'Alman şehir planlamacısı Hermann Jansen Mustafa Kemal’in davetiyle Ankara’ya gelmiş ve kendi adıyla anılan şehir planı 1932’de uygulamaya konulmuştur.'

Ankara'nın tutsak dereleri

Sanki hiç olmamışlar gibi ama vardılar… Çok sayılmaz, elli altmış yıl oldu olmadı onları yer altına kapattık, tutsak ettik. Şimdi eski fotoğraflardadır suretleri.

“Merhaba!”

Bu Ahmet Arif’tir. Ve büyük bir ihtimalle sene 1947, yer Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin önü olup sabah vaktidir. Gün açtı açacak:

“Gün açar, karın verir yağmurlu toprak/İncesu Deresi merhaba…”

Eymir Gölü’nü bilirsiniz. Küçüktür. Kendi başına kalacak olsa avuç içidir. Hemen yanındaki Mogan Gölü’nden beslenir ve fazla suyunu İmrahor Vadisi’ne boşaltır. İmrahor Vadisi’nden naz-niyaz ha, kurudu kuruyacak akarken, buna İmrahor Çayı diyoruz; Bülbülderesi, Kavaklıdere ve Hoşdere’yi, isimlerine bakar mısınız, kendisine katıp gürleşir. Hemen sonra bu şenliğe Esat, Seyranbağları, Çankaya, Kavaklıdere bağlarını sulayan onlarca derecikte katılacaktır. Bu İncesu’dur.

Seyyah Kandemir’in yazdığına göre “İncesu gümüşi akar ve içerisindeki balıkların oynaşması müstesna keyif verir”.

Esat, Seyranbağları, Çankaya, Kavaklıdere, Ayrancı Dikmen…Buralar da yerleşim yaylacılık gibidir. Esas yerleşim Ulus merkezlidir ve Müslüman olup az-çok varlıklılar takımından sayılanların bağ evleri buralardadır. “Bağda evin ahırda eşeğin vamış gibi ne diye mağmurlanıyon” lafı bunlar üzerine söylenmiştir. “Angara” şivesidir… Yaz aylarında sıcaktan bunalan aileler güz bitiminde şehre dönmek üzere bağ evlerine taşınırlar. Eylül bağ bozumudur. Ankara'nın bu yakası az şarap çok pekmez kokar. İncesu Deresi buralarda gümüşi renktedir.

Şimdi buradayız. Artık İncesu Kolej’in önüne inecek ardından da şöyle sol yöne kıvrılıp Sıhhiye Meydanı’na yönelecektir. Az ötesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesidir. Ahmet Arif burada selamlayacaktır İncesu Deresi’ni kırk yedide!

Yalınızca bir kaynakta rast geldim Kanlıgöl’e. İncesu günümüz Adliye binası ile Gençlik Parkı arasında bir yerlerde yayılıp gölleşince bir ad veriliyor kendisine: Kanlıgöl! İşin tuhafı bu sevimsiz ad sadece burayla sınırlı kalmamış, günümüzün çevre mahallelerini de kapsayacak şekilde hayli geniş bir alana yakıştırılmıştır.

İncesu, Kanlıgöl’ün cenderesinden kurtulduktan sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankaralıların asker uğurlama yeri olan, benim “Kınalı Kuzu” durağı olarak adlandırdığım Selçuklu atalarımızdan miras Akköprü’ye erişecek, çok geçmeden de Hatip Çayı ve Çubuk Çayı ile bir olup Ankara Çayı’na katılacaktır. Sonrası Sakarya ve Karadeniz… Yani adına bakıp İncesu’yu küçümsemeyin çok uzakta Karadeniz’de bile izi vardır.

