Altı güne sığan bu üç gün, iktidarlar ve bazı kesimler yeterince önem vermese de, birbiriyle ilişkili olan ve Türkiye için önemli günlerdir.

20, 24 ve 25 Kasımlar!

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında 1981’de, 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. 

Birleşmiş Milletler 20 Kasım 1989’da, 18 yaşın altındaki her bireyi çocuk olarak tanımlayan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmiştir. 20 Kasım ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’ olarak kutlanmaya başlamıştır. 

Birleşmiş Milletler 1999 yılında da, 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü" olarak kabul etmiştir. 

Altı güne sığan bu üç gün, iktidarlar ve bazı kesimler yeterince önem vermese de, birbiriyle ilişkili olan ve Türkiye için önemli günlerdir.

24 Kasımlarda kutlanan öğretmen, bir kişiye nasıl yolsuzluk ya da hırsızlık yapacağını, nasıl mafya üyesi olunacağını, bir köpeğe nasıl ateş çemberinin içinden atlayacağını öğreten kişi değildir. Birilerine ‘kininin davacısı olmayı’ öğretenler de değildir. Bu tür öğretiler birer eğitim olayı değildir. Çünkü eğitim, insancıl süreçlerle insancıl amaçları olan bir etkinliktir. Eğitim, ‘fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” insan yetiştiren, bireyin, toplumun ve de doğanın yararına olan bir etkinliktir. Dolayısıyla 24 Kasımlarda kutlanan öğretmen eğitsel değeri olan öğretilerde bulunan kişidir. Bu öğretmen, öncelikle bir eğitimcidir; laik ve bilimsel anlayış sahibidir; öğrencilerini rengine, ırkına, inancına, cinsiyetine ya da mali durumuna bakmadan seven kişidir. Öğrencisinin sevinciyle sevinen, üzüntüsüyle üzülen, konusuna hakim olan, öğretmeyi bilen ve seven insandır. Öğrencilerinin, düşünme, sorgulama, eleştirme, araştırma becerilerini kazanmasına ve kendi egemenliğinin ayrımında olan özgür yurttaşa dönüşmesine yardımcı olan kişidir. Bu öğretmen, dindar olsa da, öğretmenliğini imamlıkla, hahamlıkla ya da papazlıkla karıştırmayan insandır. 

Günümüzde fakülte mezunu, yüksek lisans/ doktora sahibi ya da profesör olduğu halde, lise dengi okul düzeyindeki öğretmen okullarından ve de köy enstitülerinden mezun öğretmenlerin niteliğine ulaşamamış öğretmenlerin bulunması, istenen niteliğin öğrenim süresiyle pek ilişkili olmadığını göstermektedir. Kişi laiklikten, bilimsellikten ve de çağdaş evrensel değerlerden nasibini alamamışsa, insanları ırkına, inancına, cinsiyetine ya da varsıllığına göre ayırıyorsa, alleme-i cihan olsa nitelikli öğretmen olması imkansızdır.  

Öğretmenler gününün anlamını-öğretmenliğin önemini- yeterince benimsemiş iktidarlar olsa, 

  • Nitelikli öğretmen yetiştirmeye özen gösterilirdi. 
  • Din kültürü ve ahlak bilgisi zorunlu ders olmaz, seçme sınavlarından bu derste soru sorulmazdı.
  • Liseye giriş sınavını kazanamayan çocukların imam hatip liselerine ya da açık liselere gitmek zorunda bırakılması gibi bir uygulama başlatılmazdı. 
  • Bir milyondan fazla çocuk tarikatların güdümüne terk edilmezdi. 
  • Okullar ‘nitelikli okul’ denerek ayrılmazdı.
  • Öğretmen maaşları yük olarak görülmezdi.
  • Öğretmenlerden, online derslerini cuma namazını dikkate alarak hazırlamaları istenmezdi.
  • Pandemi almış başını giderken, yeterli önlemleri almadan yüz-yüze eğitim başlatılmazdı, sokağa çıkma konusunda yasaklar getirilirken ilköğretim ve sonrasında yüz-yüze eğitimden vazgeçilirken, okulöncesinde ve anaokullarında yüz-yüze eğitime devam edilmezdi.
  • Çanakkale Zaferi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet tarihi, Mustafa Kemal’den söz etmeden anlatılmazdı.
  • Osmanlının hasta adam olmasında katkısı olan II. Abdülhamit yüceltilmezdi.
  • Birilerinin ortaokul öğrencilerine sarıkla okula gitmeyi öğretmesine izin verilmezdi. 

*Hele bir eğitimci milli eğitim bakanı olduğunda, yukarıda özetlenen olumsuzluklar akla bile gelmezdi. 

Nitelikli öğretmen yetiştirilebilseydik, büyük bir olasılıkla, örneğin;

  • Çocuk sevgisi öne çıkardı, kız/erkek ayrımı yapılmazdı. 
  • Çocuklar erken yaşta evlendirilmezdi. 
  • Çocuk anneler olmazdı.
  • Çocuklar cinsel istismara maruz bırakılmazdı.
  • Kadın aile bakanı, bir gerici vakıfta ortaya çıkan cinsel istismar üzerine, “bir kereden bir şey olmaz” diyemezdi. 
  • Son 7 yılda 350 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirmezdi.
  • Suriye’den milyonlarca mülteci gelmez ve 1 milyon mülteci çocuğun yüzde 37’si eğitimsiz kalmazdı.
  • Tecavüz edene verilecek cezada, mahkemede saygılı durduğu için ‘iyi (!) halden’ ya da 13 yaşındaki bir kız çocuğu için ‘Rızası var(!)’ diyerek indirim yapılmazdı.
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği ile çocuk ve kadın hakları dahil tüm insan hakları ve de hatta hayvan hakları benimsenirdi. 
  • Salgın sürecinde kadına yönelik şiddet artarken İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılması akla bile gelmezdi.
  • İnsanlar eline diline ve beline hakim olurlardı. 
  • Kadına şiddet uygulanmazdı. 
  • Son on ayda, 143’ü evinde olmak üzere 397 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirmezdi.
  • Yurtta barış ve dünyada barış olması kolaylaşırdı.
  • Deprem gibi nedeni bilimsel olarak açıklanabilen doğal felaketleri, ‘kadere’ ya da ‘o yörede işlenen günahlara’ bağlayanlar çıkmazdı. 
  • Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” şiiri günümüzde de geçerliliğini korumazdı. 
  • En azından bu tür olumsuzluklar yok denecek kadar az olurdu.
  • “Nerede o eski öğretmenler?” diyenler azalırdı.

[email protected]