Her yerde sömürüden, zulümden, adaletsizlikten bunalan halk ayaklanıyor; kendi iktidarının özlemindedir; yani devrim istemektedir; ama örgütsüzdür.

Arap Baharı: On Yıl Sonra

“Arap Baharı”, on yıl önce Tunus ve Mısır’da patlak verdi. Aslında bu iki ülkeyle sınırlıdır. Yine de uzantıları tüm Orta Doğu coğrafyasını sarstı.

Tunus ve Mısır’da halk ayaklanmaları önce yozlaşmış iktidarları devirdi. Yerlerine siyasal İslam geçti; halk direnmesi o iktidarlara da son verdi. 2020’ye gelindiğinde egemen sınıfların tahakkümü süregelmektedir.

Arap Baharı’nı bu aşamaları ile hatırlatmak istedim.

2011: Halk ayaklanmaları yozlaşmış iktidarları deviriyor

Arap Baharı’nı tetikleyen olay Tunus’ta 17 Aralık 2010’da gerçekleşti. Sidi Buzid kentinde işsiz bir üniversite mezunu Muhammed Buazizi pazarcılık yapmaktadır; tezgâhındaki meyvelere zabıta el koyar. Polise şikâyeti sonuçsuz kalan; dahası dayak yiyen Muhammed, bedenini ateşe verir; on dokuz gün sonra ölür.

Muhammed’le dayanışma, önce Sidi Buzid’de, sonra tüm Tunus’ta protestoları tetikler. Gösteriler halk sınıflarının tüm katmanlarına yayılır; ayaklanmaya dönüşür. Başkan Bin Ali’nin önce şiddete dayanan önlemleri; sonra uzlaşı çabaları ve ödünleri sonuçsuz kalır. Bin Ali, ordu ile anlaşır; ülkesini terkeder; Cidde’ye gider.

“Arap Baharı”nın ikinci dalgası, Ocak 2011’de Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimine karşı patlak verir. Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda yüzbinler toplanır; kalkışma, zamanla tüm Mısır’a yayılır; güvenlik güçleri çaresiz kalır. Bir ay sonra Mübarek, başkanlıktan istifa eder; yargılanmak üzere gözaltına alınır.

Tunus ve Mısır, Bin Ali ve Mübarek dönemlerinde fiilen tek lider rejimleriydi. Seçimleri daima, açık-ara kazanan liderler… Ayrıca, devlet aygıtından beslenen, emperyalizme bağımlı, ilkel kapitalizmler…

Tunus’ta Bin Ali ailesi, ekonominin kritik sektörlerinde, yabancı şirketlerle ortaklıklar içindeydi. İktidar, zamanı gelince ailenin genç kuşaklarına devredilecekti.

Mısır’da da benzer bir aile iktidarı yerleşmekteydi. Başkan Mübarek’in oğlu Cemal, iktidar partisinin genel sekreteri idi; bir sonraki seçimde babasının görevini devralacağı peşinen biliniyordu. Mısır, Dünya Bankası’nın ölçütlerine göre “dünyanın en aktif on reformcusu” listesinde yer almaktaydı.

Tunus ve Mısır halkı 2011’de bu iki iktidara son verdi

2012: Tunus ve Mısır’da siyasal İslam iktidarda

2010-2011’de Tunus ve Mısır isyancıları, yozlaşmış Bin Ali ve Mübarek iktidarlarının “gitmesi” hedefinde birleşiyorlardı; o kadar… “Devrimler Çağı”nın Avrupa’sında, 1917 Rusya’sında değildiler; iktidara el koyabilecek örgütleri, sonrasını hedefleyen programları yoktu. Bin Ali ve Mübarek sonrasında “özgür seçimler” hedefinde birleştiler; o kadar…

İki ülkede 2011-2012 seçimleri, ayaklanmalara katılmayan; o aşamada rol almayan Müslüman Kardeşler (Tunus’taki adı “Nahda”) tarafından kazanıldı.

