ABD sermayesinin günümüzde temel sorunu başat rolünden dolayı kendisine ayrıca dev bir rant sağlayan emperyalist düzendeki hegemonyasını nasıl sürdürebileceğidir.

ABD’ye faşizm mi gelecek?

Son dönemde ABD’deki “liberal demokrasi”nin yerini faşizme bırakabileceğine ilişkin öngörülerde bir artış oldu. Örneğin, köşe yazarları içinde Sayın Ergin Yıldızoğlu, Trump’ın başarısız darbesini Hitler’in 1923 tarihindeki başarısız “Birahane Darbesi” ile ve 2021-24 arası yaşanacak Biden’ın başkanlık dönemini ise Weimer Cumhuriyeti ile eşleştiriyor. Malum Birinci Dünya Savaşı sonrası 1918’de Almanya’da kurulan Weimer Cumhuriyeti 1933’te Nazilerin iktidara gelmesiyle sonlanmıştı.
Bu benzetme şu anlama geliyor, “ABD’de faşistler geçici olarak kaybetmiş olabilirler fakat bir sonraki başkanlık seçimlerinde iktidara gelebilirler”.

Uluslararası ilişkiler alanında zaman zaman geleceğe yönelik tahminlerde bulunuyoruz, aslında bunlar tarihsel süreçlere ilişkin hipotezlerdir ve yaşanmadan kesinkes reddedilmesi imkânsızdır.

Sermaye sınıfı siyasetlerini İsviçre çakısına benzetmek mümkün. Dönemsel ihtiyaçlara bağlı olarak bazen çakıdaki bir alet tercih edilir, bazen diğeri. Sermaye sınıfı sosyal demokratları tercih ederken ne kadar ahlaksızsa faşizmi tercih ederken de o kadar ahlaksızdır. Bu nedenle ABD’deki faşizm olasılığı o kadar da şaşırtıcı değil.

İsviçre çakısındaki aletlerin sadece biri açık durumda olacak diye bir kural da yok. Çoğu kez faşist partiler emekçi kitleleri sermayenin merkez partilerine itmek için kullanılıyorlar. Macron’un altında toplanmaları için Le Pen’in ileri sürülmesi gibi.

Öte yandan karşılaştırmalı tarihin çok zor bir alan olduğunu söylemeliyiz. Farklı dönem ve mekânlardaki tarihsel süreçlerin karşılaştırılması toplumsal olayları genellemek için büyük olanaklar verir, buna karşın hataya çok açık bir yöntem olduğunu söylemeliyiz.

Neden İtalya ve Almanya’da sermaye sınıfı faşizmi tercih etti, diye soralım.

1871’de daha yeni Almanya ve İtalya’nın birliğini sağlayan sermaye sınıfı ayağını tozuyla Paris Komünü ile karşılaştı, işçi sınıfının programını ve gücünü yakından tanıma fırsatı buldu. Kendi ülkelerinde de hızla büyüyen işçi sınıfının baskısı altında iktidarları şekillendi.

Öte yandan çoktan güçlü ülkeler arasında pay edilmiş dünyadan payını almak için askerileşmiş merkezi bir devlet gereksinimi ideolojik atmosferi belirledi.

1917’de Bolşeviklerin iktidara gelmesi ve Sovyetler Birliği’nin tutunması korkularını depreştirdi. Almanya’da 1918 ile 1923 arasında iktidar işçi sınıfı ile sermaye arasında gitti geldi. İtalya’da da emekçi sınıfların örgütlülüğü iktidarı ciddi bir şekilde tehdit ediyordu.

Bu koşullarda sermaye sınıfı faşizmi tercih etti.

Şimdi bir kez günümüz ABD’sine karşılaştırma için bakabiliriz. ABD aksine 30 sene önce Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle büyük bir zafer kazandı. 

Günümüzde emperyalizme dünya çapında kafa tutabilecek işçi sınıfının devletli olduğu bir fiziksel güç gözükmüyor. Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin ancak kendilerini korumaya dönük bir devlet stratejileri bulunuyor.

ABD ise hem zor aygıtı hem “orta sınıfları” yaratan mekanizmalarla uzun yıllardır bir işçi sınıfı baskısını hissetmeyen bir ülke durumunda. İşçi sınıfının bağımsız siyasi hattı kendini göstermiş ve seçimlere kendi programı ve adaylarıyla girmeye başlamış da olsa hemen bugün sermaye iktidarını tehdit edecek kadar güçlenmiş değil. Örneğin son seçimlerde aldığı 85 bin civarındaki oy ve arkasındaki irade gelecek için çok önemli de olsa henüz düzende tehdit algısı yaratmıyor. 

Görüldüğü gibi ABD’nin durumu İkinci Dünya Savaşı öncesi İtalya ve Almanya’dan oldukça farklı.

Ergin Yıldızoğlu’nu tenzih ederim, ancak görüşleri gazetelere yansıyan uluslararası ilişkiler uzmanları başka bir yöntem hatası daha yapıyorlar. ABD’nin uluslararası alanda işlediği suçlarla ABD “demokrasisi”ni birbirinden ayırıyorlar. Oysa yurtdışında her türlü cinayeti, işgali, darbeleri gerçekleştiren bir devletin emekçi halkın iradesinin yönetime yansıması anlamında mükemmel bir “demokrasisi” olamaz. Gördüğümüz her şey biçimsel olarak iyi paketlenmiş bir burjuva diktatörlüğünden başka bir şey değildir.

Şu demokrat Biden’ın Suriye komplosunu kuran, IŞİD’i bir araç olarak kullanmayı akıl eden, Gülen Cemaatini Türkiye’de ve dünyada gençleri hem gericiliğe hem ABD ajanlığına yönlendiren bir ekibin içinden geldiğini hatırlamamız gerekiyor.
ABD sermayesinin günümüzde temel sorunu başat rolünden dolayı kendisine ayrıca dev bir rant sağlayan emperyalist düzendeki hegemonyasını nasıl sürdürebileceğidir.

Bu yüzden günümüz İkinci değil, Birinci Dünya Savaşı öncesine benziyor.

ABD sadece kendi emekçi halkını değil, dünyadaki bütün emekçi halkları bir emperyalist paylaşım savaşı ile tehdit ediyor bugün. 

ABD’nin hegemonyasını koruyamaması durumunda bir iç savaşa sürükleneceğini söyleyebiliriz. Ancak bu savaşın bir cephesinde işçi sınıfı siyaseti, diğer cephesinde faşistiyle demokratıyla sermaye sınıfı bulunacak.