2017 Anayasası ve onu izleyen süreç, Cumhuriyet rejimini yıkım projesinin en önemli aşaması olmuştur ama henüz kurulmak istenen rejimin nihai belgesi oluşturulamamıştır.

Anayasa, neden şimdi?

Meclis içi muhalefet partileri ve AKP'den kopan iki partinin üzerinde en kolay uzlaşabilecekleri tek ortak nokta bir "güçlendirilmiş parlamenter sistem" çıkışı olarak görüldü. "Güçlendirilmiş" sıfatının kullanılması, içeriği belirgin olmasa da, 2014 öncesine dönüşle yetinilmeyeceğini ima etmek içindi. Bu, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi (CYS) konusunda tepkilerini netleştirmiş olan muhalif seçmenlerin bir bölümünü bir dereceye kadar tatmin edici bir çıkış olabilirdi belki. Fakat 2020'de pandeminin geniş kitleleri vurduğu ve 2021'de de henüz iyileşme işaretlerinin alınmadığı bir ortamda, CYS karşıtı bir politika önerisi acaba ne derece günceldi ve kitleleri kucaklayabilirdi? 

"Güçlendirilmiş parlamenter sistem"den murat edilen, ilkönce, erkler ayrılığının gözetildiği, Cumhurbaşkanına/yürütmeye karşı bağımsızlığı zayıflatılmış parlamento ve yargının belirli ölçüde güçlendirildiği bir yeniden yapılanma olmalı. Elbette, yürütmenin kendi içindeki güç yoğunlaşması da hedefte olacaktır: Bir parlamenter sisteme özgü olan Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu gibi yürütme organlarının tekrar sisteme dahil edilmesi kadar, Cumhurbaşkanının sınırsız ve tek imzalı atama yetkilerinin, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK)  çıkarma yetkilerinin vs. budanması da gerekecektir. 

Bunlar için en azından 2017 değişiklikleri kapsamında bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç duyulacağı açıktır. Dolayısıyla yukarıda sayılanlar dışında da "düzeltmeler" gerekecektir. Kuşkusuz buraya kadar sayılanlar eskiye dönüşle sınırlı görülebilir. "Güçlendirme" meselesini her partinin kendi meşrebine göre ele alacağını ve uzlaşmaya açık ön-pozisyonlar belirleyeceğini varsayabiliriz.

Muhalefet ittifakının ufku bu olunca, Anayasa değişiklikleri üzerine -örneğin ortak bir ekonomik-sosyal programdan- daha fazla mesai harcamaları beklenirdi. Nitekim her bir partinin buna ayrı ayrı çalıştığı ve yakında buluşarak tekliflerini ortaklaştıracağı bilgisi epeydir yayılmaktaydı. Bu durumda iktidar bloğu boş durabilir miydi? Sanki Anayasayı daha dört yıl önce RTE'ye ısmarlama bir elbise gibi biçen bugünkü iktidar değilmiş gibi, adeta el yükselterek, Anayasayı daha başkancı bir doğrultuda değiştirmenin "zamanının geldiği" dillendirilmeye başlandı.

AKP neden yeni anayasa peşinde?

AKP'nin bu Anayasa değişiklikleriyle yetinmeyeceğini henüz Nisan 2017'deki Anayasa referandumu öncesinde yazmıştım. Daha sonra 2019'da yazdığım genişletilmiş bir makalede de ele aldım. Sonuç bölümünden bir aktarma yapayım: "Kuşkusuz bu iktidar, ileride uygun fırsatı yakaladığında, bugünkü uygulamada içini boşalttığı Anayasanın birinci ve ikinci kısım hükümlerini yeniden düzenlemeyi; bugünkü anayasanın keyfi yorumu üzerinden veya anayasal hükümlerle kendisini bağlı hissetmeden yarattığı fiili durumları anayasal güvenceye kavuşturmayı isteyecektir. Bu yüzden kapsamlı bir yeni anayasa değişikliğini gündeminde tutmaya devam etmesi kaçınılmazdır". ("Türkiye'de Gelişmeci Anayasal Düzenden İkinci Cumhuriyet'in Anayasasına",  Seyhan Erdoğdu'ya Armağan, 2020 içinde, s. 74). AKP rejiminin, kendi ihtiyaçlarına göre düzenlediği mevcut Anayasa hükümleriyle bile kendini bağlı hissetmediği, Anayasa dışına çıkışları günlük uygulamalar haline getirdiği bilindiğine göre acaba neden hâlâ bir Anayasa değişikliğini gündemde tutmaktadır sorusunun yanıtı bu cümlede (ve daha ayrıntılı olarak o makalemizde) vardır. 

Şöyle de vurgulanabilir: Birincisi, iktidar cenahı ciddi anayasal suçlar işlemektedir. Yasalara aykırı davranışlar ve iyice birikmiş olan sistemli yolsuzluk öyküleri de bunlara eklenirse, kabarık bir sicilden bahsedebiliriz. Bunların yükünü sırtında taşımak, bu iktidar açısından ciddi bir tedirginlik kaynağıdır. Kaldı ki, "Allah'ın lütfu" saydığı  15 Temmuz 2016 sonrasında giriştiği sivil darbenin bir parçası da 2017 Anayasasıdır. (Bu anayasa referandumu OHAL koşullarında yapılmış ve mühürsüz oylar da sayılarak kazanılmıştır). Tedirginliğin boyutu o noktadadır ki, Fethullahçılığı tescillenmiş ama itirafçı olarak iktidara yanaşmış (yani açıkları olan) bir subayı KKK İstihbarat Başkanlığı'na getirirken, FETO'ya biat etmemiş (dolayısıyla TSK'ya/devlete sadakatini koruyabilmiş yani kişilikli) yüzlerce albay emekli edilebilmektedir. (B. Terkoğlu, Cumhuriyet, 8 Şubat 2021). Çünkü iktidarın sadakat ölçütü farklıdır; şahıslara/cemaate şimdi de iktidarın güçlülerine biat edilebilir; ama sadakatini iktidar mahfillerine değil devlete karşı gösterenler güvenilmezdir!

