Yok Olmayan Bir Geçmiş: Savaşın Anısıyla Başa Çıkmak

Gökhan Aksay’ın usta çevirisiyle 2012 yılında yayımlanan Salamina Askerleri, özellikle tarihe ilgi duyan okurun önüne geniş bir yelpazede zenginlikler sunarken, sınıfsal gerçeği ve dokunaklı bir anlatının kalıcılığını kurmaca düzleminde kanıtlıyor. Karşılaştığımız zenginliklerin temelinde, romanın yazarı Javier Cercas’ın şaşırtıcı ögeleri bir araya getirebilme yeteneğini yatıyor.

Kaya Tokmakçıoğlu

Bir yazar süslü söz sanatlarının yoldan çıkarmalarının tutsağı olursa, çoğu zaman sonu hüsranla biten deneyimlere yol açabilmektedir. Buna karşın ayrıcalık ve güç, gerçeği söyleme ve gizleme gibi temeli oluşturan yapılar hem ilerici siyaseti hem de düzyazı anlatıyı destekler. Ciddi bir yazar, kahramanlarının yaşamları hakkında bilgi veren siyaseti artık yok sayamaz ve anlatısının “propagandasını” kaba hatlarla ifade edemez. Önemli konular hakkında yazmak nadiren kusursuz ve etkileyici romanlar ortaya çıkarır. Sonuç çoğu zaman ya çok kaba bir retoriğe ve sahte karakterlere işaret eder ya da apolitik bir nihilizme yol açar.

Gelgelelim eğer bir romancı siyaset ile karakterin ve konu ile olay örgüsünün akışının uygun bir karışımını bulabilirse, roman epik bir biçime bürünerek aslına döner ve okur zengin bir biçimde ödüllendirilir. Nadiren gerçekleşen bu durum Salamina Askerleri söz konusu olduğunda gerçekliğe bürünür. Gökhan Aksay’ın usta çevirisiyle 2012 yılında yayımlanan roman, özellikle tarihe ilgi duyan okurun önüne geniş bir yelpazede zenginlikler sunarken, sınıfsal gerçeği ve dokunaklı bir anlatının kalıcılığını kurmaca düzleminde kanıtlıyor. Okurun karşılaşacağı zenginliklerin temelinde, romanın yazarı Javier Cercas’ın şaşırtıcı ögeleri bir araya getirebilme yeteneğini yatmaktadır. Karakterlerin ve genel olarak tarihin görünürde çelişkili olan içyüzü ve görüngüsü, kıvrak ve etkili bir biçimde söz söyleyen bir düzyazının hazzı, incelikli ve karmaşık siyasal düşüncenin meydan okuması, şarkı söyler gibi okunan bir metinden alınan zevk ve metne ustalıkla yerleştirilmiş dünya edebiyatının farklı yazarlarının yarattığı ciddi atmosfer Cercas’ın yeteneklerinden sadece bazıları. Bununla birlikte müzik terimleriyle konuşacak olursak, bir bas gibi ses veren gelenekle, düzyazı ve anlatının çerçevesini oluştururken elde edilen deneyimlerin nefes kesici bir soprano biçiminde okurun karşısına çıkmasının, romanı çoksesli bir yapıta dönüştürdüğünden dem vurabiliriz. Siyaset ve sanat ilişkisi hakkında kafa yoran okurları tatmin edecek bir romanla karşı karşıyayız.

İç Savaş, Bellek, Tarih

Okur, Javier Cercas’ın üç kanatlı tablosunun orta bölümünde Mazas’ın hikâyesini bulunur. İlk bölümde adı “Javier Cercas” olan ve başından itibaren rahat bir biçimde hem bir koca hem de bir yazar olarak başarısız olduğunu itiraf eden anlatıcıyla karşılaşılır. Falanjistin oğlundan Sanchez Mazas’ın hikâyesini dinleyen anlatıcı, kendi babasını kaybetmiş olmanın verdiği hüzünle bir yolculuğa çıkmıştır ve bu yolculukta aynı zamanda unutulmaya yüz tutmuş yazar kimliğini bulabilme umuduyla kendi meslek yaşamını da kurtarmaya çalışmaktadır.

