Geldiğimiz noktada Corona kapitalizme imanın üç şartından (özel mülkiyet – kapitalist üretim – kapitalist piyasalar) son ikisini derdest etmiş durumda. Her ikisinin de nesnel ekonomik ve sosyal şartları yok olmuş durumda. Ancak onlar sadece açıyorlar, kapıyorlar; sonra yine açıp, ve yine kapıyorlar. Başka bir şey bildiklerine dair en ufak bir ipucu yok. 

Aç, kapa, aç, kapa

Corona’nın adı konulalı nerdeyse 9 ay oldu. Bu dokuz ay içinde vaka ve ölüm sayıları katlanarak arttı.  Önce Kuzey yarım küre kıştan çıkmak üzereyken yakalandı, uzunca bir süre önce Çin ve İran’ı, sonra Avrupa’yı izledik. Derken Türkiye’de sıraya girdi, başta altlardaydı. Hızla yükseldi. Sonra ABD’de vakalar ve ölümler kitlesel olarak arttı. Sonra ise yazın gelmesiyle birlikte salgın yoksul Güney’e indi. Rusya, Hindistan, Latin Amerika Ülkeleri hızla arayı kapattılar ve hatta diğerlerini geçtiler. Avrupa’da düşüş eğilimi gözlemleniyordu ki buna güvenen Avrupalılar turizm, ticaret, eğitim ve sosyal hayat üzerindeki sınırlamaları gevşettiler. Şimdi orada bir ikinci dalganın yükselişi gözlemleniyor. Ölü sayısı dünyada bir milyonu aştı. Tüm bu gelişmeler çok da parlak olmayan bir gelecek beklentisi yarattı. Üstelik artık daha az kötü bir gelecek beklentisi bile mutluluk yaratmaya başladı. 

Bu türden bir etkiyi IMF’nin mutat olarak yayınladığı World Economic Outlook raporlarının sonuncusu (Ekim raporu) yarattı. Rapor aslında küresel kapitalist sermayenin de iyimserliğini giderek yitirdiğinin göstergesidir. Bir önceki raporda 2020’de dünya kapitalizminin % 5,2 küçüleceği açıklanmıştı. Bu son raporda küçülme oranını revize etmişler, yeni rapora göre dünya kapitalizmi 2020’de % 4,4 küçülecekmiş. Aradaki % 0,8’lik iyileşme raporu yazanları mutluluğa gark etmiş gibi görünüyor. Pek sevinmişler; küçülecek ama daha az küçülecek diye. Peki neden öngörülerini daha az kötümser bir mevziye çekmişler ? Şöyle açıklıyorlar; özellikle son çeyrekte hem Çin ekonomisinde beklenenden iyi bir canlanma gözlemlenmiş hem de gelişmiş kapitalistler beklenenden daha az kötü bir performans göstermişler. 

Peki neden beklenenden daha az kötü bir tablo çizdiler? Rapor bu konuda açık bir yargıda bulunmasa da ima ediyor. Avrupalı kapitalistler özellikle yazın başında vaka ve ölüm sayıları düşünce her şeyi normalize ettiler, özellikle turizm türünden hizmet sektörleri üzerindeki tüm sınırlamaları kalırdılar. Ancak sonucu acı oldu, şimdi vaka sayıları hızla yeniden artmaya başladı. İkinci dalga geldi. Hepsi perişan halde, okulları açmışlardı şimdi kapatıyorlar. Yurt içi ve yurt dışı seyahati görece serbest hale getirmişlerdi. Şimdi yeniden demir bir perde örüyorlar. Gündelik hayata yeniden yüksek düzeyde kısıtlamalar getiriyorlar. Yeniden kapanıyorlar. Raporu yazanların iyimserliğini besleyen kısa süreli açılmanın toplum sağlığı üzerindeki tahripkâr etkisinin çabucak ortaya çıkması onları şok etti. Açtılar ve ekonomik performans bir süreliğine yükseldi. Ancak vaka sayıları hemen artmaya başladı. Şimdi kapatıyorlar.  

