Sporun siyaseti: İttihat Terakki'den Cumhuriyet'e, Hamza Yerlikaya'dan AKP'ye

Türkiye’de sporun gelişiminin futbol üzerinden okunması, diğer branşların içerikleri hakkında yabancılaşmayı tetikliyor. Son örnek olarak güreş ve Yerlikaya olayı spor-siyaset ilişkisini özetlerken; ülkedeki son durumun “Spora siyaset bulaştırmayın” çizgisinden “Siyasete karışan spor” noktasına taşınmış olduğu görülüyor.

İsmail Sarp Aykurt

Türkiye’de spor, baskın bir eğilim olarak futbol üzerinden anlatılır. Bunun tarihsel ve siyasal nedenleri var. Siyasi müdahale ve sistemin popüler ve ideolojik araçlarının başı denilince akla ilk futbol geliyor. Buna rağmen bazı branşlarsa ülkelerin siyasi tarihinde uğrak noktaları olarak işaretlenebilir. Hamza Yerlikaya’nın güreşten siyasete nakli ise işte böyle bir sürecin son olmayan örneklerinden.

Dünden bugüne futbolun politizasyonu

Futbolun salt sportif bir anlam taşımaktan uzaklaştığı ve gerek kitlelerin sempatisini kazanmak, gerekse de kitleleri siyaseten belirleyebilmek ve onlara kimi mesajlar vermek amaçları ile sürekli yapılandırıldığı dönemler yaşandı. Futbol kimi zaman bir toplumsal rıza yaratma aracı olageldi, kimi zaman da iktidarlar tarafından kimlik inşası aracı olarak tasarlandı.

Biraz geriye gidelim. İttihat ve Terakki iktidarı döneminde modern ve kitlesel nitelik taşıyan sporların yaygınlaştırılması yönünde birçok hamle yapılmıştı. Bu iş için kimi zamanlar okullar seçilmiş, kimi zaman da kurulan spor kulüpleri desteklenerek bu faaliyetlerin yaygınlık kazanması için çaba sarf edilmişti.

İttihat Terakki o dönemlerde direksiyonun başındaydı ve futbolun politize edilmesi için özel bir çaba harcamaktaydı. O dönemlerde oynanan ve az sayıdaki Türk takımının yabancılara ve müslüman olmayanlara karşı oynadığı maçların atmosferi ilgi çekicidir.

Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve 2. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ile başlayan özgürlük rüzgârları, Türklerin sporda örgütlenmelerinin önünü açtı. İzmir-Karşıyaka kulübü kurucusu Zühtü Işıl dönemi “…Memleket bizimdi, fakat hâkim olan Türk’ten başkalarıydı… Hürriyet ilanı ile ‘Türk’üz’ diye övünmek ihtiyacını duymaya başlamıştık, her sahada duyulan bu ihtiyaçlar bizi sporda örgütlenmeye itti" diyerek tarif etmiştir. Bu noktada, ülke içindeki yabancı tahakkümüne, gayrimüslüm ve azınlık nüfusa yönelik bir futbol mücadelesine de girişilir.

Örnek olsun, İzmir-Altınordu kulübü, İttihat ve Terakki döneminde gelişmeye başlayan "Türkçülük" ideolojisiyle bağlantısı olan bir kulüptü. 1908’de başlayan ve 1923’te cumhuriyet ile perçinlenen burjuva demokratik devrim süreci için önemli bir ara dönem olan İttihat ve Terakki dönemi, Türk milliyetçiliğini futbol alanında da temsil edecek bir simgeyi Altınordu ile somutlamıştır.

Kurulduğu 1910 yılında, adı “Progress” (Terakki) olan ve bir kısım üyesinin müslüman olmayanların oluşturduğu kulüp, 1914 yılında adını “Altınordu İdman Yurdu” olarak değiştirmiş ve Türk olmayan üyeler kulüpten ihraç edilmişti. Bir diğer örnek 1933 yılında kurulan Güneş Kulübü ise, futbolun iktidar ile girdiği ilişkide çarpıcı örneklerden birisidir.

Kurumsallaşma hamleleri ve Ocak-Yurt ikiliği

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin, Osmanlı Milli Olimpiyat Cemiyeti (OMOC) adı ile 1908 yılında, 2. Meşrutiyet sonrasında kurulması bu toprakların spor ile olan ilişkisi açısından önemlidir.() Bugün Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyet gösteren kuruluşun temeli 14 Temmuz 1922'de 16 kulübün birleşerek, sporu disipline etmek amacıyla "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı"nı (TİCİ) kurmalarıyla atıldı. TİCİ sporun ülke çapındaki gelişimi açısından ilerletici kabul edilmelidir.

Futbol ise bu zamanlarda gelişimini sürdürür. Anadolu kulüpçülüğünün gelişimi gözlemlenir. Anadolu’da kulüp kurulması, il bazında ya da komşu illerin kulüpleri arasında futbol maçlarının yapılması yeni değildir. İzmir’de 1912’de kurulan Karşıyaka ile Ankara’da Anadolu Turan Sanatkarangücü (İmalat-ı Harbiye) olarak 1910’da kurulan Ankaragücü’nü bir yana ayırsak bile, aynı Anadolu kentinde iki ayrı futbol kulübü olarak örgütlenen siyasal içerikli “Türkgücü-İdmanyurdu”, “Türkocağı-İdmanocağı” türünden ikili rekabetlerin 1920’lerin başında başladığını, 1930’larda ise devletçiliğin simgeleri konumuna gelen demiryolu yapımıyla dokumacılığa paralel olarak kurulan Demirspor’ların, Sümerspor’ların, Milli Mensucat’ların katılmalarıyla mahalli lig oluşumunun hızlandığını biliyoruz.() Karşıtlıklar doğrudan siyasi pozisyonlar üzerine inşa edilmiş ve yeni kulüp girişimleri de Cumhuriyet’in ilk yıllarında ya da hemen evvelinde ortaya çıkmıştır. Bu, siyasetin görünür hâllerinden bir örnektir.