Anlatıcı, belleğin tarih içinde donmasının yarattığı etkiden büyülenmiştir. Kişisel anlatıların geçmişin bir parçası olduğu, artık onaylanamayacakları ve bu yüzden gerçeklik olarak sayılacakları böyle sinsi bir süreç, aslına bakılırsa gerçekte ne olmuş olduğunun sadece tek bir yorumunu sunmaktadır. Bu bağlamda Cercas, sadece bir kuşak önce gerçekleşen İspanya İç Savaşı’nın olaylarına dikkati çekerken, aynı zamanda iki bin yıldan daha fazla bir zaman önce Salamis’te Pers donanmasına karşı savaşan askerlerin uzak ve değişmez hikâyelerini anlatmaktadır.

Anlatıcı, “gerçek bir hikâye” anlattığının altını ısrarla çizmektedir. Fakat Salamina Askerleri’nde başından itibaren yalın olan şey, bunun yazınsal bir arayış olduğu ve sonunda kurgusal bir ifadenin herhangi bir başka yaşamöyküsel anıdan daha ikna edici olacağı umudunun diri tutulmasıdır. Geçmişi ölü bir tarih yerine, yaşayan bir bellek olarak akılda tutma çabası can alıcı bir biçimde, bireysel dürtülerin araştırılması ve Mazas’ın hikâyesinin etrafında döndüğü şu temel soruyla biçimlenir: Tam anlamıyla bir kahramanı kahraman yapan nedir? Şiddetin görkemini ve kökten değişimin gerekliliğini savunan, fakat bununla birlikte onun için gerçekte savaşmayan Mazas gibi biri kahraman mıdır, yoksa kahramanlık tümüyle farklı bir olgu mudur?

“‘Kahramanı nasıl tanımlarsın?’ … ‘Bilmiyorum.’ dedi. ‘Kendisinin bir kahraman olduğuna inanan ve kahraman olmayı beceren insan. Ya da, cesaret sahibi olan, erdemle güdülenen, o sayede asla yanılmayan, en azından yanılmamanın önemli olduğu belirleyici durumlarda yanılmayan insan. Bu niteliklere sahip olmayan insan kahraman olamaz. Ya da Allende gibi, öldürenin değil öldürmeyenin ve ölmeyi göze alanın kahraman olduğunu idrak etmiş olan insan.” 

Gerçeğin Peşinde

Cercas’ın yanıtı romanın üçüncü bölümünde karşımıza çıkar. Buna göre anlatıcının, Mazas’ın hayatını kurtarmış olabilecek Cumhuriyetçi askerin izlerini arayıp bulma çabası yazarın yanıtını oluşturur. Antoni Miralles adındaki bu asker Mazas’ı kurtaranın kendisi olduğunu açık açık söylemez. Fakat anlatıcının Miralles ile Fransa’nın Dijon kentinin çevresindeki bir huzurevinde yıllar sonra yaptığı görüşme, onu Miralles’in gerçek kahraman olduğuna ikna eder. Antoni, anlatıcıya göre cesareti ve “erdem için içgüdüsü” olan bir kişidir; bu yüzden asla hata yapmaz ya da en azından hayat-memat meselesi olan durumlarda hata yapmaz ve dolayısıyla bir kahraman olmayı hak eder.
Kitap, anlatıcının söz konusu olan kişinin Miralles olduğundan zafer kazanmışçasına emin olduğu bir biçimde son bulurken, kitabının kendi kurgusunda “bütün düzeneğe” kusursuz bir biçimde uyum sağlayan kişinin o olduğunun bilincindedir ve böyle yaparak “Salamina’nın Askerleri”ni unutulmaya yüz tutmaktan kurtarır. Çoktan kaybedilmiş bir dava uğruna savaşmakta olduklarının farkında olmayan bu kahraman savaşçılar, geçmişin belleğinden gün yüzüne çıkartılır.
Cercas, bir insanın başka bir insanı öldürmeyi reddettiği bu gizemli, arketipik ânın etrafında ideolojinin ve sadakat, cesaret ve gerçeğin doğasının sınırlarını araştıran bir anlatı yaratır. Bu süreçte efsanelerin nasıl bir çığ gibi büyüdüğünü ve siyah-beyaz ahlaki hükümlerin yetersizliğini göstermeye çalışır.
Arayış, uzun soluklu ve çetrefilli olmakla birlikte herhangi bir gazeteci ya da yaşamöyküsü yazarına tanıdık gelecek bir biçimde hatalı başlangıçlar ve tuhaf tesadüflerle doludur. Cercas, araştırmacının yaşamının araştırmasına konu olan kişilerin yaşamlarıyla nasıl birbirlerinin içine girdiğini kusursuz bir biçimde aktarır.

Eğer...

