Sevletin toplumu kandırmaktan vazgeçmesi, önce zorunlu öğretim çağında ve arkasından da örgün yükseköğretimde açıköğretim uygulamasına son vermesi gerekmektedir.

Açıköğretim: Resmi kandırmaca

Milli Eğitim Bakanlığının, 2014-2018 yıllarını kapsayan ‘Türkiye Hayat Boyu Öğrenme (HBÖ) Strateji Belgesi’nde1, “Türkiye’de temel eğitim ve ortaöğretim düzeyinde (Açık Öğretim Ortaokulu, Açık Öğretim Lisesi, Mesleki Açık Öğretim Lisesi ve Mesleki ve Teknik Açık Öğretim Okulu) MEB tarafından, yükseköğrenim düzeyinde (Açık Öğretim Fakültesi) ise YÖK tarafından Açık Öğretim imkânları sunulmaktadır. Açık Öğretim Sistemi; örgün eğitim fırsatı bulamayan veya örgün eğitimden ayrılan bireylere yeniden örgün eğitim programlarını tamamlama fırsatı sağlamaktadır” (s.11) denmektedir. 

Bu ifadenin son cümlesi, açık bir şekilde açıköğretimin ne anlama geldiğini açıklamaktadır: Örgün eğitimden ayrılan bireylere yeniden örgün eğitim programlarını tamamlama fırsatı sağlamak. 

Ancak stratejik(!) belgesinde bunu yazan bakanlık, 2012’den bu yana zorunlu öğretim çağındaki çocukları (örgün eğitimden ayrılmamış çocukları) da açık ortaokul ve liselerde okutmaktadır. Strateji belgesinde doğru bir şey söylerken uygulamada ise toplumu kandırmaktadır. “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma” sözü, görüldüğü gibi bakanlık için de geçerli hale gelmiştir. Üstelik zorunlu öğrenim çağındaki çocukların üçte bir kadarı açık ortaokul ve açık liselerde okumaktadır. Belgede yazılmamış olsa da, imam hatiplerin bile açığı vardır. Açıköğretimle ilişkili bir kandırmaca da, açıköğretimin örgün eğitime eşdeğerde bir eğitim gibi sunulmasıdır. Oysa açıköğretim, eğitimin üç temel hedefi olan öğrencinin bilişsel, devinimsel ve duyuşsal gelişimi açsından örgün eğitimin çok gerisindedir. Açık lise mezunlarından lisans programlarına geçebilenlerin azlığı, bu uygulamanın yetersizliğinin bir kanıtıdır. 2013’te ortaöğretim yönetmeliğini değiştiren bakanlık, lise öğrencilerine evlenme izni verirken, evlenenleri açık liselere gönderme kararı almıştır. Bakanlık ayrıca, örgün eğitime uyum sağlamayan öğrencileri de açıköğretime göndermek istemiştir. Bu arada bakanlık, yayımladığı ‘Ortaöğretimi İzleme/Değerlendirme Raporlarında’, bir sözcükle bile açık liselere değinmemektedir. Bakanlık için açıköğretim okulları vardır, ama yoktur! 

Benzer kandırmayı YÖK de yapmaktadır. Örgün eğitim çağındaki öğrenciler açıköğretim fakültelerinde okumaktadır.

Mektupla Öğretim ve Yaygın Yükseköğretim Kurumu gibi adlarla, 1970’li yıllarda insan gücü gereksinimlerinin karşılanamadığı örgün eğitim alanlarında açıköğretime benzer uzaktan öğretim uygulamaları başlatılmıştır. Ancak 12 Eylül 1980 darbe hükümeti, 1982 yılında yükseköğretimi yeniden yapılandırırken ve 9 yeni üniversite açıp üniversite sayısını 27’ye çıkarırken, açıköğretim benzeri uzaktan eğitim birimlerini kapatıp Anadolu Üniversitesi’nde işletme ve muhasebe gibi programları olan bir Açıköğretim Fakültesi oluşturmuştur. 