“Hatip” diyoruz. Doğrusu “Hatıp”tır. Doğum yeri Kalecik’te İdris Dağı’dır. Ankara’ya erişmek için uzun bir yol kat eder. Sırasıyla Hasanoğlan, Lalahan, Kayaş, Mamak…

Hıdırlıktepe… Sonradan Alındağ… Ankara Kalesi’yle boydaş, gölgesi ona değecek kadar yakın, şehrin en yüksek yerlerinden biridir. Hatip Çayı Hıdırlıktepe ile Ankara Kalesi arasında kalan vadiye eriştiğinde Bentderesi adını alır. Hıdırlıktepe gecekondu istilasına uğramadan önce Bentderesi suyu içilebilecek kadar berrak, üzerinde kurulmuş olan değirmenlerin çarkını çevirecek kadar bol ve akışı kuvvetlidir.

Alman şehir planlamacısı Hermann Jansen Mustafa Kemal’in davetiyle Ankara’ya gelmiş ve kendi adıyla anılan şehir planı 1932’de uygulamaya konulmuştur. Bu planda Ankara ve Hıdırlıktepe arasında kalan vadide Bentderesi’nin karşılıklı iki kıyısında bir plaj yapma fikrinin de olduğunu bilir misiniz? Yani 30’lu yıllarda Bentderesi, nasıl söylemeli, haydi şöyle deneyelim: “Gümüşi akmakta ve içerisindeki balıkların oynaşması müstesnadır.”

Çubuk Çayı Çankırı/Şabanözü’nde Aydos Dağı’ndan doğar. Uzunca bir yol aldıktan sonra Çubuk Ovası’na erişir. Ovanın can damarıdır. Üzerinde uzun yıllar Ankara’nın içme suyunu karşılayacak olan ve kendi adıyla anılan barajın yükü vardır. Esenboğa dahil ovayı boydan boya geçer ve şehre yönelir. Bütün muradı kazasız belasız Ankara Çayı ile buluşmaktır. Şimdinin yol tarifine göre Subayevleri, İskitler, Akköprü, Güvercinlik, Etimesgut, Sincan derken İstanbul Boğazı’nda Ankara Çayı’na kavuşur.

Keçiören, Etlik, Kalaba bağlarını bahçelerini sulayan dereler aşağılarda Çubuk Çayı ile buluşur. En şenliklisinin Keçiören bağlarını bahçelerini sulayan Hacıkadın Deresi olduğu söylenilir. Keçiören bağları ünlüdür. Buralarda Ankara’nın zengin tabakasını oluşturan gayrimüslimler yaşar. Derenin iki yanında bağ bozumu yapıldığında bütün Ankara az pekmez, çok şarap kokar!

Hacıkadın Deresi Çubuk Çayı ile buluştuğu noktada sakinleşir, genişler, büyükçe bir havuza dönüşür. Burada piknik yapılır, balık tutulur ve evet, 1955 yılına kadar burada yüzüldüğünü de yazar Ankara’nın şehir tarihçileri.

Şimdi ben oturdum Ankara’nın üç büyük deresine, üç ana damarına dokundum ya, bir de bunların dışında Hacıkadın örneğinde olduğu gibi bunları besleyen çok sayıda kılcal damar var. Şimdi Çay Yolu diyoruz. İşte Çay Yolu'ndan Cebeci’ye kadar bir aks uzatıyor tarihçiler ve en az on beş adet üzeri kapatılmış dere üzeriden geçildiğini yazıyorlar. Bunlardan biri de Dikmen Deresi’dir. Bağları, bahçeleri güzelce suladıktan sonra, şimdi Vadi Evleri’nin bulunduğu noktada önü bir bentle kesilerek taşkınlığına gem vurulur bu derenin. Sonrasında sakin ve terbiyeli bir şekilde, 1979’da Cemal Süreyya Parkı adını alacak olan küçük meydandan, Meclis'in önüne oradan da sola kıvrılıp Bahçelievler’e doğru akışını sürdürür. Dikmen Deresi Bahçelievler’in sınırına geldiğinde mahalleye girmeden sağa dönecek Anıtkabir’in yanında Fevzi Çakmak Caddesi'ne sapacaktır. Sonra Gazi Eğitim Enstitüsü, Orman Çiftliği ve ötesi Ankara Çayı… Şimdi ihtiyatlı yazıyorum, yanılmıyorsam 60’lı yılların sonuna kadar olmalı, bu dere çoğu benzeri gibi açıktan akmıştır. Şimdi benim çok sayıdaki “kılcal” dereyi bir yana bırakıp Dikmen Deresi’ne torpil geçmemin nedeni şudur: Ben 1963’te Maraş’tan göçüp geldiğimiz Ankara’da Dikmen çocuğu olarak büyüdüm ve az önce yukarıda sözünü ettiğim bendin oluşturduğu gölette birçok defalar yüzmüş biriyim. Yani onunla bir yakınlığım var ve buncacık torpili geçmemin nedeni de budur!