İkincisi, iktidarın, önünün tamamen açılması için Anayasa'da çok daha kapsamlı düzenlemelere gereksinimi vardır. Ayrıntısına giremeyiz ama şu kadarını söyleyelim: İktidarın, 2017 yılında Anayasa değişikliğiyle ve 2018 yılında uygulama yasaları/kararnameleriyle yaptığı şey, esas olarak bir Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi'ni oluşturmak, başka deyişle totaliter bir yönetim modelini inşa etmekti. Bunda amaca ulaşıldı. Gerçi son ikibuçuk yılın uygulamasının gösterdiği bazı aksamalar var, onlar da tekrar ele alınmak istenecektir; örneğin totalitarizmin yerel yönetimler ayağı "aksamaktadır"; faşizm boşluk kaldırmaz. Tamam ama bunun ötesi vardır: Otokrasi inşası kendi başına amaç değildir; bu, başka bir inşanın, İslamcı rejim inşasının olmazsa olmazıdır. Yoksa, Cumhuriyet değerlerine azbuçuk sadık bir otoriter rejimin, örneğin 1970'lerin Milliyetçi Cephe hükümetlerinin veya 12 Eylül'ün darbeci paşalarının kurduğu rejimin böyle bir "tam dönüştürücü" gündemi yoktur. 12 Eylül rejimi olmadan siyasal İslam bu denli palazlanamazdı, doğru; ama bugünkü rejimin gittiği/hedeflediği noktaya kadar da gidemezdi. 

Demek ki, siyasal İslamcı rejimin önünün açılması için, 12 Eylül Anayasasında hâlâ laikliğe doğrudan/dolaylı referans veren 12 maddenin ve başlangıç hükümlerinin (Bkz. Ali Rıza Aydın, "Laiklik: Hukukta, yargıda, her yerde", soL Gazete, 7 Ocak 2021) rahatsız edici varlığından kurtulmak gerekir. Her ne kadar laikliğin içi zaten boşaltılmış olsa da, hukuki ayakbağlarından kurtulmak elzemdir. Başka alanlardan da (muhalefeti zayıflatmak/bölmek için parti kapatmak, Hazine yardımlarını kesmek gibi) birçok örnek verilebilir.

Üçüncüsü, iktidar en iyi yaptığı şeyi yapmazlık edemezdi: Konvansiyonel muhalefetin tek ortak gündemi Anayasa değişikliği olunca, bu konuda da gündemi belirlemeyi muhalefetin elinden almakta kusur işleyemezdi. Üstelik, Anayasayı tekrar kendi yönünde değiştirmeyi hiç gündeminden düşürmemiş olan iktidar cenahı açısından, muhalefetin bu iştahı kendisine kamuoyu önünde bir meşruiyet de sağlayabilir ve zamanı geldiğinde muhalefeti "minderden kaçanlar" olarak suçlama fırsatını da eline geçirebilirdi.

Gündem çarpıtma mı?

Onca yoksulluk ve hatta açlık sorunu varken, toplumun önüne bir anayasa tartışması açmak gündem çarpıtması değil midir? Eğer öyleyse, bunda sadece iktidara yüklenmek doğru olur mu? 

Muhalefet de bir anayasa tartışmasını bugünlerde (ve muhtemelen önümüzdeki seçimlerde) temel mesele olarak tanımlamaya yönelerek toplumun asıl gündemini çarpıtmış olmuyor mu? CYS'ni değiştirmeyi temel bir mesele olarak görmediğimizden değil. Ama, şimdinin acil gündeminin muhalefetin toplumun önüne ekonomi ağırlıklı bütüncül bir toplum projesi koyması olduğuna inandığımızdan. 

Kaldı ki, muhalefet bloğunun önümüzdeki CB ve milletvekili seçimlerinin ikisini birden kazanması (ve AKP'nin de suhuletle iktidarını devretmesi) halinde bile bunun büyük olasılıkla bir Anayasa değişikliği için yeterli çoğunluğu vermeyeceğini görebilen toplum kesimleri o kadar da sınırlı değildir. O zaman toplum kısa vadede çözümü olmayan bir konu için oyalanmış olmuyor mu? Burada bir alternatif olarak, Anayasa değişikliği yapılana kadar geçecek sürede (belki de en az bir yasama dönemi kadar sürede), mevcut Anayasa çerçevesinde bile yasamanın ve yargının bağımsızlığına vurgu yapan, CBK'lara başvurmayan, Cumhurbaşkanına tanınmış yetkileri yasama içinde oluşturulacak partilerarası bir kurulla paylaşan bir geçici yapı, vb. önerilemez mi?

Sonuç olarak, 2017 Anayasası ve onu izleyen süreç, Cumhuriyet rejimini yıkım projesinin en önemli aşaması olmuştur ama henüz kurulmak istenen rejimin nihai belgesi oluşturulamamıştır. İktidarın gündemine hapsolmadan, geniş emekçi kitlelerin gerçek gündemine odaklanmak ve çözümü sermayenin çözümleri dışında aramaya başlamak doğru bir başlangıç noktası olmaz mıydı? Ama galiba biz burada sosyalist muhalefeti tarif eden sınırlar içine girmeye başlıyoruz! Bu da, siyasetteki boşluğun bir başka adı olmalı...