Kıbrıslı ilericilerin uğruna yaşamlarını koydukları Ada’larında karşılarına her dönem yine Ada’dan işbirlikçi ve milliyetçi saldırganlar sürüldü. Derviş Ali Kavazoğlu’nun yaşamında da bu oldu.

Aleko

Derviş Ali Kavazoğlu, bizimkiler Aleko der, 1924 Nisan’ının dördünde Mağusa yakınlarında Pi-Peristerona köyünde doğdu. 1965 Nisan’ının onbirinde Lefkoşa Larnaka yolu üzerinde yoldaşı Kostas Mişaulis ile omuz omuza katledildi. 

Her Nisan’ın bu bir haftası Aleko’nundur. Aleko’nun öyküsü bizimdir. 

Bu yazı, bu hafta, o öyküye yer verecek, belki bu köşeye uzun gelecek, ama bilin ki yine de yetmeyecek.

Akdenizin göbeğinde, kaynayan Orta Doğunun yanıbaşında üzerinde AB’nin gömleği, sökülmüş dikişlerden fışkıran Türkiye ile bir garip ada Kıbrıs…”  demiştim, düzenlenmesine katkı koyma şansı bulduğum, Kıbrıslıtürk, ilerici aydın, Ahmet An’ın Kıbrıs: Taksim mi Federalleşme mi? kitabı için hazırladığım sunuş yazısında.1

Gerçekten garip ada, öylesine güzel toprak, öylesine güzel insan ve öylesine ağır bir tarih var ki orada. Bugün hala, o ağır tarihin kayıplarının izinde Kıbrıslılar. Bugün derken, mecazen demiyorum, Nisan 2021’de, hala, 1963 dönemi Kıbrıslıtürk, 1974 dönemi Kıbrıslırum kayıpları için, gelen ihbarlarla arama kazıları yapılıyor. Kıbrıslılar elli altmış yıl önce yitirdikleri yakınlarının bedenlerinden kalanları dipsiz kuyularda aramaya devam ediyor. 

Kıbrıs’ta 1981 yılından beri, BM himayesinde ana donörü AB olan “Kayıp Şahıslar Komitesi” başlığıyla bir proje sürüyor. İhbarlar, belgeler, araştırmalar yönlendirmesiyle, 1510 Kıbrıslırum, 492 Kıbrıslıtürk için arama yürütülüyor. Nisan 2021 itibariyle yapılan kazılarda 1188 kişi bulunup, kimlik tespiti yapılıp ailelerine teslim edilmiş. 

Beş gün önce benim yıllarca spor olsun diye gezindiğim tepelerdeki bir kuyuda kazıya başlandığını okudum.2 ODTÜ’nün Kuzey Kıbrıs Kampüsünün bulunduğu Kalkanlı/Kapudi’de iki ayrı kuyuda kazılara başlanmış. Ne akıl ne yürek alıyor bu ağırlığı…

Ah işte bizim Aleko da bunlar yaşanmasın diye mücadele etmişti. Yaşamının neredeyse üçte birini sevdiklerinin, ailesinin bir adım ötesinde ama göremeden, konuşamadan, sarılamadan geçirdi. Adaya çöken karanlık, kardeşi kardeşe boğazlatmasın, komşular ayrılmasın, arkadaşlar kopmasın, yoldaşlık bölünmesin diye. Kayıp canların kuyulardan çıkarıldığı bugünler yaşanmasın diye…

Derviş Ali, babasını küçük yaşta kaybetti, yoksul ailesinin geçimine katkı koyabilmek için, ilkokuldan sonra okulu bıraktı ve bir Rum marangoz ustanın yanında mobilya işçisi oldu. Daha on dokuz, yirmi yaşlarında işçi ve emekçilerin hakları için yazılar yazmaya başladı. 

Önce, Kıbrıs’ın ilerici tarihinde büyük öneme sahip 1948 büyük madenci grevinde Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri içerisinde yer alıp destekçi oldu, daha sonra PEO’da (Παγκύπρια Εργατική Ομοσπονδία- Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu) aktivist, en nihayetinde de Kıbrıs Komünist Partisi'nin devamı olan, AKEL’de (Ανορθωτικό Κόμμα Εργαζόμενου Λαού- Emekçi Halkın İlerici Partisi) yoldaş oldu.3

Ne acı ki, Kıbrıslı ilerici, solcu aydınların ve komünistlerin uğruna yaşamlarını koydukları Ada’larında karşılarına her dönem yine Ada’dan gerici, işbirlikçi ve milliyetçi saldırganlar sürüldü. Denktaş’ın TMT’si de, Grivas’ın EOKA’sı da buydu. Derviş Ali Kavazoğlu’’nun yaşamında da bu oldu.