Ne yaptık:

En sonunda şunu yaptık. Önce 50’de başlayan 60’lı yıllarda hız kazanan plansız programsız şehirleşmenin oluşturduğu göç ve gecekondulaşma… Ankara çanağını kuşatmış hiçbir alt yapısı olmayan gecekondulardan gelen lağım suları ve yeni yerleşimcilerin sanayi ve evsel atıklarının boşaltıldığı dereler, çaylar su yalları… Kokmağa başlayan şehir… Lağım suyunun koktuğunu da böylece öğrenmiş olduk!

Yıllar içerisinde peyderpey üzerlerini kapatıp doğal kanalizasyona çevirdik. Asfaltladık. Tutsak ettik. Sen sağ ben selamet kurtulmuş olduk!

Hiç mi karşı koyuş olmadı. Oldu..Tam da 1957’nin 11/12 Eylül’ü idi. Erken seçim tartışmaları yapılıyor, çoğunlukta olan Demokrat Parti mebusları azınlıkta olan Halk Partilileri gördükleri yerde dövüyorlardı. Gazeteler her gün dayak yiyen mebus manşetleri ile çıkarken 12/13 Eylül sabahı manşet değişti:

“Hatip Çayı’nın taşması yılın en korkunç faciasına sebep oldu 800 ölü var.”

Aynı günün diğer gazetelerinden Vatan, “Ankara ve civarında müthiş seller yüzünden binlerce insan öldü” manşetiyle çıkıyor. Milliyet ölü sayısını 1.000 olarak verirken, Vatan Gazetesi altta kalmıyor çıtayı yükseltiyor: “1.700 ölü…” çok sonra açıklanacak resmi sayı ise 149 can kaybı olacaktır.

Siyaset adamları ve su uzmanları yıllar önce yaşanılan bu felaketi Hatip Çayı’nın Bentderesi kesimine boşalan aşırı yağmura bağladılar. Bugün ben bunun aksini düşünüyorum. Bir zamanlar kıyısına plaj yapılması düşünülen, “gümüşi ve içerisinde balıkların oynaşmasının müstesna seyri”olan Bentderesi’nin öfkesine bağlıyorum bu felaketi!

Ne yapmalı?

Şimdi böyle sorulunca… Ne diyebilirim… Şehrin bütün altyapısı yeniden yapılmalı, üzerleri kapatılıp tutsak edilen dere ve çaylar özgürleştirilmelidir. Bu benim yaşımdaki biri için uzak bir gelecek olabilir… Olsun… Böyle bir Ankara hayalimdir!

Kullanılan kaynaklar:

Seyyah Kandemir, Ankara Vilayeti, Başvekâlet Müdevvenat Matbaası Ankara 1932.
KurthanFişek, Burası Ankara, Ankara Ticaret Odası, ATO Yayınları, Ankara, tarihsiz.
Şeref Erdoğdu, Ankara’nın Tarihi Semt İsimleri ve Öyküleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999.