Burgiba’dan bu yana Tunus’ta laik birikim yerleşmişti. Nahda’nın yaygın örgütlenmesi yoktu. Lideri Raşid Gannuşi 22 yıldır Londra’da yaşıyordu. Bin Ali döneminin “tabela partileri” itibarsızdı. Halk sınıflarında yaygın olan Selefi akımların katkısıyla Nahda seçimlerden ilk parti olarak çıktı; hükümeti kurdu.

Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan) ise, Tunus’a göre daha yaygın ve örgütlüydü. Ayaklanmalardan uzak durdu; seçimlere hazırlandı. 2012’deki başkanlık seçiminde İhvan’ın adayı Mohamed Morsi, ilk turda %25 oy aldı. Siyasal partilerden yoksun olarak seçime giren üç laik adayın oy toplamı ise %56’ya ulaşmıştı. İkinci turu Morsi küçük bir farkla kazandı.

Böylece 2011’de Arap baharı, iki ülkede siyasal İslamcı iktidarlarla sonuçlanıyordu.

2013: Halk ayaklanmaları; İslam’cı iktidarların sonu

İslamcı iktidarlar, 2012-2013’te halk sınıflarının sert direnmesiyle karşılaştı.

Tunus’ta Nahda, İslamcı programını, dolaylı yoldan, Selefi hareketler aracılığıyla yürüttü. Selefiler, “Devrimi Koruma Komiteleri” içinde örgütlendi; kültür, giyim-kuşam, basın, siyaset alanlarında “İslâm’ın değerleriyle uzlaşmayan” sembollere, ürünlere, mekânlara, kişilere saldırmaya; baskı, şiddet uygulamaya başladı.

İki solcu aydının (Şükrü Belaid ve Muhammed Brahmi’nin) öldürülmesi bardağı taşırdı. Cenazeleri, yüzbinlerin katıldığı direnme gösterilerine dönüştü. Halk direnmesi sınıf örgütlerini harekete geçirdi. Sendikalar Konfederasyonu ile Ticaret, Sanayi ve Esnaf Odaları arasında ulusal uzlaşma görüşmeleri başladı. Nahda, İslamcı programından vazgeçmeye zorlandı. Kurucu Meclis görüşmelerinde Anayasa taslağı, İslamcı ve laik güçlerin uzlaşması sonunda kabul edildi.

Sonraki yıllarda Nahda, parti programını da İslamcı hedeflerden arındıracak; laik partilerle işbirliğini yeğleyecektir. 2014 seçimlerini kazanan, yüzde 38’lik oy oranı ile laiklik platformu üzerinde oluşturulan yeni bir parti (Tunus Çağrısı) oldu. Bu partinin yönetiminde Burgiba ve Bin Ali dönemlerinin bazı siyasetçileri de yer almaktaydı.

Tunus’ta, zaman zaman Nahda’nın da katılacağı koalisyonlarla yönetilen; hukuk devleti ilkelerinin yerleştiği bir dönem böyle başladı.

Mısır’da ise, siyasal İslam iktidarının sonu, Tunus’tan farklı bir süreç içinde gerçekleşti. Morsi liderliğindeki bir yıllık İhvan iktidarı, İslamcı programı pervasızca yerleştirmeye kalkıştı. Laik bir halk muhalefeti örgütlenmeye başladı; Morsi’yi istifaya çağıran 22 milyon imza toplandı. Temmuz 2013’te milyonlar, bir kez daha meydanlarda bir araya geldi.

İhvan iktidarının sonu gelmişti. Morsi istifa etmek üzereydi. Halk sınıflarının iktidara katılımının ön-koşulları, örgütlenme düzleminde oluşmaktaydı.

Egemen güçler, iktidarı paylaşmayı dahi göze alamadı. Emperyalizmin örtülü desteği altında Genel Kurmay Başkan Sisi’nin askeri darbesi yeğlendi.