İşte Kıbrıslı Derviş Ali, 1950’lerin sonunda, bir yanda TMT’nin bölücü ve ayrılıkçı taksim derdi, diğer yanda EOKA’nın milliyetçi Enosis kavgasının anti-komünist ortaklığına karşı, böyle yurdunun yuvasının ortasında gizlide yaşayan Aleko olmak zorunda kaldı.

1958 yılının 1 Mayıs’ında PEO, tüm Kıbrıslı işçi ve emekçilerin mücadele birliği ve kararlılığının göstergesi olan büyük bir miting düzenledi. Ada’da filizlenen bu anti-emperyalist ve barışçı ilerici rüzgardan hoşnut olmayanların besleyip semirttiği TMT, bu 1 Mayıs sonrası PEO üyesi Kıbrıslıtürkleri doğrudan ve açıktan hedef aldı. Önce zorbalıkla, isim isim, bu işçilerin örgütlerinden istifalarını ilan etmelerini istedi, sonra açık şiddetle buna boyun eğmeyenleri tek tek katletmeye başladı. 

TMT’nin terörü sadece sendikacıları değil, ada halklarının ortak kurtuluşundan, bağımsız ve birleşik bir cumhuriyetten yana olan tüm aydınları hedef alıyordu. Öte yandan TMT’yi adadaki Rumlara karşı kışkırtanların İngiliz emperyalizmi, besleyenlerin Türkiye sağcıları olduğunu hatırlatmak gerekir. İngilizler adadaki egemenliklerine karşı gelişen direnişi ve ayaklanmayı, Türkiye’li işbirlikçileri yanlarına alıp, iki halk arasında yürüttükleri provokasyon yöntemleri ile bulandırıyorlardı.

Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. O dönem artık AKEL’in Merkez Komitesinde yer alan Derviş Ali, adanın bağımsız, toplumcu ilerleme temelinde ve barışçı geleceği açısından tek koşul olarak gördüğü Cumhuriyeti, önemsiyordu. Partisi AKEL’de gördüğü milliyetçi sapma ve yanılsamalardan endişeliydi, enternasyonalist ve barışçı değerlerin peşindeydi. 

Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşunun ardından da Derviş Ali, Aleko olarak kaldı, Aleko olarak öldü. Yaşamının bu son dört beş yılından, artık gizliden açığa çıkan gerçekleri, kendisinden sonra AKEL’in Türkçe konuşan Merkez Komite üyeliğinde halefi olan İbrahim Aziz’in 2011 yılında yayınlanan Perde Aralığından kitabından okuyoruz.

Aleko’nun ilerici görüşleri hem yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin milliyetçilerini, hem de Denktaş’tan türeyen, TMT’de cisimleşen gerici işbirlikçileri rahatsız ediyordu. Bu her iki anti-komünist gericilik de Aleko’nun peşindeydi. 

Lefkoşa’da genç bir Partilinin evinde gizleniyor, siyasi faaliyetlerini, görüşmelerini ve yazılarını PEO’nun ofisinde yürütüyordu. AKEL, Aleko’ya asistanlık yapması için genç Hristos Çattolos’u görevlendirmişti. İbrahim Aziz’in kitabında Çattolos’un anılarını okurken anlıyoruz ki, bu iki insanın yaşamları gibi yürekleri de kısa sürede birleşmiş, yoldaş, arkadaş yakın dost olmuşlardı. 

Her tür dansı, barea’sıyla4 gonyacık5 içip, gülüp eğlenmeyi pek severmiş Aleko, bir de bir Ermeni kıza aşıkmış ama kendi peşindeki zalimlerden korumak için ne sevdiğine ne de ailesine hiç yaklaşamamış o son yıllarında.

Kavazoğlu kendi gizli kalmak zorunda olduğu dönemde iki mücadele arkadaşının açık siyasi faaliyetlerini yönlendiriyordu. İki avukat, Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan. Üç yoldaş, Çattolos aracılığıyla haberleşip buluşuyorlarmış. Bu ortak çalışmanın ve görüşmelerinin sonucunda avukatlar da AKEL üyesi olarak kabul almışlar.

Amaçları, bir yanda Denktaş’ın bölücü ve işbirlikçi planlarına, diğer tarafta da kısmen de olsa AKEL içerisinde dahi karşılık bulan Enosis’çilere karşı Kıbrıs Türk Halk Partisini örgütlemek, Kıbrıs Cumhuriyetine sadık kalıp, korumaktı.

Cumhuriyetin ilanının hemen ardından yayına başlayan Cumhuriyet gazetesinde yazıyorlardı. Gazete içeriği ve yazılar, TMT’nin 1958’den beri yürüttüğü “solcu Türkleri temizleme” harekatının radarındaydı. 

