ABD dünyaya dağılmış askerlerini topluyor ve Pasifik bölgesine yoğunlaşıyor.

ABD neden her yerden asker çekiyor?

Hemen her gün ABD’nin dünyanın bir yerindeki asker sayısını azalttığına ilişkin haberler geliyor.

Seksen yıldır emperyalizmin en tepedeki ülkesi olmak kolay değil, bu pozisyon dünyanın birçok yerinde asker bulundurmak anlamına geliyor. 2015’e kadar olan verilerden derlenmiş aşağıdaki harita emperyalizmin ne anlama geldiğini kavramak için çok yararlı. 177 ülkede 200 bin civarında ABD askeri bulunuyor.

Şekil ABD’nin 2015 yılında sahip olduğu askeri üslerin dağılımını grafik halinde sunuyor. Ne yazık ki grafik Türkiye’yi de ABD üssüne ev sahipliği yapan ülkelerden biri olarak damgalıyor. İncirlik'te 2500 kadar Amerikan askeri bulunuyor.

Bugünlerde bir bakıyorsunuz, ABD Almanya’daki askerlerini azaltıyor, bir bakıyorsunuz 2000’lerin başında işgal ettiği Afganistan ve Irak’tan askerlerini çekiyor. Yukarıdaki haritada fark edeceksiniz Afrika paylaşımına katılmış, Afrika’daki irili ufaklı askeri birliklerini de çekmeye başladığı söyleniyor.

Boş bulunsanız, bu eğilimi ABD’nin başına bir barış perisi konduğu şeklinde değerlendirebilirsiniz!

Gerçekten Trump her zamanki zevzekliği içinde bazen bu olayı kendi iradesiyle gerçekleşen barışçıl bir eylem olarak duyuruyor: “ABD askerlerinin huzur içinde evlerine dönmelerini istiyorum” diyor.

Bazen de ağzından haraç toplayan mahalle çetesi şefi edasıyla şöyle şeyler çıkıyor: “ABD hiç kimseyi bedava korumaya niyetli değil, askerleri ülkenizde istiyorsanız, kesenin ağzını açacaksınız”.

Tek tek ülkelere bakınca ise o ülkedeki sınıfsal dinamikler, eğilimler ile ABD arasındaki ilişkilere odaklanılıyor. Bu yaklaşım tamamen haksız da değil, örneğin Almanya’dan asker çekilmesiyle ilgili bir yorum bu köşede yer almıştı.

Veya Irak’ta Kasım Süleymani cinayetinden sonra ülke parlamentosunun ABD askerlerinin çekilmesini istediği ve üslere saldırıların yoğunlaştığı biliniyor.

Ancak bu ayrıntıcılık tablonun bütününü gözden kaçırmamıza yol açmamalı. ABD dünyaya dağılmış askerlerini topluyor ve Pasifik bölgesine yoğunlaşıyor. Aşağıdaki harita Çin’in nasıl ABD tarafından kuşatıldığı hakkında fikir veriyor:

ABD’li yetkililer şunu açıkça söylüyorlar zaten: “ABD politikalarında bir strateji değişikliği oldu, terörizme karşı mücadele yerine Çin ve Rusya gibi büyük güçlere karşı konumlanıyoruz”.

Açıkça söylüyorlar ama bu ideoloji yüklü ifadeyi yorumlamak gerekiyor. ABD; 2001 yılındaki kimin tarafından yönlendirildiği çok müphem İkiz Kuleler saldırısından sonra bir hayalet olarak terörizmi keşfetmiş ve bununla mücadele bahanesiyle işgaller ve askeri müdahalelerle Sovyetler sonrası dönemde egemenliğini perçinlemeye çalışmıştı. 

Şimdi ise bir dünya gücü olarak Çin karşısında pazarlarını koruyamıyor. Çin’in dünya pazarlarına süzülme taktiklerine karşı koyamıyor, her yerde kaybediyor ve dünyaya dağılmış askerlerinin bu pazar kavgasına bir faydası olmuyor.

Strateji bu nedenle Pasifikte, daha doğrusu Çin Denizi’nde Çin’i yenmeye, askeri gücünü yok etmeye ve sermayesini indirgemeye, kontrol edilebilir hale getirmeye dayanıyor.

Bu durum ABD Başkanlarına bağlı bir politika değil. Daha 2011’de Obama Avustralya parlamentosunda yaptığı bir konuşmada bu politika değişikliğine değinmiş ve ABD askeri gücünün Pasifik bölgesine yoğunlaşacağını vurgulamıştı. ABD tekellerinin ve derin devletinin direksiyonu tuttuğu bu süreçte başkanlar sadece şov yıldızı gibi davranıyorlar.

ABD bölgeye askeri güç yığıyor, üç uçak gemisi birden bu operasyonda görev yapıyor. Hemen her gün Çin ve ABD donanması tehlikeli bir şekilde karşı karşıya geliyor. Hatta bir seferinde ABD gemisinin Çin uçak gemisine 100 m yaklaştığı söyleniyor.

Bir ABD Amirali bu karşı gelişlerden sonra geçenlerde “Biz onları gördük, onlar da bizi” demiş.

ABD Çin’in nüfusuna sahip bir ülkeyi piyade gücüyle dize getirmeyi düşünmüyor. Ayrıca Almanya’dan, Irak’tan çekilen askerler Pasifiğe taşınıyor diye anlaşılmamalı, ABD ordunun dünyaya dağılımını yeniden organize ediyor.

Öte yandan kendi halkı pandemiden kırılırken çok büyük paralar ayırarak yeni teknolojik silahlar geliştirmeye ve bunları bölgeye yığmaya çalışıyor. Bir yandan da Çin’deki teknolojik gelişmeyi yakından gözlüyor. Öyle bir an yakalanmalı ki, ABD kıl payı olsun üstün olmalı.

Böyle bir akılsızlığa dünya emekçi sınıfları mahkûm değil. Asıl saldırılanın ve tehdit edilenin kendileri olduğunu bilip buna göre tavır almalılar. 

Bu süreci durduracak tek güç işçi sınıfının öncülüğünde dünya emekçi sınıflarının uluslara dağılmış mücadelesi olarak gözüküyor.