ABD ise başka bir dramı yaşıyor. Bir yandan seçime gidiyor bir yandan salgından çıkamıyor. Vaka ve ölüm sayısındaki liderliğine rağmen Trump’ın da cesaretlendirdiği Amerikan aşırı sağı maskeye, sosyal mesafeye ve önlemlere karşı savaş açmış durumda. Dolayısıyla IMF raporunun beklentilerinin aksine kış döneminde yeniden getirilecek kısıtlamalar ile birlikte IMF’yi bile şaşırtacak kadar kötü bir ekonomik performansın gözlemlenmesi oldukça muhtemel görünüyor. Ne yapacaklarını bilmiyorlar, hem yaşamsal hem de ekonomik fatura giderek artıyor. 

ILO’nun son raporu da bunu tasdik ediyor. ILO çalışılan saatlerdeki azalma üstünden iş kaybını ölçmektedir. Tüm dünyada 2020’nin ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre toplam çalışılan zaman % 17,3 azalmış gibi görünmektedir. Üçüncü çeyreğinde yine bir önceki yılın üçüncü çeyreğine göre azalma ise % 12,2 oranında gerçekleşmiştir. ILO çalışılan zaman üstünden iş kaybını da ölçmüştür. Bu ölçümü haftalık çalışma zamanında 48 saatlik bir azalmanın o hafta için bir tam zamanlı iş kaybı anlamına geldiği varsayımıyla yapmıştır. Bu hesaba göre 2020’nin birinci çeyreğinde tüm dünyada 160 milyon tam zamanlı iş kaybı yaşanmıştır. İkinci çeyrekte bu kayıp 495 milyon işe çıkmış, üçüncü çeyrekteki kayıp ise 345 milyon tam zamanlı iş olarak gerçekleşmiştir. Tüm bu kayıplar kapitalist devletlerin istatistik sistemlerine göre işsiz olarak kabul edilmemektedir, çünkü söz konusu istatistiklere göre örneğin işyeri üretime belirsiz bir şekilde ara verip, çalışanı (ücret ödeyerek ya da ödemeyerek) eve yolladığında bu çalışan işsiz olarak kabul edilmemektedir. Ne güzel bir numara değil mi? (İşte bu nedenle Türkiye’de resmi işsizlik oranı ile gerçek işsizlik oranı arasında dağlar kadar fark vardır. Türkiye’de devlet işverenin beş kuruş ödemeden evine yolladığı işçiyi işsizden saymıyor). Kısacası gerçek duruma göre istihdamdaki kayıp oldukça yüksektir. Diğer taraftan aynı çalışma çalışanların reel gelirlerindeki aşınmayı da kabaca hesaplamıştır. 2020'nin ilk üç çeyreğinde emekçilerin ulusal gelir içindeki payları tüm dünyada % 10,7 azalmıştır. Yani emekçilerin payı (hem de toplam gelir düşerken) hızla aşınmış, sermayenin payı ise artmıştır. 

Şimdi burada tüm dünyada emekçilerin toplam gelirlerinin ne kadar aşındığını bulabiliriz. IMF kapitalist dünyanın 2020 yılında % 4,4 gibi bir oranla küçüleceğini öngörmüş (gerçi IMF de öngörülerinde kapitalist devletleri aratmaz, o da pek tutturamaz). Biz de bunu doğru kabul edelim, ve 2020’nin ilk üç çeyreğinde de geçen yılın aynı üç çeyreğine göre dünya kapitalizminin kabaca %4,4 küçülmüş olduğunu varsayalım. Böylece tüm dünyada emekçilerinin reel gelirlerinde ilk 9 ayda yaklaşık % 15’lik bir erime olduğunu hemen buluveririz. Bu muazzam bir çöküştür. Dünyanın emekçileri hem işsizleşmekteler hem de gelirleri hızla erimektedir. 