1962 yılının Mart ayında Bayraktar ve Ömeriye camileri bombalandığında, adada her iki tarafın milliyetçi gericileri birbirlerine suç attılar. Hikmet ve Gürkan ise, Cumhuriyet gazetesinde cami saldırılarının gerçek faillerini açıklayacaklarını duyurdular. Aynı günün gecesinde, Ahmet Muzaffer Gürkan evine dönerken arabasında, Ayhan Hikmet yatağında yanında karısı varken kurşunlanıp öldürüldüler…

Bu alçaklıktan 49 yıl sonra TMT’nin kurucularından ve komutanlarından Sabri Yirmibeşoğlu bir Habertürk röportajında, artık yaştan mı, şaşkınlıktan mı, kibirle körleşmiş cüretten mi bilinmez, ağzından kaçırdı:  “Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık” dedi…6

İki yoldaşını, dostlarını, bareasını böyle haince bir saldırıyla kaybeden Aleko’nun yaşadığı üzüntüyü, “arkadaşlarını ölüme sevkeden bir makine oldum” diyerek kahroluşunu okuyoruz Çattolos’un anılarında. Fiziksel olarak da rahatsızlanmasına yol açan ağır bir bunalım geçirdiğini, Parti tarafından Moskova’ya tedaviye gönderildiğini de öğreniyoruz.

Aleko, tedavisinden sonra, her zamankinden daha öfkeyle, tutkuyla ve bu kez Derviş Ali olarak mücadelesine geri dönüyor. Yazılar yazıyor, bildiriler hazırlıyor, televizyona çıkıyor. Dali köyünde, halka açık konuşmalar yapıyor, tüm bunların yanında bir de, Kıbrıslıtürklerin ehliyet, seyrüsefer (ruhsat), sigorta gibi işlerinde onlara yardımcı oluyordu. 

İbrahim Aziz, bu açık mücadelenin TMT’yi nasıl azdırdığını, Kavazoğlu’nu “vatan haini” ilan edip, katli için yüz bir TMT üyesinin and içtiği söylentisinin yayıldığını aktarıyor. 

19 Haziran 1964’te Dali’de halka açık konuşmasının ardından açıktan ölüm tehditleri de başlıyordu. Bu konuşmadan bir kaç ay sonra Ankara Yenişehir postanesinden postalanmış, üzerinde el yazısı ile, “Alçak canının cehenneme gideceği gün yakındır” yazan mektup, katledilmesinden üç yıl sonra ortaya çıktı.

Aleko’nun canına kastetmişti hainler. Nitekim 11 Nisan 1965’te aldılar o güzelim canı.

O günü de size, Aleko’yu 8 yıl Lefkoşa’daki evinde gizli konuk olarak ağırlayan Hristoforos Conis’in ağzından aktarayım:

“11 Nisan 1965’ti... Neden Luricina’ya gitmek istemişti o gün? O dönem Kavazoğlu’nun pek çok Kıbrıslıtürk’le teması vardı... Daha önce belirttiğim gibi, onlara yardım ediyordu. Ne yazık ki bunlar arasında, onu öldüren kişiler vardı. Onunla temasa geçtiler ve arabaları için seyrüsefer ruhsatı çıkarması için ondan yardım istediler. Ona suikast düzenledikleri Pazar gününden önceki Çarşamba günü Kavazoğlu, Larnaka’ya gitmek istedi. Onu ben götürdüm. Daha sonra öldürüleceği noktaya geldiğimizde, “Burada beklemeliyiz çünkü seyrüsefer ruhsatını vereceğim insanlar gelecek” dedi. “Ben arabayı burada durdurmayacağım” dedim ona. “Sağımı, solumu, önümü, arkamı birer kilometre açıklıkla görebileceğim bir noktada duracağım ama burada durmam. Arabayı etrafımı göremeyeceğim böylesi bir yerde durduramam” dedim. O zaman kavga etmeye başladık, “Ama onlar beni burada bekliyor, onlara ruhsatlarını vereceğim!” dedi. Ve geriye döndük, ruhsatı falan da vermedik. O nedenle Pazar günü tekrar gitti oraya, seyrüsefer ruhsatını vermeye... Pazar günü bize “Ben yeniden oraya gidiyorum, o gösterdiğim yerde duracağım ve onlara ruhsatlarını vereceğim” demedi. Pazar günü, “Larnaka’ya gidiyorum, işim var” diye beni aradı. “Bir toplantım vardır” dedi. Ailemle birlikte yaptığım bir plan vardı, bu yüzden onunla gidemezdim. Sonuçta, ona eşlik etmek üzere Mişaulis’i bulduk... Mişaulis, “Köyüme gitmem lazım ama onu götürmem gerekirse götürürüm” dedi. Ve kurbanlık koyunlar gibi mezbahaya gittiler... Arabayı durdurdular ve ruhsatı alacak insanların gelmesini beklemeye başladılar. İki farklı yönden insanlar geldi ve onları öldürdüler... ” 7

