Sermaye gücüyle devlet gücünün birleşmesinde yerel yönetimlerin tam adaptasyonuyla, yerel nefes boruları da kapatılmış olacak.

81 ilde büyükşehir modeliyle iktidar oyunları

Emekçi halk üzerindeki sömürü silindirinin üzeri pandemi gerekçeli yasaklarla örtülmeye çalışılırken sermaye yoluna, siyasal iktidar da laikliği silip süpürmeye, gericiliğin önünü açmaya ve devleti sömürüyle eksiksiz buluşturacak yolları açmaya devam ediyor.  

AKP’nin büyükşehir sayısını artırma ya da tüm illeri büyükşehir yapma düşüncesi yeni değil. 2002’den önce 16 olan büyükşehir sayısını 30’a çıkaran, bunu yaparken de büyükşehirlerde köyleri kaldırıp mahalle haline getiren, özel idareleri kaldıran, büyükşehir belediyelerinin görev, yetki ve kaynak olarak gücünü artıran AKP, büyükşehir projesini son yerel seçimlerdeki kayıplarından sonra durdurmamış ötelemişti. 

Belediye konusu, iktidar ya da muhalefetin seçim kazanma basitliğiyle ya da yerel iktidarla sınırlı değil. Sermaye, aynı zamanda büyük pazarlar olan kentlerin ve büyükşehir modelinde mücavir alanların içindeki tüm kaynakları boşluk bırakılmaksızın istiyor. Çizgi bu olunca da yerel iktidarların muhalefetin ya da iktidarın elinde olması değil, düzen içinde kapitalizmin yasalarına uygun olarak yönetilmesi esas. 

Bugün yaşanan AKP ve muhalefet belediyeleri çelişkisi sermaye rahatsız olmadıkça, sermayenin sınıfsal çıkarı sarsılmadıkça, kentsel sömürü sürdükçe aşılmaz sorun olarak durmaz. 

AKP’nin kendine özgü başkanlı yönetim modelinin ayakta kalabilmesi için: (i) güçlü, organize bir başkanlık (cumhurbaşkanlığı) ofisine, (ii) başkanla uyumlu, sapmaları olmayan yerel/yerinden yönetime ihtiyacı var. 

İlk adım valilere verilen görev, yetki ve sorumlulukla atıldı. Vali, ilde CB’nin temsilcisi oldu. Kaymakamın da modele uygunluğu sağlandı. 

CB, aynı zamanda parti üyesi ve başkanı olunca temsilcisinin, hukuksal yasağa karşın iktidar partisi il başkanı gibi davranması, parti il başkanı ve valinin, parti ilçe başkanı ve kaymakamın koşut çalışması -cılız anımsatmalarda kalarak- engellenemedi. Devletin temsilcisi vali değişti artık. 

Mart 2019 yerel seçimlerinde muhalefete kaptırılan büyükşehirler tekerin önüne konulan takoz gibi görülünce, seçim kaybedilen büyükşehirlerde merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki görev, yetki, sorumluluk ve kaynak paylaşımına el atıldı. AKP’li ve ittifakı belediyelerdeyse bu paylaşıma dokunulmadığı gibi teşvikle desteklemeler sürdü.

Öte yandan HDP ağırlıklı belediyelerdeki seçme ve seçilme hakkını yok eden görevden almalar ve kayyum atamaları AKP için farklı bir seçenek olarak kullanılıyor ve diğer belediyeler üzerinde de baskı unsuru olarak tutuluyor.

Sermaye sınıfının bu kaotik tablodan, hukuksuzluklarla dolu oyunlardan rahatsızlığı yok. 

AKP duruma göre oynamayı seviyor. Seçimler, seçim usul ve esasları, seçim barajı ve bölgeleri üzerinde çalışırken yerel yönetim seçenekleriyle oynamak için senaryolar yazıyor, model seçenekleri çalışıyor.

Mevcut büyükşehir sayısını artırma ya da 81 ili büyükşehir modeli içine alma girişimi bunlardan biri. Yerel başkanla daha kolay yöneteceği, rant paylaşımını daha kolay yapacağı yereller arıyor. Coğrafi ve ekonomik özellikleri ileri sürerek yeni sınırlar da çizebilir. Mevcut Anayasa “büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri” getirilebileceğini söylüyor ki burada model üretmenin bütün sınırları zorlanabilecek. Tüm iller büyükşehir olunca, 30 büyükşehir modelinde olduğu gibi köyler mahalle yapılır ve özel idareler de kaldırılırsa Anayasadaki il, belediye ve köy halkı olarak ayrılan üçlü yerel yönetim şekli de tekleşecek. Başkanlı rejimi güçlendirecek anayasa değişiklikleri taslağında bunlar da yer alacaktır.  

