'Üniversiteler, kârından başka bir şey düşünmeyen asalak bir sınıfa teslim edilmek isteniyor'

Üniversite Katılımcıları Derneği, Boğaziçi'nde devam eden eylemleri selamladı, 'Üniversitelerde direnç hattı piyasalaşma karşıtlığı üzerine kurulmalıdır' açıklamasında bulundu.

Haber Merkezi

Üniversite Katılımcıları Derneği (ÜKD), Boğaziçi Üniversitesi'nde kayyum rektöre karşı süren eylemlere ve mücadelenin seyrine ilişkin bir açıklama yayımladı.

"Üniversiteler, kârından başka bir şey düşünmeyen, asalak, ufuksuz ve emek düşmanı bir sınıfa teslim edilmek isteniyor" denilen açıklamada, "ÜKD olarak önerimiz, tüm üniversite bileşenlerinin, akademisyeni, öğrencisi ve üniversite emekçileriyle, karşı karşıya kaldığımız saldırıya karşı örgütlü bir direnç hattı oluşturmasıdır" ifadesi kullanıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Üniversitelerde direnç hattı piyasalaşma karşıtlığı üzerine kurulmalıdır

Boğaziçi Üniversitesi’ne, üniversite dışından atanan rektöre karşı başlayan direniş polis baskısına, gözaltılara, tutuklamalara ve hedef göstermelere karşın sürüyor. Uzun süredir sessizliğini koruyan üniversitelerde bir canlanmaya yol açan Boğaziçi Direnişi’ni selamlıyoruz.   

Bu vesileyle, bir süredir unutulan “Nasıl bir Üniversite?” sorusunu yeniden tartışmaya açmak istiyoruz. ÜKD bu bildiri ile üniversite bileşenlerinin, akademisyeni, öğrencisi ve emekçileriyle birlikte mevziyi nerede örmesi gerektiğini tartışıyor. Birçok haklı gerilim kaynağının içinde, eğer mevziyi doğru yerde kurarsak direnişin uzun soluklu ve canlı kalmasını sağlayabiliriz.

Üniversitenin sorunları rektör atama usulünden ibaret değildir.

Elbette ki üniversitelerin bir bilim geleneğine sahip olmasından ve akademik özerklik gereği her üniversitenin yöneticisini kendisinin belirlemesinden yanayız. Hatta ÜKD, üniversite yönetimine sadece akademisyenlerin değil, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin ve en önemlisi tüm üniversite emekçilerinin de katılması gerektiğini savunuyor.

Bununla birlikte, üniversitenin sorunlarının rektörlerin nasıl belirleneceği konusundan ibaret olmadığı açıktır. Üstelik rektörlerin seçimle mi yoksa atamayla mı belirlenmesi gerektiği sorunu, her koşul ve tarihsel dönemde geçerli olan bir kategori de değildir. Söz gelimi, daha önce seçimle gelen birçok rektörün, Ankara Üniversitesi’ndeki Erkan İbiş örneğinde olduğu gibi, üniversiteye çok fazla zarar verdiğini gördük.

Burada asıl sorun, AKP’nin devrimci bir dönemi değil, karşı-devrimci bir dönemi temsil ediyor olmasıdır. Bu nedenle, Melih Bulu da dahil olmak üzere, AKP tarafından atanan tüm rektörler, emekçi sınıflar açısından meşru olarak kabul edilemez.

O zaman sorun liyakat sorunu mudur?

Melih Bulu gerçekten akademik alanda bir karikatür gibi duruyor. Bırakın rektör olmayı, bir üniversitede herhangi bir kadroya atanması bile sorunlu gözüküyor. Melih Bulu örneğinde gördüğümüz gibi, AKP’nin son dönemde, “yandaş” bile değil, doğrudan AKP’li rektörler atama yolunu seçmesi, akademik olarak niteliksiz kadrolara sahip olması nedeniyle bir liyakat sorunu yaratmıştır.

Elbette liyakat önemlidir, ancak mesele bundan ibaret değildir. Geçmişte, akademik dosyası kabarık rektörlerin piyasacı ve gerici pek çok müdahaleye imza attığına tanık olduk. Bu nedenle, ister Boğaziçi Üniversitesi’ne olsun ister başka bir üniversiteye, demokratik seçimle belirlenen gerici ve piyasacı bir rektör ÜKD nezdinde meşru kabul edilemez.

Tüm bu nedenlerle ÜKD, üniversitelerimize sahip çıkmak için direnç noktasının piyasa karşıtlığından geçmesi gerektiğini iddia ediyor.

Türkiye’de bugün üniversitenin sorunu, üniversitelerin büyük şirketlerin, tekellerin ve dolayısıyla sermeyenin emrine verilmek istenmesidir.

Bugün karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun, üniversitelerle toplumun birbirinden uzaklaştırılarak bilimsel bilgi üretiminde toplumsal yararın bir kenara atılmış olması, diğer bir deyişle, geniş emekçi yığınlarının refahı ve mutluluğu için bilim yapılmasının engellenmesidir.

Üniversiteler, kârından başka bir şey düşünmeyen, asalak, ufuksuz ve emek düşmanı bir sınıfa teslim edilmek isteniyor.

Melih Bulu’nun en büyük sorunu, büyük sermayenin hizmetindeki kadro içinde yer alması ve üniversiteye değil de sanki bir şirkete CEO olarak atanmış gibi davranmasıdır.

Üniversitelerin önemli bir bölümü son yirmi yıl içinde zaten sermayenin mülkü haline gelmiş durumda. Şimdi tüm toplumun ve çok sayıda bilim insanının emeği ile kurulan kamu üniversiteleri, sermayenin gereksinimi olan meslek insanı yetiştirmesi, bir rekabet unsuru olabilmesi, ideolojik olarak sermayeye itaat etmesi için dönüştürülüyor. Tüm bunların üzeri iktidarın vazgeçilmez bir aracı olan din sömürüsüyle örtülerek üniversite bir yandan piyasalaştırılırken diğer yandan da gericileştiriliyor.

ÜKD olarak önerimiz, tüm üniversite bileşenlerinin, akademisyeni, öğrencisi ve üniversite emekçileriyle, karşı karşıya kaldığımız saldırıya karşı örgütlü bir direnç hattı oluşturmasıdır.

Üniversite Katılımcıları Derneği