Tamamı saray özentisi içindeki bu doymak bilmezlerin dünyasında ne ekonomik kriz var, ne taciz, ne tecavüz, ne işsizlik, ne doğa-çevre katliamları, ne adaletsizlik, ne sanat düşmanlığı.

Adı muhafazakârlık…

Bazı anketlere bakıyorum, öyle güvenilir-güvenilmez filan beni ilgilendirmiyor, kim yapmış yaptırmış hiç umurumda değil, görünen şu ki AKP güneş altındaki kar gibi eriyor.

Anketlerde böyle, peki ya hayatın içinde. 

İşte orada her şey tam tersi. 

Ülkede olup bitenleri umursamayan, gününü gün eden bir yiyicilik damarı var ki azgınlaşmış durumdalar.

Benim gördüğümü her yurttaş görüyor olsa gerek. 

Bir avuç mutlu azınlık ülkenin varını yoğunu zıkkımlanmaktan neredeyse çatlayacaklar.

Yaşanan ne varsa sorumlusu olan bu irin dolu damar yoksulluk, işsizlik derinleştikçe büyüyorlar.

Ülkenin her tür katliamına ortaklığın tadını çıkarıyorlar.

Hayatın için de her şeyleriyle başkalaşmış durumdalar.

Bu yaratıklar en pahalı arabaların son modellerine biniyorlar. 

Yalılarda, villalarda, korunaklı özel sitelerde zıbarıyorlar.

Çocukları ya da mahdumları denilenler elbette geri durmuyorlar.

En pahalı lokantalarda semiriyor, çok yıldızlı otellerin lobilerinde fingirdeşiyorlar.

Uçaklarda o en öndeki pahalı koltuklarda yolculuk ediyorlar, hem de göstere göstere.

Hepsinin tekneleri, yatları tatil bölgelerinde yazlık değil saray yavruları olanlar var.

Hemen hepsi en pahalı markalardan zevksiz çaputlar satın alıyor, kendilerine özel “muhafazakâr moda” adıyla defileler yapılıyor, alış-verişler için Avrupa-Amerika yolculukları yapıyorlar.

Şatafat deniyor ya, hayır bu şatafat filan değil, sonradan görmeliğin en pespaye olanı.

Herif beylerin hemen hepsi kirli sakallı, bileklerinde altın üstü taşlı künye, boyunlarında her biri birer servet kolye var.

Kadınlarının-kızlarının hepsi boya çanağına düşmüş gibiler.

Kuyumcu dükkânı gibi her yerlerinden pahalı takılar sarkıyor.

Hepsi 40-50 bin dolarlık aynı marka çantalar, saatler taşıyor, 3 metreden çevreye yayılan kokular sürüyor, yüksek topuklu ayakkabılar giyiyorlar ve hepsi rengârenk örtülü. 

Bu örtülere türban demek türban takanlara haksızlık olur!

Bu yaratıklara ‘süslüman’ deniyor, bunu ilk kim demişti tam anımsamıyorum ama ben gülmüştüm.

Sosyal medya paylaşımlarını görüyorsunuzdur.

Birbirlerinin düğün-nişan-kına-sünnet törenlerinde vur patlasın çal oynasın gerdan kırıp, göbek atıyorlar.

Türkçeleri Türkçe değil, birbirleriyle kurdukları diyalogları anlamak için sözlüklere baksanız yine çözemezsiniz, bir arabesk şarkının nakaratı gibiler.

Tamamı saray özentisi içindeki bu doymak bilmezlerin dünyasında ne ekonomik kriz var, ne taciz, ne tecavüz, ne işsizlik, ne doğa-çevre katliamları, ne adaletsizlik, ne sanat düşmanlığı.

Abartıyorsunuz bunlar toplumun binde biri filan diyebilirsiniz.

Bu gerçeği değiştirmez ki, Anadolu’da gittiğim her kentte varlar, Avrupa ülkelerinde varlar.

Peki, nereden geliyor bu muhafazakâr bolluk?

Hepsi eğitimli, birden fazla dil konuşabiliyorlar ya da bazı çok uluslu şirketleri sahipleri, yöneticileri filan mı?

Görünen o ki hiç biri 'iş dünyasının gülleri’ değiller, ya baba parası zıkkımlanıyorlar ya koca, sevgili parası ya da başka bir durum var!

Koskoca ülkede bir bunların dünyasında AKP açık ara birinci parti bir de en dipte açlıktan, yoksulluktan başını kaldıramayan, din simsarlarının-tarikatların-cemaat örgütlenmelerinin güdümündeki canım Anadolu insanının.

Şimdi bu yazıyı okuyan gericiliğin bazı hokkabazları ve kendilerini “kadın hakları savunucusu” ilan etmiş bazı çevreler beni "insanları kılık-kıyafetlerine bakarak ötekileştirmekle" filan yaftalar, düşman ilan edebilirler.

Umurumda değil.

Çünkü ülkemdeki din simsarı, asalaklığın yarattığı; yoksulluğu, işsizliği, talanı, yalanı, adaletsizliği, sanat düşmanlığını, ahlaksızlığı ve her gün daha da derinleşen çürümeyi asla gizleyemezler.

Bu yalan-talan saltanatının asıl kaynağı olan asalaklığı yok etmeden, ülkenin bir adım bile uygarlığa kapı aralaması ise asla mümkün değildir.