Durum budur. Peki ne yapıyorlar? Dünya kapitalizmi yaşam ile kâr arasındaki bir tahterevallide sallanıp duruyor. Kâr güdüsü gözlerini bürüyünce açıyorlar, ölümler ve vakalar artıyor. Kapatıyorlar. Sonra az buçuk rahatlayınca yeniden açıyorlar. Vakalar bu defa daha büyük bir oranda artıyor. Yeniden kapatıyorlar. Bir zamanlar bir armatür reklamı vardı; “aç-kapa, aç-kapa” diye. Dünya kapitalizminin ahval ve şeraiti de bu minvaldedir. Sürekli aç-kapa yapıyorlar; ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bilemiyorlar çünkü planlayamıyorlar. 

Sadece sosyalizmi değil, onu anımsatacak her bir unsuru bile hafızalardan, moral değerlerden ve davranış kodlarından öyle bir sildiler ki şimdi bu unsurlardan bazılarına ihtiyaç duyduklarında ellerinden tutacak bir fani kalmadı geride. Planlama kavramına öyle bir saldırdılar ki artık planlamaya karar verseler bile nasıl yapılacağını bilen aklı başında kimseleri yok. Oysa içinden geçtiğimiz dönemde ihtiyaç duyulan şey kısmi de olsa bir planlama sürecini hayata geçirecek bir inisiyatif. Ama yok işte. 

19. Yüzyıl’ın sonunda iktisatçılar arasında “Sosyalist Hesaplama Tartışması” diye adlandırılan bir tartışma patlak vermişti, ancak bu tartışma esas olarak iki savaş arası dönemde büyüdü. Malum kapitalist dünya 1929’daki büyük çöküntüyle zirve yapan bir çözülme ve dağılma sürecine girmişti. Oysa aynı zamanda Sovyet Planlaması neredeyse bir tür mucizeye imza atmaktaydı. Kapitalizmin çaresizliğine inat Sovyet Ekonomisi hızla büyümekte ve büyürken toplumsal ve ekonomik yapıyı yapısal olarak dönüştürmekteydi. Bu tezat adı geçen tartışmaya yol açtı. İktisatçılardan bir grup piyasanın yapabildiklerini planlamanın da en az onun kadar iyi (belki de ondan daha iyi) yapabileceğini iddia ettiler. Üstelik bu başarılara piyasaya has anarşiye düşmeden imza atabilecekti. 

Bu gruba muhalif olan diğer bir iktisatçı grubu ise piyasa mekanizmasının eksikliğinin ekonomik olarak bir çöküşe ve çürümeye yol açacağı teziyle ilk gruptaki iktisatçılara karşı çıktı. SSCB’nin anlık başarısı göz kamaştırıcı olsa bile piyasa mekanizmasının yokluğu hem kaynak tahsisinin doğru yapılmasını engelleyecek hem de karar vericiler ekonominin gerçek sorunları hakkında yeterince bilgi sahibi olamayacaklardı. Dolayısı ile planlama çıkmaz sokaktı. 

Neticede burjuva iktisadının gelişiminin sonraki evrelerinde ikinci grup daha etkili oldu, ilk grubun çıkışı bir tür münafıklık, sapkınlık olarak damgalandı. Münafıklar ve sapkınlar ise bir disiplinin gelişimi içinde sansürlenecek ilk unsurlardır. Böylece ikinci grubun galibiyeti burjuva iktisadında aksak ya da tam rekabetçi piyasa mekanizmasına yönelik bir tür fetişistik tutku yarattı. Piyasanın her türden sorunu (eğer müdahale olmaz ise) bir şekilde çözeceğine dair inanç (bazen piyasalara müdahale edilmesi gerektiğine inanan reformistler de dahil) imanın amentüsü gibi yerleşti zihinlerine. 

Geldiğimiz noktada Corona kapitalizme imanın üç şartından (özel mülkiyet – kapitalist üretim – kapitalist piyasalar) son ikisini derdest etmiş durumda. Her ikisinin de nesnel ekonomik ve sosyal şartları yok olmuş durumda. Ancak onlar sadece açıyorlar, kapıyorlar; sonra yine açıp, ve yine kapıyorlar. Başka bir şey bildiklerine dair en ufak bir ipucu yok.