Cercas, tarihin “eğer”li yorumunu tercih eder. Eğer Cumhuriyetçi güçlerin tutsağı olarak idam mangası tarafından ölümle burun buruna gelmiş Sanchez Mazas, aynı gün ölümden ikinci defa kurtulabilseydi ne olurdu? Kurşunlardan kaçarken Cumhuriyetçi arama ekibinin bir üyesinin suratında ölümü gördüğünde, eğer asker yüzünü ondan çevirmeseydi neler olurdu? Ya başından geçen olaylara ismini veren “orman arkadaşları” tarafından açlıktan ölmek üzere ve bitkin bir biçimde kurtulamasaydı? Ya da Sanchez Mazas bunlardan birine “Bir gün tüm hikâyeyi bir kitapta anlatacağım; kitabın adı da Salamina Askerleri olacak” diye bir söz vermeseydi ne olurdu? Bu bağlamda geçmişte yaşanmış savaşın 20. yy. ile olan bağlantısı değişir miydi? Ve eğer tarih kendini zamandizini boyunca tekrar etse neler değişirdi?

İspanya’da bir çoksatar hâline gelmiş Salamina Askerleri’nin, iç savaşın yüzeysel bir yorumu olduğu gerekçesiyle, çoğu sol cenahtan gelen eleştirilere maruz kaldığını eklemek gerek. Her ne kadar Cercas, kitlelerin mücadelesi veya devrimden çok az bahsetse de eleştirilerin haksız olduğunu söylemek mümkün. Yazar, Miralles’te temsil edilen, piyade erlerinin tarihsel mücadelesine odaklanarak okuru, anlatıcıyı takip etmeye zorlarken, Miralles’in onuru ve ahlaki saygınlığıyla romandaki tüm karakterlerden üstün olduğunun altını çizer.

Tıpkı W. G. Sebald veya İspanyol romancı Javier Marías gibi Cercas da 20. yy. tarihinin bilinciyle dolu, kaybolmuş insanları ve mekânları ilk bakışta kişisel, nevi şahsına münhasır ve dolaylı bir üslupla hatırlatan bir roman yazmıştır Salamina Askerleri’yle. Belgesel niteliğindeki bir söyleşi görünümünde, geçmişin derinliklerinde yaptığı araştırmaların tarihini yazarken, okuru neyin yapay neyin gerçek olduğunu sorgulamaya sevk eder. Bu biçimde bir kendine referans verme aldatıcı olabilecekken, Cercas romanı yazarken ustalıkla hareket eder; romandaki kurgusal rolünü alçakgönüllülükle oynar ve ayartıcı, hatta dokunaklı bir yakınlık duygusunu teşvik eder. Salamina Askerleri, kahramanların yokluğundan ötürü inandırıcı bir anlatıdır. Ya da romandaki her bir karakter kahramanlığı değil, en azından onurlu bir biçimde davranabilmeyi ortaya koyduğu için okurda saygı uyandıran bir romandır.

“… hayal kırıklığına uğramış, eski bir gazeteci, Fransa kırlarından geçmekte olan bir gece treninin vagon restoranında, iç huzuruyla sigara içer, içkisini yudumlar, yemek yiyen, hâlinden memnun insanlarla siyah papyonlu garsonların arasındadır, cesaret sahibi olan, erdemle güdülenen, o sayede asla yanılmayan, en azından yanılmamanın belirleyici olduğu önemli durumlarda yanılmayan yaşlı bir insanı, tertemiz bir yüreği olan, büsbütün saf bir insanı, o insanın, öldüğünde yaşamaya devam etmesini sağlamak için tasarladığı kitabını düşünmektedir, o sırada, ansızın, cama vuran kederli ve yaşlı görüntüsü ilişir gözüne, sonra o görüntü dağılarak, yerini, sınırsız ve yakıcı bir çölde, kendi ülkesi olmayan bir ülkenin bayrağını taşıyan, artık ayrı ayrı ülkelerin olmadığı bir dünyanın, o orada olduğu için hâlâ var olan o özgürlük ülkesinin ortadan kaldırılmış bayrağını taşıyan, camda beliren siyah güneşin altında, nereye doğru, kiminle, ne için gittiğini bilmeksizin ileriye doğru yürüyen, daima ileriye doğru yürüdüğü sürece kimi şeyleri bilmiyor olmasına aldırış etmeyen o genç, üstü başı dökük, toza bulanmış, isimsiz ve yalnız askere bırakır.”