Tavşan kaç kapitalizmi ve vicdanlara seslenmek

Böyle kampanyaların ve ani gelen aydınlanmaların tamamında bir 'dandiklik' var. Belli ki düzenin geleneksel manipülasyon araçlarından biri artık böyle vücut buluyor...

Mehmet Erçetin

Resmini gördüğünüz, bu yazıya vesile olan Ralph, üzerinde kozmetik ürünler testleri yapılan bir tavşan. İnsanlaştırılmış biçimde bir videoda başından neler geçtiğini anlatıyor. Ağzından trajik sözler duymuyoruz, daha çok bir çaresizlik içerisinde tüm ailesini laboratuvarlarda kaybettiğini, insanların üstünlüğünü kabul ettiğini söylüyor ve gördüğü zararı, sahip olduğu hastalıkları anlatıyor.

Video internette viral oldu, hızla birçok “influencer” paylaştı, hayvanlar üzerinde deney yapmayan markalar listelendi. Elbette bunların karşıtı olarak “daha bilinçli” birkaç influencer da sitem ederek “İşte her gün reklamını yaptığınız ürünler bunlar” diye meslektaşlarına yüklendi.

Benim böyle videolar veya kampanyalar gördükten sonra ilk işim, kuruluş hakkında kısa bir internet taraması yapmak oluyor. Bu kez yaptığım kısa tarama sonucunda ilgili organizasyonun bütçesinin büyük çoğunluğunu yalnızca buna benzer reklam kampanyalarına ayırdığını, bağışçıların birçoğunun isim benzerliğinden dolayı buranın aynı zamanda hayvan barınakları kurduğunu düşündüğü için bağış yaptığını ancak neredeyse hiç barınak veya veteriner kliniğine sahip olmadıklarını, geçmiş CEO’su Wayne Pacelle’in kadın çalışanlardan birini taciz etmesine rağmen yönetim kurulu tarafından desteklendiğini hatta ancak bağışçıların bir kısmı ödemelerini durdurduktan sonra istifa ettiğini öğrendim.

Şaşırtıcı değil, ABD’de sivil toplum kuruluşlarının birçoğu tekeller ve senato ile çok kirli ilişkilere sahip, hatta en büyük işlevlerinin senato kararı geçirmek adına lobi faaliyeti yapmak olduğu da biliniyor. İnanılmaz büyük cirolarla oynayan “kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” sık sık yolsuzluk suçlamalarıyla karşılaşıyorlar.

Peki buradan çıkacak sonuç? Söyleyen ağızlar ne denli kirli olursa olsun hayvanların büyük eziyetlere maruz bırakıldığı, bu şiddetin sistematize edildiği ve büyük oranda herhangi bir denetime tabii tutulmadığı doğru değil mi?

Elbette doğru ancak videolar 3 dakika sürse de etkileri uzun vadeli sonuçlar doğuruyor: İnternet kampanyalarının son raddede edindiği işlev, objektif bir noktadan gerçekleri dile getirdikleri algısını yaymak, bu algıyla birlikte mücadele edilmesi gereken başlıkları da ne idüğü belirsiz çeşitli kuruluşlara havale etmek oluyor. Halbuki tüketim deliliğini yayanlar da hayvanlara akıl almaz eziyet edenler de aynı düzenin dişlileri, milyonlarca dolar ciro yapan STK’lar o düzenin dışına düşmüyor. Dolayısıyla yaptıkları reklam kampanyaları da.

Başlıktaki ifadeyi bu sebeple kullandım.

Tavşana bak taktiği

Herkes aynı şekilde mi adlandırır emin değilim ancak hem bu videoyu izleyen hem de videonun ardından tartışmaları takip edenlerin hemen hemen aynı hislere kapıldığını düşünüyorum: Böyle kampanyaların ve ani gelen aydınlanmaların tamamında bir “dandiklik” var. Çoğumuz hayatına aynı şekilde devam edecek, markalardan para kazanan sosyal medya ünlüleri iş birliklerini sürdürecek, Avrupa’nın bir kentinde hayvan haklarına dönük düzenleme Tayland’da hiçbir şey ifade etmeyecekken bu kadar kıyamet her seferinde nasıl kopuyor?

