Yaygın aşılama deneyimlerinden büyük bir başarı örneği: Küba 1962

Genç devrimiyle Küba çocuk felcine 1960'lı yıllarda yürütülen bir aşı kampanyasıyla meydan okudu. 1962 aşılaması örgütlü bir toplumun neleri yapabileceğinin kanıtlarından oldu.

Endam Köybaşı

Söz konusu olan halk sağlığı uygulamaları olunca tarihteki sosyalist deneyimler her daim çok başarılı işlere imza atmış, bu başarılar istatistiklere de yansıbmıştır. Beklenen yaşam ömründe uzama, bebek ölüm hızlarında düşme, salgın hastalıkları kurutma, kronik hastalıkların, meslek hastalıklarının görülme sıklığında azalma, ilk akla gelenler.

Ve elbette aşı uygulamaları… Aşılama oranında elde edilen başarıyla sağlanan kazanımlar…Örneğin, Sovyetler Birliği’nin çiçek hastalığını, Küba’nın çocuk felcini ortadan kaldırması.

Sınırlı imkanlar, yeni bir kuruluş süreci gibi zorluklara rağmen elde edilen muazzam başarıdan dolayı Küba örneğini ayrıntılandıralım.

Devrimin üstünden henüz üç yıl geçmeden ülkeyi adeta kırıma uğratan çocuk felci salgını, yaygın aşılama programı ile Kübalıların sorunu olmaktan çıkarıldı. Bunu halkın örgütlü gücüyle başardılar.

Albert Sabin

ABD'li mikrobiyolog Albert Sabin 1918'de Rusya'da doğmuştu.

1961 yılında ABD'de lisansını aldığı çocuk felci aşısı bu ülkede fazla ilgi görmedi. Sovyetler Birliği'nde meslektaşı Mikhail Çumakov'un çağrısıyla katıldığı çalışmalarda Sabin aşısı ihtiyaç duyulan ileri deney ve geliştirmelerle üretildi.

Sovyetler dünyanın farklı ülkelerine ücretsiz olarak bu aşıyı ulaştırdı. İlerleyen yıllarda tıp dünyası tağızdan alınan çocuk felci aşısı konusunda "Rusların" Sabin-Çumakov aşısı, Amerikalıların Salk aşısı ile ikiye bölündü. ABD'li virologlar uzun bir süre Sabin aşısının güvenilir olmadığını savundu. Sovyet virologlar aşılar üzerinde yaşanan bu soğuk savaşta daha olgun davrandılar! "Salk aşısı ABD için güvenli sayılabilir, çünkü kendi ülkelerinde denediler, Sabin aşısınınsa ABD'liler için potansiyel olarak tehlikeli olabileceği söylenebilir çünkü kendi ülkelerinde denemeyi reddettiler." Sovyet virologların alaycı ifadesi böyleydi.

Sabin ilerleyen yıllarda ülkesine döndü ve çalışmalarına yine ABD'de devam etti. Küba ve ABD'nin tıp alanında işbirliği yapmaları için sonuç alamadığı çabaları oldu. Doğum adı Abraham Saperştayn olan Sabin, yahudi kökenlidir.

Devrim öncesi Küba’da özellikle 1932-1958 yılları arasında çocuk felci (poliomiyelit) defalarca salgın hastalık olarak yaşanıyor. Bu yıllar arasında toplamda çocuklarda 3.933 vaka bildiriliyor; çocukların 3.134’ü felç oluyor. Vakaların 439’u ölümle sonuçlanıyor; ölüm oranı %10,9. Vaka ve ölümler önceki bir iki salgın dönemi hariç en yüksek 1959-1961 yılları arasında kaydediliyor, yani devrimden sonra. Ama bunun çok basit bir nedeni var: Kayıt tutuluyor. Yani sorunun boyutunu kavramak, tabloyu netleştirmek, müdahale araçlarını belirlemek için düzenli kayıt sitemi oluşturuluyor. Hastalık bildirimi zorunlu kabul ediliyor, hastalık görülen popülasyonun özellikleri ve yaşadıkları yerlerin çevre şartları gözleniyor, düzenli ve disiplinli bir biçimde toplanan bu veriler işleniyor.

Hastalık Özellikleri 

Çocuk felci klinik olarak kendini üç farklı biçimde gösteren bir hastalık: Subklinik, felçli tip ve felç olmayan tip. Subklinik formda görülen ateş, ağrı, halsizlik gibi hafif belirtiler bazı vakalarda hiç ortaya çıkmıyor. Bildiğimiz üzere bu grup, hastalığın yayılmasında önemli bir faktör oluyor. Diğer iki formda hastalık merkezi sinir sistemini etkileyerek sırt, bacak ağrısı, kas güçsüzlüğü, yutma zorluğu, yaygın spazm gibi tutulum yerine bağlı belirtilerle kendini belli ediyor. Bu belirtileri gösteren vakaların tanınması daha kolay ancak müdahale şansı kısıtlı.