Prof. Dr. Kemal Gürüz, YÖK başkanı olmadan kısa bir süre önce, “talep bulunmayan açıköğretim kontenjanlarını yapay bir şekilde artırmak sureti ile önceki iktidarların çözemediği yükseköğretimdeki kapasite sorununun çözüldüğünü öne sürmek, en hafif deyimle kamuoyunu yanıltmaktır…. Ülkemizin bu tür yaklaşımlarla Bilgi Toplumu aşamasına ulaşmasının mümkün olmadığı kanaatindeyiz” (Yeni Yüzyıl Gazetesi, 26 Mayıs 1995) demiştir. Ancak YÖK başkanı olduğunda 1990 sonlarında, akıl-almaz bir olaya imza atmış, Açıköğretim Fakültesi’nde bu kez hem İngilizce hem de okulöncesi öğretmeni yetiştirecek programlar başlatmıştır. Bu kez toplumu bizzat K. Gürüz yanıltmıştır. Ne yazık ki, eğitim fakülteleri, belki de o yıllarda bu alanların öğretmenlerine aşırı gereksinim olduğundan, bu konuda Türkiye Psikologlar Derneği kadar duyarlı olamamış, “Açıköğretimde öğretmen mi yetişirmiş” diyememiştir.

AKP’nin YÖK başkanları da, “Bizim K. Gürüz’den geri kalır nemiz var” dercesine hareket etmişlerdir. Nerdeyse her ilçede bir üniversite açılırken, üstelik öğretmenlik gibi açıköğretimde olmaması gereken yeni programlarla Ankara, Erzurum Atatürk ve İstanbul üniversitelerinde de açıköğretim uygulamaları başlatılmıştır. Açıköğretimde başlatılan yeni programlardan biri, sosyal hizmet programıdır. Bu program da öğretmenlik ve psikoloji gibi açıköğretimde hiç olmaması gereken programlardandır. Sosyal hizmet toplumsal yaşamda, hele Türkiye gibi, insanların çeşitli sorunlarla baş başa kaldığı bir toplumda, önemli bir hizmet alanıdır. Sosyal hizmet görevlisi, sorunlu, güçsüz ve savunmasız birey, aile, grup ve topluluklarla çalışma durumundadır. Sosyal hizmet görevlisi, tacize uğramış ve /ya da şiddete maruz kalan kadınlarla, ihmal – istismara uğramış çocuklarla, engellilerle, yaşlılarla, yoksullarla, bağımlılarla, göçmen ve sığınmacılarla, … çalışma durumundadır. Bu nedenle sosyal hizmet alanı öğrencilerinin örgün eğitimde, görerek ve yaşayarak görgü, bilgi ve becerilerini geliştirmesi gerekir.

Açık liseler örgün eğitim niteliğine ulaşamadığı gibi, açıköğretim fakültelerinin niteliği de, açıköğretimin sınırlılıkları nedeniyle, diğer fakültelerin çok gerisindedir. Açıköğretimde okuyan öğrenci, bilinçli davranıp kendini özel olarak geliştirememişse, örgün eğitimde okuyan ortalama öğrenci kadar bilgi, görgü ve becerisini geliştirme şansı pek yoktur. Açıköğretim fakültesi mezunlarından lisansüstü programlara girebilenlerin çok sınırla sayıda olması bu nitelik durumunun bir sonucudur. Bu nedenle devlet, açıköğretimdeki öğrencisini, bile bile yekin bir şekilde yetiştirmediği için kandırmış olduğu gibi, açıköğretimden mezun olanlardan hizmet alan toplum kesimlerini de kandırmış olmaktadır. 

Yükseköğretimdeki öğrenci sayısının neredeyse yarısı açıköğretim öğrencisidir. Ancak YÖK “yükseköğretimde öğrenci sayımız 8 milyona yaklaştı, Avrupa’da bu konuda birinciyiz” diyerek böbürlenirken, öğrencinin yarısının açıköğretim öğrencisi olduğunu pek dile getirmemektedir. Bakanlık gibi YÖK de, açıköğretimle ilgili bilgilere pek yer vermeyen raporlar yayımlamaktadır.  

İşin özünde, üniversite mezunları arasında işsizlik tavan yapmış durumdadır. Üniversitelerde pek çok lisans programında kontenjanlar dolmamaktadır. Devletin eğitim açısından birinci görevi, öğrenme çağındaki gençlere nitelikli örgün eğitim sunmaktır. Herhangi bir meslek alanında ortada acil bir insan gücü gereksinimi de yoktur. Bu nedenle devletin toplumu kandırmaktan vazgeçmesi, önce zorunlu öğretim çağında ve arkasından da örgün yükseköğretimde açıköğretim uygulamasına son vermesi gerekmektedir.

Açıköğretim uygulamasını, “örgün eğitimden ayrılan bireylere yeniden örgün eğitim programlarını tamamlama fırsatı sağlama” doğrultusunda, yalnız örgün eğitim çağını geçmiş kesimlerle sınırlandırmak gerekir. 

[email protected]