Son yerel seçimlerde kaybedilen belediye başkanlıkları karşısında oy oranındaki üstünlüğüne sığınan AKP, il mücavir alanındaki tüm seçmenleri büyükşehir belediye başkanına yöneltmeyi, kent oyunu bu yolla kırmayı da amaçlıyor. Ama sorun yalnızca burada değil, merkez-yerel arasındaki görev, yetki, sorumluluk, kaynak paylaşımı da masa üzerinde. Köylerin kaldırılmasıyla, güçsüz mahalleler masa üzerinde. İl bazında merkeze ya da İstanbul örneğinde gördüğümüz gibi tarikat ve cemaatlerin kontrolündeki vakıflara mekan aktarımı masada. Kamusal olanı, halkın olanı özele aktarma oyunları devam ediyor.  

Başkanlı rejim, başkana bağlı yerel yönetim modeliyle çalışmak ister. Bunun adı eyalet olmazsa büyükşehir olur. Güçlü yerel/yerinde yönetimi yazan 1921 Anayasasına gönderme yapılmasının nedenlerinden biri de bu. AKP’nin yerel yönetimlerde özerkleştirmeye yönelik raporu da unutulmasın. 

CB temsilcisi olan valinin yerel yönetim üzerindeki vesayet yetkisi daha da güçlendirilir. Birde bakarsınız büyükşehir belediye meclisi yönetimi, mevcut 51 ilin il genel meclislerinde olduğu gibi valilere bırakılır. Ya da seçimle gelen vali uygulamasına geçilir. Yani demokrasinin olmazsa olmazı denilen seçimler yapılır ama -piyangonun hep başkana çıkması hikayesinde olduğu gibi- tüm seçimleri başkanın partisi kazanır. 

Seçenekler fazla mı dağıldı? Kapitalizmi yaşatmak için, para ve dini buluşturmak için neler dağılmadı ki bunlar dağılmasın… Yıllarca “başkanlık rejimi” tartışılırken, yıllarca laiklik ayaklar altına alınırken “Türkiye Cumhuriyetinde bunlar olmaz” denilenler bir bir uygulamaya geçmiyor mu? Yıllarca “seçim çözer, seçimle göndeririz” denildi, bu sefer de genel oy hakkı çalınıp seçim çözülmedi mi? Sermayenin partisinden başka ne beklenir ki… 

Yalnız ulusal sermayenin değil, uluslararası sermayenin de pazarı haline gelen ve kamusal hizmetleri özelleştirmede etkin araç olan yerel yönetimlerin halka yakın yönetim birimleri olmasıyla övünülmesi, kapitalizmin halkı seçimle kandırmasının uzantılarından biri.

Düzen içine sıkışan belediyelerin kapitalizmin sömürücü niteliğinden kopması zor olmakla birlikte, toplumcu belediyecilik örneklerinde olduğu gibi emekçi halk yararına faaliyetler ortaya çıkabiliyor. Ya da köylerde yerel olarak mücadele örnekleri görülebiliyor. AKP bu tür filizlenmeleri dahi söküp atma peşinde. Sermaye gücüyle devlet gücünün birleşmesinde yerel yönetimlerin tam adaptasyonuyla, yerel nefes boruları da kapatılmış olacak. 
Asıl olan, sosyal, fiziki ve ekonomik tüm yönleriyle merkezi ve bütünsel planlama ve halkın yönetimi. Asıl olan sermaye sınıfının ve iktidarının, milliyetçiliği ve dinselliği de kullanarak sürdürmeye çalıştığı söz ve karar sahipliği değil, emekçi halkın söz ve karar sahipliği.

Sömürücülerin kendi demokrasilerinin başlığı altına yerleştirerek düzen hukukuna yazdıkları, uygulamaya geçirdikleri her ne olursa olsun emekçilerin örgütlü mücadeleleriyle bir gün yırtılıp, sökülüp atılacak.

Sömürüye, gericiliğe son verecek olan işçi sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü kutlu olsun!

Yaşasın 1 Mayıs!