Hastalık sindirim sisteminde yaşayan Poliovirüslerce oluşturulur. Virüs, fekal-oral yol denen dışkı ile kirlenmiş tuvaletlerden veya virüsün bulaştığı su ve besin maddelerinin tüketilmesi ya da solunum yoluyla havaya saçılan damlacıkların solunması ile bulaşıyor. 

Hastalığın özellikleri, bulaşma yolları 1900’lerin başından itibaren biliniyor ancak ülkede buna yönelik önlem alınmıyor. Çünkü Küba’da devrim öncesi “kapitalist işleyiş sorunu” var. Bu dönemde koruyucu sağlık hizmetleri yok ve yaklaşım daha çok tedavi etmek üzerine kurulu. Sağlık sistemi köylere neredeyse hiç ulaşmıyor, imkanlardan büyük oranda kentlerdeki varsıl popülasyon yaralanıyor.

Sosyalizm çözer

İnsanlığın biriktirdikleri elbette çok değerli. Taşı kırmakta ustalaşmak da önemli, genetik materyali aşıya çevirmek de. Ama bunların insanlık adına bir anlamı olabilmesi için halkın tüm toplumun yararına yeniden bir araya gelmesi yani örgütlenmesi gerekiyor. İnsanlık sosyalizmin sağladığı olanaklarla salgın hastalıkları bir bir tarihe gömüyordu. Şimdi ise yeni virüslerle yaşamaya uyum sağlamamız gerektiği söyleniyor! Kapitalizm sorgulanmadığı, değişmez görüldüğü sürece sağlıksız yıllarımız devam eder…

Ortada yüzlerce hastane, binlerce aile sağlığı merkezi, milyonlarca aşı olmasına rağmen bütün dünyayı etkileyen ve aşıyla kırılabilecek bir salgın hastalıkta neden etkili bir aşılama programı geliştirilemiyor? Gelişmiş ülkeler ne yapıyor? Hani para her şeyi çözerdi?

Aşılama yapmak kolay ancak bunu yapmak için halkın örgütlü olması gerekiyor!

“Sen de işini biliyorsun! Lafı eviriyor çeviriyor konuyu oraya getiriyorsun...”  Son dönemlerde, karşıdaki kişinin ısrarcı tutumuyla baş etmenin mizaha vurma biçimi olarak, çok konuşulan bir diziden bu replik alıntılanıyor. Kullananı eğlendirdiği, ısrarcı tarafı gülümsettiği açık. Kabak tadı vermekle suçlanmaktan iyidir diyelim ve halkın örgütlülüğü ısrarcılığımızı sürdürelim.

Yukarıdaki soruya dönersek cevabı basit: Çünkü alt yapıyı hazırlayıp tüm toplumu ilgili iş için seferber etmeden “kısa sürede büyük işler” başarılamaz. Ve günümüz kapitalist devletleri koruyucu halk sağlığı için organizasyon sağlayacak işleyişe sahip değil. İnsan gücünü ve maddi olanaklarını bu doğrultuda kullanabilecek yeteneği de yok. Çünkü, kapitalizmin sorunları çözme biçimi artık işe yaramıyor.  Serbest piyasa, rekabet, risk yönetimi, bilgi çağı gibi akla uydurmalara ikincil işleyişler inandırıcılığını yitirmiş durumda, oldukça tutarsız ve işlevsiz. 

Parası verilir satın alınır, ücreti arttırılır çalışmaya ikna edilir ya da ayıracak para yoksa işçiler tehdit ve baskıyla çalıştırılır, parası olmayanlar için zengin ülkelerin yardımıyla oluşturulan fonla yoksulların sorunu giderilir…Bu uygulamalarla sorunu çözmek bir tarafa bir arpa boyu yol alınamadı. İnsanlığın gerçek hayatta karşılaştığı sorunlar, bir avuç insana zenginlik sağlamak üzerine kurulu köhne bir sistemle çözülemez.

Sosyalizm elindeki olanakları halk yararına seferber eder. Ülkede birikmiş olan tüm zenginlik ve mevcut insan gücü planlı bir şekilde üretime katılır. Günlük olağan işleyişi de böyledir, olağanüstü koşullarda davranış şekli de...  

Müdahale Başlıyor

Küba’da sosyalist iktidarın hastalıkla mücadelede ilk yaptıkları arasında, kayıt tutmanın yanı sıra, hastalığın yayıldığı çevre koşullarının iyileştirilmesi yer alıyor. Özellikle kırsal kesimdeki sağlıksız, temiz olmayan tuvalet ve gıda sorununun çözümüne yönelik iyileştirmeler yapılıyor. Çocukların bağışıklık sisteminin geliştirilmesi için sağlıklı beslenmelerini sağlayacak olanaklar yaratılıyor. Hastalığın daha yaygın görüldüğü 4 yaş altı çocuklara özel ilgi gösteriliyor. Halk hastalık hakkında bilgilendiriliyor, gerekli önlemleri almaları konusunda destekleniyor.