“Türk Ocakları ve İdman Yurdu” deneyimleri futbol ve sporun siyasi tarihinde anahtar kelimelerdir. Dönem, idman yurdu kulüplerinin, idman ocaklarının peşi sıra kurulduğu zamanlardır. Sıra ile Trabzon İdman Yurdu (1913), Trabzon İdman Ocağı (1921), Tarsus İdman Yurdu (1923), Konya İdman Yurdu (1923), Mersin İdman Yurdu (1925) gibi yeni takımlar kurulur. Bir örnek olarak, Cumhuriyetle birlikte kurulan idman yurtlarından birisi olan 1923 doğumlu Tarsus İdman Yurdu, bakanlıktan doğrudan gelen bir yazı ile kurulur ve kuranlar da İttihat ve Terakki Mektebi öğrencisi altı gençtir.() O dönemler kulüpçülüğün, Türk Ocakları çatısı altında gelişmeye başladığı yıllardır aynı zamanda.

Siyaset, futbolda belirleyicidir ve doğrudan örgütlenmektedir. Ancak bu sadece futbola has bir özellik değildir.

Daha Geriye: Türklerde Spor Kariyeri ya da Siyasi Branşizm

Futbolun siyasetten kurtulması ne kadar olanaksız ise, diğer branşların siyasete bulaşmaması da o kadar olanaksızdır. O yüzden futboldan biraz çıkıp, diğerlerine dokunmak gerekiyor. Özellikle sürekli ata sporu olarak lanse edilen ve şimdilerde siyasi iktidarın Hamza Yerlikaya hamlesiyle hatırlanan güreş branşı, Türklükle organik bağ kurma ve sağcılaşmanın dolu dizgin gelişebildiği bir branş olarak öne çıkıyor.

Özellikle AKP’nin son dönem değer biçtiği ve kimi yerde canlandırmaya çalıştığı spor dallarına “Etnospor” adı ile yeni branşlar ilave ediliyor. Bunlar arasında, Atlı Cirit, Atlı Okçuluk, Kökbörü, Aba Güreşi, Şalvar Güreşi ve Yağlı Güreş gibi dallar var. AKP’nin bu hamlelerini bu oynanan ilkel ya da olimpik olmayan sporları kapsama ve buradan politik/ideolojik manevralar üretme marifeti olarak okumak olanaklı görünüyor.

Branşları Türkleştirme ya da branşlarda siyasi bir hegemonya kurma girişimi ve bunun milliyetçi branşlar olarak tariflenmesinin de bir geçmişi bulunuyor. AKP için güreşi ısrarla öne çıkarmak ve kendisi için en temel branşlardan biri haline getirmek, “Türk milleti erkeği, kadını ve çocuğuyla güreşi sever, güreşçiye saygı duyar ve pehlivanlara ayrıcalık tanır” ifadesinde vücut bulabiliyor.

Bu yaratılan pehlivan miti ya da güreş fetişizmi, yeni ortaya çıkan bir şey olmamakla beraber, ideolojik ve söylem açısından bir güçlülük ve militer imgeler ile birlikte bir Osmanlıcı gelenekçilik inşası yaratmaya yarıyor. Bu anlamda Anadolu’da 650 yıldan az olmadığı bilinen bir gelenek ile ortaya çıkan ve hâlâ sürdürülen Kırkpınar ağalığı kurumsallığı, Osmanlı’yı çağrıştırması ve her türlü görevin ya silah zoruyla, ya da tanrı buyruğuyla doldurulup boşaltıldığı bir siyasi atmosferden bugüne bakiyedir.

Günümüzde görülen Kırkpınar ağalığı statüsü ve ağalık tartışmaları ile tüm bunların AKP ile olan siyasi ve ekonomik bağı hemen akla getirilmelidir. Kırkpınarın içeriğinin yeniden üretimi, bir olimpik branş olarak grekoromen güreş için de bir siyasi proje olarak hedef tahtasındadır. İdeolojik üretimin ve güreş üzerinden ya da bu saydığımız dallar üzerinden ortaya çıkan siyasi irin, şu eski güreş öncesi duanın, güncel savaş-fetih politikası ile ne kadar uyumlu olduğunu göstermektedir:

“Ey ulu Tanrım, eğer fetihte muzaffer olacaksam bugün başpehlivanımın rakibine üstün geleceğini, olamayacaksam onun da burada mağlup olacağını bana ilham ve ihsan eyle”.

Son söz: Sporda siyasi kategorizasyon mümkün mü?

Son dönemde spordan siyasete devşirilenlere bakınca özellikle kimi branşların öne çıktığı görülüyor. Tek örnek olmasa da güncel olarak, Hamza Yerlikaya örneğinde cisimleştiği gibi olay, “Spora siyaset karıştırılmasın”dan siyasete sporun karıştırıldığı bir duruma dönüşüyor.

“Sporun iktidar yapısı ve onun ideolojisi, ülkedeki iktidar yapısını büyük ölçüde yansıtır, tekrarlar” tespiti ise ülkemizin sportif bir fotoğrafını veriyor. Sermaye düzeni sporda da mitler yaratarak branşları ipotek altına almaya çalışıyor.