Kapitalizmin olanca çıplaklığı içerisinde yıkıcı ve adaletsiz varlığını, emperyalizmin fütursuz hamlelerini, çılgınlaşan sömürü ilişkilerini, hepsini ama hepsini, bir virüsün yarı-canlı ve gölgesiz bedeninin arkasına sığıştırıp yürüyoruz. Söylemeliyiz herkese. Virüs alıyor da olsa canlarımızı, bu kriz sermayenin ve onun küreselleşmiş düzeninin krizidir.

Anne bak sermaye çıplak!

Nereden bakılırsa bakılsın 2008 sermayenin küresel krizi olarak damgalandı. 2008’in kapitalizmin krizi olmadığını söyleyen çıkmadı. Düzenin insanları küresel Keynesçilikten ılımlı sosyalizme kadar her şeyi konuştular. Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital adında bir kitap bile yazıldı ve dünya çapında dolaşıma girdi. O dönemde herkes piyasaların vahşi egemenliğine mutlaka bir son verilmesi üzerine konuşuyordu kısacası. Şu anda da bir kriz var. Çok yoğun bir küresel kriz içerisindeyiz. Kapitalizm daha önce olmadığı kadar çaresiz. 2020 krizinin günlük hayatlarımıza etkisi 2008’den çok daha kesif. Ancak tuhaf bir şekilde 2020 krizinin kapitalizmle bağlantısı üzerine konuşanlar yok denecek kadar az.

Evet krizi yaşıyoruz. Ve biz burnumuzun dibindeki krizle kapitalizm arasında bir ilişki kurmakta, iki doğru arasına bir çizgi çekmekte zorlanıyoruz. Kapitalizmin olanca çıplaklığı içerisinde yıkıcı ve adaletsiz varlığını, emperyalizmin fütursuz hamlelerini, çılgınlaşan sömürü ilişkilerini, hepsini ama hepsini, bir virüsün yarı-canlı ve gölgesiz bedeninin arkasına sığıştırıp yürüyoruz. Söylemeliyiz herkese. Virüs alıyor da olsa canlarımızı, bu kriz sermayenin ve onun küreselleşmiş düzeninin krizidir.

Sermayenin krizini ilan edenler az çünkü sermaye kendisini gizliyor. Sermayenin doğallıkla yaptığı şey budur. Operadaki fil, otobüsteki timsah ne kadar doğal ise bu durum da o kadar doğaldır. Soralım öyleyse: Salgınla birlikte derinleşen ekonomik kriz koşullarında sermaye kendisini nasıl gizliyor? Sermaye nasıl oluyor da doğrudan hedef tahtasına oturtulmuyor? Tüm gezegeni kırıp geçiren yetişkin bir toplumsal katile dönüşmüş sermaye neden itirazların ve öfkenin odağında değil?

İçinde bulunduğumuz bu berbat koşullarda sermaye kendisini nasıl ve kimlerle gizem perdesi altında saklıyor? İlk olarak, sermaye emek süreçlerini karmakarışık hale getirerek kendini gizliyor. Salgın günlerinde işçi sınıfının bir bölümü evden çalışıyor, bir bölümüyse işçi sağlığının hiçe sayıldığı fabrikalara gidiyor. Çatışma ve gerilimin sürekli değişen mekanları bir de artan işsizlik baskısıyla birleşince olan oluyor. Siyasal ufuktan mahrum kitlelerin gerilimi sermaye cephesine yansıtacak durumları yok. Öfke sınıf içi alanda, işçi-işçi rekabetinde kendini açığa vuruyor. Sermaye, süreci dışarıdan izliyor. İşçi sınıfının kadrolu, sözleşmeli ve işsiz katmanları geleceksizlik endişe ve korkusuyla birbiriyle çatışıyor.

Sermaye işyerinde gerici bir örtü altında da gizleniyor. İş kazalarına fıtrat dedirten, uzun saatler düşük ücretle çalışmayı işçi-işveren arasındaki ortak dindar pratiklerle geçiştiren; işverene karşı “Ekmeğimi yediğim yer kötü konuşamam” diye şükrettiren bir ortamda gizleniyor. Bu ortamda virüsün dolayısıyla salgının ve ölümün mukadderatla olan derin bağlantısı karşısında başka bir tepki de üretilebilecek durumda değil zaten.

İkinci olarak, gerilim bir kez sınıf içi (emekçiler arası) bir zemine oturunca sermayenin işyeri dışındaki varlığı da kolayca gizlenebilir hale geliyor. Emekçi sınıfların yalnızlığını, ahlaki, fiziksel ve manevi çöküşünü bazen üzüntüyle bazen öfkeyle izlemek mümkün hale geliyor. “Bütün dünya sıkıntı içerisindeyken biz ne yapabiliriz” ifadesi baskın. Sanki bütün dünyayı yaşanmaz hale getiren şey “biz”mişiz gibi.

Üçüncü olarak, sermayenin kendisini gizlediği alanların teorisi de akademide, sivil toplum kuruluşlarında üretiliyor. Salgının eşitsizliği apaçık kıldığı günlerde, düşünce üretilen bir çok yapı sermaye karşısında sessizdir. Başta dediğimiz gibi 2008 krizini açıklamaya çalışan sermayenin organik aydınları bile bugünün suskunluğunun karşısında bir orkestra gibidir. 

Uzun yıllardır “sınıf, insanın insana ettiği zulümlerin hepsini açıklamaya yetmez” diye başlayan sol akademik analizler sermayenin arayıp da bulamadığıdır. Sınıfı dışarda bırakarak kültürü, kimliği, cinsiyeti ve etnisiteyi adaletsizlik ve zulüm üreten mekanizmalar olarak tanımlamalar da sermayeyi gizler. 

Sınıf siyasetiyle bitirelim: Sınıf siyaseti hayata hakkını verir. Sömürünün hakikatini, gerçekliğini, küreselliğini, işbirlikçiliğini, teorik üretimini ifşa etmek için elinden geleni yapar. Ve sermayeyi ve sömürüyü ve emperyalizmi görünür kılmayı hedefler. Sermayeyi gören bir sol siyaset tahakküm değil sömürü ve artı-değer; müzakereci demokrasi değil halk egemenliği ve karşı hegemonya etrafında örülür. 

Sınıf siyaseti kapitalist sistemi bir alan olarak gören ve bu alanın içinde daha çok yer kapmayı ve daha çok nefes alanı açmayı amaçlayanlardan fersah fersah ötede bir yerde çiçeklenir. Çocuklar ve gelecek için amaç kapitalizm içinde alan savunması yapmak değil, onlara yeni, geniş, yeşil ve güneşli alanlar yaratmaktır.

Sınıf siyaseti sermayenin gizem perdesini “Kral çıplak!” diye bağıran masaldaki çocukların asiliği, inadı ve devrimciliğiyle yırtıp atmaktır. Sınıf siyaseti bu masaldaki çocukların, bu masalı çocuklara okuyan gençlerin, kadınların ve emekçilerin yükselen sesidir: “Anne bak sermaye çıplak!”