Derviş Ali’yi, gelecekleri için mücadele ettiği, yardımlarına koştuğu, belgelerini kendi eliyle teslim edeyim diye özendiği kardeşleri pusuya düşürdü. Yanında, onunla birlikte canını vermeye, kanlar içerisinde kucaklaşmaya hazır bir başka kardeşiyle birlikte bastıp vurdular...

Çok acı, çok ağır. Ben bırakayım Ruhi su anlatsın bunu, desin ki:

Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden…

Aleko’nun öyküsü böyle, demiştim bu yazının köşesine sığmaz. 

Bugünlerde tam da O’nun haftasında, Nisan’ın başında, neredeyse altmış yıl sonra yine bitleri kanlanmış olmalı hainlerin ki, TRT’de bir tv dizisi peydahlamışlar diye okuyorum.

İzlemedim, izlemem. Siz de izlemeyin, değmez. Hem izlemeyin, hem de o yayınla salgılamaya çalıştıkları şeye sakın kanmayın.

Onun yerine Aleko o gün Dali’de ne demişti onu okuyun ve izleyin:

Kavazoğlu’nun Dali’de yaptığı konuşmanın metni:

“Kardeşlerim,

Kıbrıstürk toplumunun ezici çoğunluğu Kıbrıs’ta iki toplumun barış içerisinde yaşamasını istediğini her fırsatta göstermiştir. Kıbrıstürk toplumu yurdumuzun gerçek demokrasi kaidelerine göre ve insan haklarına dayanarak idare edilmesini istiyor. Toplumumuz memleketin idaresinde elbette söz ve müdahale hakkına sahip olmak istiyor. Bu toplumumuzun demokratik ve kaçınılmaz bir hakkıdır. Her vatandaşın yurdun idaresine iştirak etmesi, yurdun idaresinde söz ve müdahale hakkın sahip olması vatandaşlık ve demokratik ödev ve haklarındandır. Fakat bu devlet idaresinin normal çalışmasına engel olmayı devletin ve yurdun idare mekanizmasına mayın koymaya hakkınız olduğu anlamına gelemez.
Denktaş ve kafadarları kendi siyasi ihtiraslarını tatmin etmek ve ustaları olan sömürgecilere faydalı hizmetlerde bulunmak için millete yalan söylediler ve toptan katliam gibi demagojilerle halkın temiz, milli hislerini istismar ederek 30 bin kardeşimizi yerinden, yurdundan, köyünden kaldırarak toplumumuzu bugünkü feci duruma sürüklediler.

Kardeşlerim,
Buradan, yüksek huzurunuzda anavatanımızın demokratik düşünceli, ilerici aydınlarına, zinde kuvvetlerine, saygı değer kişilere seslenmeyi milli bir ödev, bir vatan borcu sayarım.

Türkiye’mizin Atatürkçü, ilerici, 27 Mayıs’cı, demokratik düşünceli kıymetli evlatları, kardeşler;

Denktaş ve kafadarlarının yukarda anlattığımız ve sizin de iyi bildiğiniz basiretsiz politikaları yüzünden Kıbrıstürkleri müthiş bir felakete sürüklenmiştir. Anavatan gazetelerinden ve Türkiye’deki arkadaşlarımızdan öğrendiğimize göre bu adam şimdi de maatesüf anavatanda bulduğu kafadarları ile yurdun zinde kuvvetlerine tuzak kurmaya çalışıyor, İnönü hükümetinin başına dert açarak anavatanımızı ve bütün dünyayı ateşe atmak için faaliyet gösteriyor. Denktaş ve Türkiye’de ele geçirdiği kafadarları siyasi kaprislerini tatmin etmek ve anavatanı tekrar ortaçağ karanlıklarına gömmek için, Kıbrıstürklerini katliamdan kurtarmak demagojisiyle Türkiye halkının milli hislerini istismar ediyorlar.

Anavatanlı kardeşlerimiz,

Bu demagogların korkunç faaliyetlerine müsade etmeyiniz. Kıbrıs meselesinin gerçekleri üzerinde anavatan halkını aydınlatınız. Kıbrıs toplumuna zarar yapanların, toplumumuzu felaketlere sürükleyenlerin Denktaş ve kafadarlarından başka kimse olmadığını anavatanlı halk kitlelerine delillerle anlatınız."