2020: Farklı iki güzergâh; ayrışmalar, benzerlikler

“Arap Baharı”nı temsil eden Tunus ve Mısır, on yıl sonra iki farklı durakta bulunuyor: Hukuk devleti ilkelerini içeren temsilî bir demokrasi (Tunus) ile baskıcı bir askerî faşizm (Mısır)…

Ne var ki, 2020’ye gelindiğinde ikisini de birleştiren hazin bir özellik var: Kesintisiz sürdürülen neoliberal programlar, sermayenin yoğunlaşan tahakkümü, halk sınıflarının çaresizliği…

 Bu ortak sonucun arka planında, Arap Baharı’na karşı emperyalist sistemin ilk tepkisi var: Mayıs 2011’de Deauville, Fransa’daki G8 zirvesinde oluşturulan Deauville Partnership with Arab Countries in Transition girişimi önem taşımaktadır. Bu girişim, halk ayaklanmaları ile başlayan “geçiş süreci”ni, Tunus, Mısır ve Fas’a dönük, IMF destekli kaynak akımları ve neoliberal reformlar ile denetlemeyi hedeflemekteydi.

Aynı tarihte Libya ve Suriye iktidarlarına karşı emperyalist saldırganlık tasarlanmaktaydı ve hızla hayata geçirilecekti.

Tunus’a açılan krediler sonunda ülkenin dış borç/millî gelir oranı 2010-2018 arasında 30 puan (%41 → %71) artmıştı. 2012’yi izleyen IMF programları, iyi bilinen “kemer sıkma” kurallarına dayanmaktaydı: Dış borç servisini bütçe fazlası yaratarak ödemek… Dolaylı vergileri artıran, enflasyonu hızlandıran ve kamu harcamalarını frenleyen yeni bir program, 2018’de yaygın, sert sokak gösterilerine yol açtı.

Demokratikleşmeden beklentiler bu ortamda aşındı. Siyasal partilere dönük hayal kırıklığı yaygınlaştı. 2019 seçimlerine bu ortamda gidildi. Partiler-dışı, az tanınan bir aday (Kais Said), ikinci turda %72 oyla cumhurbaşkanı seçildi. 2012 uzlaşmalarını temsil eden Nahda ve Tunus Çağrısı büyük boyutta oy kaybetti. Sosyalist muhalefet marjinalleşti.

İki doğrultuda bir siyasal kutuplaşma gözleniyor: Laik muhalefeti, Özgür Destur Partisi lideri bir kadın siyasetçi Abir Moussi temsil ediyor. 2010 sonrasının demokratik dönüşümlerine karşı çıkıyor; Burgiba-Bin Ali dönemlerini, Nahda’nın yasaklanmasını savunuyor. Karşı uçta, Nahda’nın uzlaşmacı çizgisini sindiremeyen, katı İslamcı eğilimler güçleniyor.

Mısır için söylenecek fazla şey yok: Askerî faşizm altında Mübarek dönemi ve öncesinde benzeri yaşanmayan, ölçüsüz bir baskı rejimi… İhvan’cı, liberal ve tüm renkleriyle solcu akımlar, kan dökülerek ezildi. Karşılığında Trump’ın Sisi için “en beğendiğim diktatör” dediğini öğrendik.

Sisi’nin İhvan karşıtlığı, darbe sonrasında, Suudi Arabistan’dan yüklü destek almasını sağladı. 2016’da IMF ile bir kredi anlaşması, geleneksel neolieral politikaları içerdi. Mısır’ın geleneksel egemen güçleri ile emperyalizm arasında örtülü bir ittifak yerleşmiştir.

Her yerde sömürüden, zulümden, adaletsizlikten bunalan halk ayaklanıyor; kendi iktidarının özlemindedir; yani devrim istemektedir; ama örgütsüzdür. Bu kalkışmaları iç ve dış egemen güçler eziyor ve/veya yönlendiriyor. Sonuç, halk sınıflarının çaresiz, sahipsiz kalması…

Arap Baharı’nın hem Mısır’da, hem Tunus’ta nihaî bilançosu da budur.