Belli ki düzenin geleneksel manipülasyon araçlarından biri artık böyle vücut buluyor, ajanslar zaman zaman hissettiğimiz arınma ihtiyacını çok daha zahmetsiz şekilde birer retweet ile halletmemize olanak sağlıyor, beğeniler aracılığıyla sesimizin duyulduğu sanrısına kapılmamız kolaylaşıyor.

Reklamlaştırma yalnızca vicdanlara seslenen kampanyalara özgü değil, örneğin ülkemizde büyük sermaye gruplarının ulusal bayramlarda sıkça tarihteki önemli bir figürü veya o tarihin kendisini salt bir pazarlama unsuru hâline getirdiğini görüyoruz. Buradaki tema şaşırtıcı olmayan biçimde harekete geçirici olmaktan uzak. Birilerini unutmamanızı, bir yerlere bağış yapmanızı yahut yalnızca içlenip üzülmenizi öneriyor. 

Velhasıl hem kavramlara yüklediğimiz anlamları ve yaptığımız tanımlamaları ince eleyip sık dokumamızın hem de görünenin arkasına bakmamızın önemli sebepleri var. Yalnızca biz değil egemen sınıf da bu başlıkta oldukça iddialı. Propagandanın modern çağda kullanımıyla işler daha da karıştı; milyonları ölüme sürükleyen İkinci Dünya Savaşı’ndan evvel başlanan nefret kampanyasından tutalım Reagan’ın Soğuk Savaş esnasında anlattığı Sovyet fıkralarına, bugüne uzanan bilgi ve anlam kaosunun kökleri derinlere gidiyor. Akademinin buraya katkısını ise göz ardı etmemiz mümkün değil, “komünist icadı” çoğu siyasal kavram fakültelerde rafa kaldırıldı, bir kısmı ise tuhaf ön adlarla anılmaya başlandı.

Crony capitalism” veya bizdeki hâliyle “ahbap çavuş kapitalizmi” bunlardan en ünlüsü, anlatılana göre kapitalizmin âlâsı maske hırsızlığı yapan Avrupa ülkelerinde veya patent özel bir şirkete ait olduğu için yurttaşlarını aşılayamayan ABD’de yaşanıyor. Bizdeki versiyonu yozlaşmış, çarpık olanı…

Öyleyse bunu gerçekten tavşana kaç, arkasından gelen tazıya ise şu tarafa gitti yakala demeye benzetebiliriz. Birbirimizin gözüne viraller sokuyoruz, birbirimizin arkasından “hem bunu paylaşıyorsun hem bilmemne yapıyorsun” diyoruz, bir sonraki ajans viraline dek beklemeye geçiyoruz. Buradaki dandiklik herhalde “modern kapitalizm” ile eşdeğer.

Yaşasın mücadeleci tavşanlar

Kendi adıma insanların çağımızda gitgide “ben” demekten sıyrılıp başka başka şeyler adına kaygı duyuyor olmalarını, bunu çoğu zaman yukarıda belirttiğim kolaycılıkla üstlerine geçiriyor olsalar dahi olumlu ve ilerletici buluyorum. “Benden” sıyrılmanın mesafesinin, topyekûn bir değişimi sağlayacak “bize” sıçramayı kolaylaştıracağını düşünüyorum. Bu noktada belirli hatırlatmaları yapmak, oyalayıcı faktörleri göstermek, kimlere güvenmemek gerektiğini anlatmak görevimiz olmalı.

Son olarak videodaki önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya işaret ederek bitireceğim:

Pandemide evinden yalnızca çalışmak için çıkabilen, hasta olduğunda atılmamak için gizlemek zorunda kalan, türlü iş cinayetlerine kurban giden emekçi sınıfın parçaları olarak, insanlaştırılmış bir tavşana bu kadar benzememiz dikkatimi çekti. Dolayısıyla da Ralph’in, arkadaşlarının “söyle onlara bize yardım etsinler” isteğine rağmen ümitsizlikle kameraya “bu kısımları kesersiniz” diyerek serzenişte dahi bulunmaması 3 dakika boyunca canımı en çok sıkan şey oldu. Buradan ajanslara bir öneride bulunmak istiyorum: Reklamlarda Ralph gibi ümidini kaybetmiş, lümpenleşmiş, örgütsüz tavşanları değil mücadeleci tavşanları görmek istiyoruz. Çünkü aynı onlar gibi sadaka kültürüyle değil mücadeleyle empati yapmaya ihtiyacımız var. 

Tüm canlıların özgürlüğü için, yaşasın birleşik mücadelemiz!