Bugün 1 Ekim, TBMM açılışı var. Açılış haberlerinde, milletvekillerinin Covid-19 testi yaptırmasıyla AKP Genel Başkanı ve Başkan Erdoğan’ın Meclis’e gelip açılış konuşması yapması arasındaki bağlantı tartışması öne çıktı. Nasrettin Hoca fıkraları gibi mizahla kıssadan hisse ders arası bir durum.

Anormali normal görmek

Başlıkla ilgili bir notla başlayayım. Sözcük seçiminde “olağandışını olağan görmek” demeyi yeğlerdim. Ancak bazı sözcükler kullanımlarıyla olumsuzluğu daha çok yansıtıyor. Bu nedenle anormali ve devamında normali kullandım. Anormali yaşama dahil edenler sermaye sınıfı ve siyasal iktidarı. Kapitalizmin artık çürümekten onarılamaz halini gösteriyorlar. Düzen içinde yapılanlar iletişim deyişiyle haber olmaktan çıktı neredeyse. Haber o yapılanlara gözlerin yumulup ses çıkarılmamasında, haber bu kahrolası düzene göz göre göre rıza gösterilmesinde. 

Giriş notunu Hasan Hüseyin Korkmazgil’le noktalayıp konumuza geçelim: “Kör olasın demiyorum kör olma da gör beni”; “Kahrolasın demiyorum kahrolma da gör beni”. 

Bugün 1 Ekim, TBMM açılışı var. Açılış haberlerinde, milletvekillerinin Covid-19 testi yaptırmasıyla AKP Genel Başkanı ve Başkan Erdoğan’ın Meclis’e gelip açılış konuşması yapması arasındaki bağlantı tartışması öne çıktı. Nasrettin Hoca fıkraları gibi mizahla kıssadan hisse ders arası bir durum.

2017 Anayasa değişikliklerinde parlamentoya ve parlamenter rejime karşı denmedik söz bırakılmamışken, başkanlı rejimle birlikte parlamento içinden çıkan yürütme organı silinip atılmışken, parlamentonun en etkin işlerinden biri olan denetim görev ve yetkisi budanmışken, o çok tartışılan KHK yetkisi ve KHK denetimi CBK’lere kaptırılmışken, parlamentonun gücü ve işlevi olabildiğince sınırlandırılmışken tüm bunları yapan siyasi iktidarın ve liderinin açılış törenini, başkanın açılış konuşmasını ve virüsü öne çıkarması boşuna değil. 

Tıpkı, devletin ağırlıklı olarak %50 üstü oy gücüne bağlı bir bireyle, başkanlı rejimle özdeşleştirildiği halde dikkatlerin işlevsizleştirilmiş parlamento seçimine ve mantar gibi ortaya çıkan, sayıları doksanı geçen, ama çoğunun siyasetinde fark bile yakalanamayan siyasi partilere ve liderlerine çevrilmesinin boşuna olmaması gibi.

Parlamento düzenin işine yaradığı zaman var, onun dışında vitrinlik. Her şey sermaye için, parlamento da… Böyle istiyorlar ve de böyle yapıyorlar.

2017 Anayasa değişikliği tartışmalarını, parlamentonun tu kaka edilişini,  halkoylamasında yaşatılanları unutmadık. Bu değişikliklerin yürürlüğe girmesinden yani 24 Haziran 2018 genel ve başkanlık seçimlerinden sonra parlamentonun nasıl çalıştığını da unutmadık.

12 Eylül 1980 faşist darbesini, bu darbenin beş generalinin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyini ve bu Konseyin bildirilerinin hukuk yerine geçmesini, 1 numaralı bildiriyle parlamentonun feshedilmesini, 7 numaralı bildiriyle siyasi parti faaliyetlerinin yasaklanmasını da unutmadık.

Bunların karşıtı olarak 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanından ve kuruluştan önce kurtuluşun 23 Nisan 1920’de parlamentoyla yönetildiğini de unutmadık.

O zaman parlamentoya özel bir anlam, görev ve sorumluluk yüklenecekse eğer, kaybedilen eşyayı fiziki ama içi boşaltılmış olarak bulma örneğinde olduğu gibi sevinme gösterileri yüzeysel kalır. Bu yüzeysellik mevcut rejimdeki parlamentoyla devamı olduğu gibi parlamenter rejimdeki işlevsiz ya da siyasi iktidarın gündeminden ve güdümünden çıkamayan bir parlamentoya dönmeyi de kapsar. 

Eğer gerçekten sınıflı toplum içinde parlamenter bir rejime geçme talebi varsa; siyasi faaliyet hakkının ve genel oy hakkının eksiksiz kullanıldığı, hukuk devletinin hiç olmazsa evrensel ilkelere uygun çalıştırıldığı, büyük partilerin genel baraj arkasına saklanıp koltukları doldurmadığı, siyasetin ve muhalefetin gümbür gümbür yapıldığı, sermaye sınıfının kuyruğuna takılmaktan vazgeçilen ve emekçi halk için çabaları ve denetimi sağlayacak parlamentonun varlığı gerekir.

Siyaset, siyasi partiler ve parlamento, saldırıları boşa çıkardığı ölçüde özgür ve güçlü olmalıdır aynı zamanda. HDP yöneticilerine ve diğer muhalif gruplara, sosyal medya üzerinden görüşlerini paylaşanlara yönelik baskın ve gözaltı haberleri de gösteriyor ki bugün özgür siyaset ortamı yok.

Türkiye Komünist Partisinin de açık ve net olarak vurguladığı gibi: 

Yaşananlar, iktidarın yurttaşlara uyguladığı şiddetin dozunu yükselteceğinin bir göstergesidir.

Çünkü işleri idare etmek için zor kullanmak dışında başka bir yöntemleri kalmamıştır. Ülkedeki ekonomik duruma, her gün artan yoksullaşmaya, döviz üzerinden dağ gibi büyüyen borçlara, eşitsizliklere dair söyleyecek tek bir sözü olmayan AKP, ayıplarını örtmek için basını susturmaya, siyasetçilere, vekillere zorbalık yapmaya başvurmaktadır.

Salgın yönetimi büyük bir fiyaskoya dönüşmüştür. İktidar, burada da aynı şekilde davranmış, ihmallerini, hatalarını örtmek için sağlıkçıları ve meslek örgütlerini hedef göstermiştir. Nerede bir suç ortaya çıkıyorsa, orada bu suçu teşhir edenlere, dahası bu suçtan mağdur olanlara saldırmaktadır.

Baskıyla, korkuyla, faşizmle insanları sindirmeye çalışan iktidarların sonu bellidir. İktidar, attığı her adımda bu sona doğru ilerlemekte, ülkeyi de aynı karanlığa sürüklemektedir.

Bu saldırıları boşa çıkarmanın tek bir yolu vardır: Örgütlü olmak, birlik ve dayanışmaya sahip çıkmak. Halkımıza çağrımızdır, safları sıklaştırma zamanıdır!”