Yankiler Türkiye’de

1952'de böyle yazmış Nâzım: Şimdilerde Türkiye’yi Amerikan emperyalistlerine satanlar, Türk yurtseverlerinin kalbinden Sovyetler Birliği sevgisini silmek için her tür çabayı gösteriyor. Beyhudedir! En büyük tutkusunu kılavuz edinen Türk halkı, Amerikan emperyalistlerine ve onun ülke içindeki ajanlarına karşı mücadele ediyor.

Nâzım Hikmet

Nâzım Hikmet Kolektifi'nin Notu: Çevirisini Yasin Çalış'ın Rusça aslından yaptığı "Yankiler Türkiye'de", Sovetskiy Moryak (Sovyet Denizcisi) Dergisi'nin 1952'de yayımlanan yedinci sayısında yayımlanmıştır.

On dört yaşımdayken çok resim çizerdim. Çizdiklerim arasında çokça savaş gemisi resmi vardı. Bunlar da gerçeklerine çok benzediği için ailem beni Bahriye Mektebi’ne göndermeye karar verdi.

Birinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Okulda o zamana kadar eğitim vermiş olan İngiliz subaylarının yerini Alman eğitmenler almıştı.

Eğitmenlerimiz arasında tıknaz, saman gibi renksiz saçlı, Gun soyadlı bir astsubay vardı. Alman Askeriyesi’nin tipik temsilcilerinden biriydi. Biz Türk çocuklarına sömürge bir ülkedeki yerli çocuklarına davranır gibi davranırdı. Alman Donanması’nda bahriyelilere sövüp sövmediklerini, onları dövüp dövmediklerini bilmiyordum. Ancak bizim eğitmen bizi tokatlamak ve ağır şekilde azarlamak fırsatını hiç kaçırmazdı.

Bahriye Mektebi, Marmara Denizi’ndeki Prens Adaları’ndan biri olan Heybeliada’nın kıyısında, İstanbul’a yakın bir yerde bulunuyordu.

Bir kış mevsimi, ağır ağır kar yağıyor. Astsubayın komutası altında tam teçhizatlı bir şekilde eğitim gerçekleştirdik. Her birimiz sıraya dizildik. Bölükteki en uzun ben olduğum için en önde ben varım. Astsubay verdi komutu. “İstikamet - deniz, koşar adım – marş!”

Hemen başladım koşmaya ve rıhtımda, kıyının dibinde durdum. “Dur!” komutu gelmemesine rağmen durdum. Durdum çünkü benim çocuk aklım kışın denize atlamanın gereksiz bir saçmalık olduğunu düşündü. Çoğu yoldaşım zatürreden kurtulabilse de ben astsubaydan birkaç tokat kazanmış oldum.

Yaklaşık bir hafta geçti. Yine talime aldılar bizi, dizildik yine sıraya. Tabii yine en önde ben varım. Ancak bu sefer astsubay, eteklerinde durduğumuz tepeye tırmandı. Tepenin üstünde durdu, bacaklarını iki yana genişçe açıp ellerini de göğsünde çaprazlama kavuşturdu, tıpkı İmparator Wilhelm’in küçük karikatür bir heykeli gibiydi. Parmağıyla göğsüne doğru işaret ederek komut verdi:

“İstikamet – ben. Koşar adım – marş!”

Şimşek gibi fırladım tepeye, ardımdan da yoldaşlar. O kadar hızlı koştuk ki astsubay “dur” komutunu vermeye fırsat bulamadı.

Adamı devirdik yere, tüm bölük üzerinden geçti koşarak. Astsubayı hastaneye kaldırdılar, beni de ne oturabileceğim ne de uzanabileceğim, su bile vermedikleri bir hücreye attılar. İlk hapsedilişimdi bu benim; küçük de olsa, işgalcilere karşı duruşumuz böyle sonlanmıştı. On beşimdeydim o zaman.

Birinci Dünya Savaşı sona erdi. İstanbul ve Türkiye’nin diğer büyük şehirleri Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan emperyalistleri tarafından işgal edildi. Okulu bitirdim ve deniz lisesinde, iskeleye demirleyen ve silahlarından arındırılmış eski bir gemi olan “Hamidiye”de eğitime katıldım. Gemide, savaş zamanı Almanya’ya eğitim görmeye gönderilen bahriyeliler görev yapıyordu. Alman Donanması’ndaki devrimci isyanlara katılmışlardı. İlk kez bu bahriyelilerden işittim Lenin adını. Bolşeviklerin ne istediklerini ve ne için savaştıklarını ilk kez bu bahriyelilerden dinledim. Bu bahriyeliler örgütlediler biz öğrencileri ve biz de eğitim gemimizde başlattık isyanı. Böylece halkımın anti-emperyalist mücadelesine ilk kez katılmış oldum.

Sonra Türk Halkı, yurdunun topraklarını işgal eden emperyalistlere karşı ulusal kurtuluş savaşında Anadolu’da yükseltti isyan bayrağını. İstanbul’dan Anadolu’ya geçtim ve oradaki limanlardan birinde karşılaştım ilk kez Sovyet denizcileriyle. 

