzaklığıyla doğru orantılı olacaktır. Ve yerçekimi tüm yerkürede sabit olduğuna göre denklem bundan ibarettir. Ekmeğin kaç gram olduğu da bir fark yaratmaz” diye düşünecektir ataması yapılmamış ve fakat bir özel okulda eksik çalışma ödeneği karşılığı eşşek gibi çalıştırılan fizik öğretmeni.

“Askıda can” icat edilir mi bu durumda?

Sanmam... Çünkü fena çağrışımları olur böylesinin.

  • 1. Üstelik üretimde ortaya çıkan, “fabrikalar nasıl çalışacak, ne üretecek, ne zaman üretecek” kararını daha fazla kârdan başka bir şey düşünmeyen kapitalistlerin vermesiyle ortaya çıkan adaletsizlik, sadece birilerinin daha zengin olup, birilerinin daha yoksul olmasını da sağlamıyor. Adaletsizlik üretilen değerin yıkımıyla da kendini gösteriyor. “Ne üreteceğimize” biz karar vermediğimiz için, karar verenler “toplumun neye ihtiyacı var” diye değil de “nerden daha fazla kazanırımı” gözettiği için... Aptalca şeyler yapıyorlar. Şirketler batıyor, mallar depoda çürüyor... Yani Hacı Sabancı’nın yalısından, özel jetlerinden yediği havyardan çok daha fazlası, el konulan emeğimizin çöpe giden, yıkıma uğrayan, tam ve kesin anlamıyla “ısraf” edilen kısmında elimizden alınıyor.