Yaygın Aşılama Nasıl Yapıldı?

Alınan koruyucu halk sağlığı önlemlerine ek olarak tıbbi birikimin artık kolay uygulanabilir bir aşı formunu kullanıma sokması, işleri bambaşka bir boyuta taşıyacaktır. Kullanılacak aşı henüz keşfedilmiş ve ağızdan damla veya katı şekilde uygulanabilen Dr. Sabin’in aşısıdır. Aşının geliştirilme hikayesi de ilginç. Henüz yeni bulunmuş ve kullanımda olan başka bir aşı mevcut olduğu için kapitalist dünya çalışmaların geliştirilmesine ilgi göstermemiştir. İleri çalışmaların önemli bir kısmı Sovyetler Birliği’nde yapılmıştır. 

Burada ağızdan alınarak kullanım kolaylığı sağlayan bir aşının keşfinden çok bunu uygulama kararlılığını göstermenin ne kadar önemli olduğunu bugünkü pandemi deneyiminden daha iyi kavrayabiliriz.

Devrimle birlikte hastalığı ortadan kaldırma hayali kurabilen Kübalılar, bu işin alt yapısını oluşturmak için kolları sıvıyor. Yaz aylarına girmeden yapılacak yaygın aşılamaya, şüpheli vakaların gözetimi ve gerekli olursa alınacak karantina protokollerini ekliyorlar. Tüm bu uygulamaları hayata geçirecek yapı ise bir sene önce “Halk Sağlığı Bakanlığı” adını alan Sağlık Bakanlığı. 

Bu bakanlığa bağlı olarak özellikle kırsalda hizmet vermek üzere sosyal yardım ağları örülüyor. Öncesinde neredeyse hiç olmayan birinci basamak sağlık merkezleri oluşturuluyor. Ülkenin çocuk gelişim merkezleri, belediye sağlık tesisleri, eski yardım ve aş evleri bakanlığın aşılama programına dahil ediliyor.

Ülkeyi karış karış dolaşan ve çevre temizliği, sağlık eğitimi gibi özellikli faaliyetler yürüten gezici Sıhhi Yardım Ekipleri oluşturuluyor. Hazırda sıtmayla mücadele için kurulmuş olan bu yapılar yine aşılama programının bir parçası haline getiriliyor. 

Program sadece sağlık organizasyonları ile değil halkın örgütlü gücünü temsil eden kurumların da işe dahil edilmesiyle adeta bir seferberliğe dönüşüyor. Bu kurumlar arasında birçok sendika, kadın federasyonu, devrimi savunma komiteleri, çiftçi köylü dernekleri, devrimci gençlik örgütleri gibi halk komiteleri da var. Bu yapılar aşılama programında yer almak üzere Sağlık Tugayları oluşturuyor. Tugayların görevi ise halkın salgınla mücadelede aktif roller üstlenmesini sağlamak oluyor.

Siyasal organizasyonların içinde sosyal güvenlik kurumunun bakanlığa bağlanması, Hijyen ve Epidemiyoloji Müsteşarlığı kurulması, sağlık eğitimin planlanması, mikrobiyoloji laboratuvarlarının kurulması gibi sonrasında ülkenin sağlık şartlarının iyileştirilmesinde önemli roller üstlenecek adımları unutmamak gerekiyor.

Plan: 0-14 yaş grubunun %80 oranında aşılanması

1.999.785 çocuğun bu programla aşılanması planlanıyor. Sayı az gelebilir ancak o dönemde bütün ülkenin nüfusu 7.1 milyon civarında. Bugün bizde bunun karşılığı ülkenin %20’lik bir nüfusunun aşılanması.

1961 Aralık ayı ile 1962 Şubat ayı arasındaki iki aylık zaman kampanyanın planlanması ile geçiyor.  Şubat ayının sonlarında yedi gün boyunca hedef nüfusun ilk doz aşılanması gerçekleştiriliyor. 28 gün aradan sonraki yedi günde de ikinci doz aşılar uygulanıyor.

Süreç kampanya aşamasından itibaren bakanlığın, tıp fakülteleri, salgın hastalıkla mücadele müsteşarlığı, kızılhaç gibi kurumların temsilcilerinden oluşturulan ulusal bir komisyonla yürütülüyor.  Adı geçen devrimci halk komiteleri bu düzeyde de sürecin içerisinde yer alıyor. Komisyonda DSÖ’den bir viroloji uzmanı da var.