Etraflarını liman işçileri, kayıkçılar ve köylüler çevirmişti. Özgürlük Ülkesi’nin insanlarıyla sevgiyle ve derin bir saygıyla sohbet ediyorlardı. Gördüğüm ilk Sovyet insanları, Lenin’in ve Stalin’in ülkesinin denizcileriydi. On sekizimdeydim o zaman. 

Üstünden nice zaman geçti. Ama ülkemde hala yabancılar hüküm sürüyor. 

Bir avuç Türk kapitalisti ve toprak ağası sattılar Türkiye’yi Amerikan emperyalistlerine; vatanım, Amerikan emperyalizminin bir sömürgesi ve askeri-politik bir üssü haline geldi. 

Türkiye’yi kim ve neden sattı?..

Alman faşizmini bozguna uğratan Sovyet Ordusu ve Donanması’nın başarıları neticesinde Avrupa’da halk demokrasilerinin ortaya çıkışının ardından Türkiye’deki halk hareketi de güçlendi ve daha önce görülmemiş bir boyuta ulaştı. Türkiye’nin egemen sınıfları bu hareketten korkuyor, kendi halkından korkuyor. İşte bu yüzden Amerikan emperyalistlerini “yardıma” çağırdılar, Marshall Planı’na dahil edildi Türkiye, yankilere sınır kapılarını sonuna kadar açtılar. Türkiye’de öteden beri hüküm süren yoksulluk ve ıstırap katmerlendi. Başta tekstil işletmeleri olmak üzere yerli işletmelerin yarısından fazlası kapandı. Köylüler ve zanaatkârlar bütünüyle iflas etti. İşçi sınıfı içindeki işsizlik oranı inanılmaz bir hızla artmaya devam ediyor. Yalnızca İstanbul’da sadece tekstil işçileri arasındaki işsiz sayısı bir yıl içinde 10 bin kişi daha artmış oldu. Bunlar resmî veriler. Aynı resmî verilere göre veremli hasta sayısı nüfusun yüzde 60’ını buluyor. Bugün Türkiye’nin köylerinde yeni doğan her 5 bebekten 3’ü hayatını kaybediyor. Aynı zamanda ülke bütçesinin yüzde 75’inden fazlası ise askeriyeye ayrılıyor. Türkiye ekonomisini tamamen iflas ettiriyor bu durum da.

Amerikalılar Türkiye’nin şehirlerinde sanki kolonilerindeymiş gibi hareket ediyorlar. Caddelerde sarhoş sürüleri olarak dolaşıyor, vitrinleri parçalıyor serserilik ediyorlar. En gerici, satılık basın bile bu gerçekleri yazmak zorunda kalıyor. 

Küstah Amerikan terörü şiddetleniyor. Türk jandarmasına öncülük eden ABD’li emperyalistler, yeni işkence yöntemleri icat ettiler. Birkaç ay önce yüzlerce Türk yurtseveri tutuklandı; “yeni” Amerikan usulleriyle öylesine işkence gördüler ki bazıları akıllarını yitirdi.

Türkiyeli gericiler özgür düşüncenin herhangi bir şekilde ifadesi için idam cezası getiren bir yasa çıkardılar. Bu yasayı öyle formüle ettiler ki, Türk dış politikası hakkında herhangi bir şey söyleyen herkes hapse atılabilir ve hatta idam edilebilir. Yasa taslağı Amerikalı bir “profesör” tarafından hazırlandı. 

Türkiye Atlantik Paktı’na katıldıktan sonra ülkem Amerikalıların işgaline açık hale getirildi. Amerikan askerî birlikleri Türkiye topraklarını istila etti ve en önemli stratejik noktaları işgal etti.

Amerikan emperyalistleri Türkiye'de askeri deniz ve hava üsleri ve stratejik karayolları inşa ediyorlar. Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında üç büyük askerî deniz üssü kuruldu çoktan. Askerî meselelerden anlamayan en sıradan insan bile Amerikan saldırganlarının bu eylemleriyle Sovyetler Birliği’ne bir saldırı hazırlığı amacı güttüğünü hemen anlayacaktır.

Türk Donanması da bugün bütünüyle Amerikalıların elindedir. Türkiye’ye fahiş fiyatlarla eski denizaltıları satıyor Amerikalılar. Alman astsubayların yerini alan her rütbeden Amerikan subayları Türk denizcilerine köpeklerinden daha kötü davranıyor. Ancak gün geçmiyor ki, Türkiye’deki yankiler, zamanında Wilhelm’in astsubayı Gun’un yaşadıklarından daha nahoş hadiseler yaşamasın.

Şimdilerde Türkiye’yi Amerikan emperyalistlerine satanlar, Türk yurtseverlerinin kalbinden Sovyetler Birliği sevgisini silmek için her tür çabayı gösteriyor. Beyhudedir! En büyük tutkusunu kılavuz edinen Türk halkı, Amerikan emperyalistlerine ve onun ülke içindeki ajanlarına karşı mücadele ediyor. 

Çeviri: Yasin Çalış