Yeni yıldan en büyük dileğim toplumumuzun bu bataklıktan dizilerdeki toplu psikoterapi seansları ile değil, kendi gücüyle, yaşananları sorgulayarak çıkış araması olacak.

2021’den dileğim

2021’den dileğimi hemen başında söyleyerek devamında bu dileğin altında yatan sebebi açmaya çalışacağım. 

Gelecek yeni yıldan en büyük dileğim toplumumuzun içine düştüğü bu bataklıktan dizilerde uygulanan toplu psikoterapi seansları ile değil, kendi gücüyle, uyuşturulmaya izin vermeden, yaşananları sorgulayarak çıkış araması olacak.

Yönetenlerin bütün uygulamalarının ve içinden geçtiğimiz süreçlerin yarattığı sıkışmışlığı görmek ve neredeyse sunulan tek çözümün televizyon karşısından yapılan terapi seansları olması bir hayli rahatsızlık verici. 

İçinde debelendiğimiz bu çıkışsızlığı elbette pek çok insan dert ediniyor olsa da mücadele edilmediği müddetçe dozu artan depresyon ilaçlarının faydası dokunmuyor, sayısı artan psikoloji dizilerinin bize sunabileceği geçerli bir çözüm yolu bulunmuyor.

Çünkü bu diziler toplumu bir nebze rahatlatırken, bunu bile kazanca dönüştürüyor yapım şirketleri. Örneğin 2020’de psikolojiden hareketle, doğrudan içeren en az üç tane dizi üretildi. Bunların üçünün de konularını Madalyon Psikiyatri Merkezi’nin sahibi olan Gülseren Budayıcıoğlu hazırlamış. Bu üç dizinin yapımını da tek bir yapım şirketi üstlenmiş. Birisi de zaten son dönemlerde sıkça konuştuğumuz Bir Başkadır dizisiydi. 

Budayıcıoğlu’nun senaryolarını üstlenen şirket üretecekleri işlere karar verdikleri dönemde dizilerinin pandemi ve saçma karantina uygulamalarına denk geleceğini bilselerdi hiç zaman kaybetmeden 4.-5.yi hazırlamaya başlarlardı herhalde. Nitekim aynı psikiyatristten aldıkları yeni dizilerin yolda olduğu da konuşuluyor… 

Özellikle 2020 yılında yaşananlar, pandemi pek çok şeyi tetikledi. Bir kısmımızı enfekte etti, bir kısmımızı enfekte olma korkusuna sürükledi. Belki bütün toplumu hasta etmedi ama yaşanan panik, korku, kaygı gibi duygular başka belirtiler yaşanmasına neden oldu. 

Pandeminin en başında henüz tam kavrayamadıkları bir virüsün bulaşmasından korkarak, nasıl bulaşacağını bile anlamadıkları ve açıklamalarına güvenmedikleri iktidarın söyledikleriyle yetinmeye çalışan insanlar, şimdi de aşılarla beraber çiplerin kontrolü altına girecekleri ihtimaliyle baş etmeye çalışıyorlar. Kimse ne iktidara, ne kurumlara ne de kurumların açıkladığı sayılara güveniyor.

Yaşanan bu sıkışmada gaz almak için kullandıkları yöntemlerden birisi de psikoloji ile ilişkili diziler oluyor. Aslında insanı esas hasta eden, bir sürü sorunu tetikleyen iktidar ve kurumlarının yönetme biçimi iken, köklü bir değişiklik yerine toplumu dizilerle terapi seanslarına sokuyorlar. Seansa gelen kişilerle konuşulurken toplumla konuşuluyor, dirayetli olması telkin ediliyor, birbirimizi daha çok anlayalım, daha çok duyalım telkin ediliyor. 

Gazını almak demişken hem mecazi söylüyorum hem de sindirim sistemi rahatsızlığı canlanıyor hakikaten aklımda. Sağlıkçı değilim ama bir besin sindirim sistemine zarar veriyorsa, kişinin beslenme şekli dolayısıyla belirtiler ortaya çıkartıyorsa çözüm yolu olarak kişi beslenme şeklini değiştirmeli, değil mi?

Tam da kapitalizm için de yapmamız gerekeni konuşuyoruz. Yaşadıklarımız birer semptom; aşılamayan virüs, sürekli yoksullaşma, karantina uygulamasında bile fabrikalarda üretimi durdurmak… Semptomlar bu kadar görünürken ana kaynağına inip de bizi hasta edeni yok etmiyoruz. Etmediğimiz her an yeni mide rahatsızlıklarına, sindirim sorunlarına çare arıyoruz. 

Bu sebeple yeni yıldan dileğim 2020’nin son basamağının bir artmasıyla kendiliğinden değişimin gerçekleşeceğini beklemekten daha çok bizi hasta edenlere karşı mücadele edenlerin sayısının artması. 

Ve bitirirken bu kadar dizilerde, filmlerde psikologları konu ederken; terapileri kazanç malzemesine dönüştürürken psikologların meslek yasasının olmaması da, meslek odasının olmaması da bir tuhaf değil mi? Bu mesleği icra edecek birisi olarak elbette yanına eklediğim dilek tüm toplumsal yaşamın, yasaların emekten, adaletten yana düzenlenmesidir.