Ülke yedi bölgeye bölünüyor. Bu bölgelere aşının ulaştırılmasını, depolanması ve dağıtımı sağlayacak, işleri koordine edecek bölge komiteleri kuruluyor. Her bölgede bu komitelere bağlı, aşıların uygulanmasından sorumlu sabit ve gezici ekipler oluşturuluyor. Kırsal nüfusun aşılanması için bu iş adına oluşturulmuş Kırsal Sosyal Yardım Kurumuna ve kırsal milislere özel sorumluluklar belirleniyor.

Sabit ekipler önceden belirlenmiş sağlık tesisleri, eğitim kurumları gibi mekanları kullanıyor. Bu ekipler, merkezden sorumlu bir doktor ve aşının taşınması, uygulanması, kayıtların tutulmasıyla görevlendirilmiş üç sağlık personelinden oluşuyor.

Gezici ekipler ise hedef popülasyonu yerinde aşılamakla görevlendiriliyor. Ulaşılması gereken yerlere minibüs veya arazi araçları ile, bunların olmadığı durumlarda ya da giremediği alanlara ise katır veya atlarla gidiyorlar. Ekip sorumlusu, aşı sorumlusu, kayıt sorumlusu ve iki görevliden oluşan beş kişilik kadrolardan oluşuyorlar. Ekipler içerisinde eğitim bakanlığının görevlendirdiği öğretmenler de bulunabiliyor. Yine silahlı kuvvetler de erişimin zor olduğu bölgelere ekipleri ulaştırmakla görevlendiriliyor. Bunun için helikopterler de dahil orduya ait her türlü olanak ve kaynaklardan yararlanılıyor.

Devrimi Savunma Komiteleri, Küba Kadın Federasyonu, Devrimci Gençlik Örgütü, Çitçi Köylü Dernekleri de her seviyede işleyişe dahil oluyor; halkı bilinçlendirme faaliyetlerine katılıyor, çocukların aşılama merkezlerine ulaştırılmasında görev alıyor, aşılanan çocukların gözlenmesi işini üstleniyor.

Aşı Sovyetler Birliği’nden ediniliyor. Taşınması da öyle kolay değil; -20 derecede saklanması ve transfer edilmesi gerekiyor. Aşı için verilen eğitimler, yetiştirilen insan gücü, aşının ulaştırılması, uygulanması, halkın eğitimi için hazırlanan radyo programları, broşürler ve uygulama…Tüm bunlar sadece başından sonuna dört ay içinde tamamlanıyor. Bu arada basın yayın araçları halkı hastalık konusunda bilgilendirme ve aşı olmaya ikna etme amacıyla kullanılıyor. 

Süreç Büyük Bir Zaferle Sonuçlanıyor

Devrimci dönüşümün verdiği cesaretle kurulan bu hayal, halkın örgütlü gücüyle büyük bir başarıya ulaşıyor. Planlanandan daha fazla nüfus belirlenen sürede aşılanıyor. Aşılanan çocukların sayısı iki milyonu geçiyor. Hedef nüfusun %87.5’i aşılanıyor. Aşılama hedefindeki sayı üzerinden 0-14 yaş popülasyonun %109’u belirlenen süre sonunda aşılanmış oluyor. 

Aşı programından dört ay sonra bildirilen vaka sayısı sıfıra düşüyor. 1972 yılına kadar tek bir hastalık vakası bildiriliyor. Poliomiyelite bağlı ölüm vakası ise hiç gözlenmiyor. Sonraki yıllarda oral çocuk felci aşılaması sağlık hizmetlerinin olağan bir uygulaması olarak sürüyor elbette ama artık mevcut sağlık hizmetlerinin yapısı uygulama için yeterli oluyor. 

Halkın sağlık ihtiyaçlarına yönelik alınması gereken koruyucu önlemler ise toplumun gündeminden hiç düşmüyor…

1994 yılında da DSÖ, Küba’nın hastalığı ülkesinde eradike ettiğini ilan ediyor.

Ve bugünün sorusu: Virüsler Hayatımızın Bir Parçası Olmak Zorunda mı?

Covid-19 pandemisi için yazılan senaryolardan en iyimseri salgının etkisini yitirse de virüsünün bizimle birlikte yaşamaya devam edeceği şeklindeydi. Peki insanlık virüsleri artık tanımakla kalmıyor, en küçük genetik parçasından aşı üretebiliyorsa neden hastalıkla yaşamak zorunda? Kaldı ki en gelişkin aşıyı geliştirme ve üretme olanaklarına sahip ülkelerde dahi yaygın aşılama programları istendiği gibi ilerlemiyor. En basit tabirle “zengin ülkeler” bunlar, halkı da eğitimli. Hani satın alma gücü her şeyi çözüyordu? Hani bilgiye sahip olmak emekçi nüfusun sayısından daha önemliydi?