SÖYLEŞİ | Depremin psikolojik etkisi de yüksek oldu

Bilim ve Aydınlanma Akademisi üyesi psikiyatristler Doç. Dr. Tolga Binbay ve Uzm. Dr. Endam Köybaşı depremin psikolojik etkilerini, olası sonuçlarını ve ne yapılması gerektiğini soL için değerlendirdi

Haber Merkezi

Geçtiğimiz Cuma günü öğleden sonra İzmir ve çevresini etkileyen depremin üstünden altı gün geçti. Sevindiğimiz haberlerin yanı sıra depremde yaşamını kaybedenlerin sayısı her geçen gün daha fazla arttı ve yüzü aştı. Öte yandan kurtarma çalışmalarında da sona gelindi ve depremle birlikte adı öne çıkan binalarda enkaz kaldırma çalışmalarına geçildi.

İlk günlerin şokunun ardından tartışmalar da daha kapsamlı hale gelmek zorunda. Bu yüzden soL olarak önümüzdeki dört gün boyunca hepsi İzmir'de yaşayan farklı uzmanlık alanlarından kişilerden depremin çeşitli yönleriyle ilgili değerlendirmeler alacağız. Depremin psikolojik etkisi, bina güvenliği ve inşaat sektörü, şehir planlaması ve afet yönetimi başlıklarında alanında yetkin isimlerle söyleşiler yapacağız.

Bugün yayınladığımız dizinin ilk bölümünde depremin psikolojik boyutu ele alınıyor. Her ikisi de İzmir'de yaşayan Bilim ve Aydınlanma Akademisi üyesi psikiyatristler Doç. Dr. Tolga Binbay ve Uzm. Dr. Endam Köybaşı depremin psikolojik etkilerini, olası sonuçlarını ve ne yapılması gerektiğini soL için değerlendirdi. 

Öncelikle geçmiş olsun. Sizler de İzmir’de psikiyatrist olarak çalışıyor ve yaşıyorsunuz. Belki tam bir değerlendirme yapmak için erken ama depremin psikolojik etkisi yüksek mi oldu? Ne dersiniz?

Endam Köybaşı: Teşekkür ederiz ve İzmirlilere, İzmir çevresinde yaşayanlara, hepimize geçmiş olsun. Yakınlarını, sevdiklerini kaybedenlerin ise başı sağolsun. Sorunuza sağlıklı cevap verebilmek için bir süre daha geçmesini beklemek gerekir. Ancak bu tip afetlerde güçlü bir psikolojik yanıt veririz, onu belirtmeliyiz. Son dört-beş gündür bu güçlü psikolojik yanıtı yaşıyoruz. Birey boyutuyla ve toplumsal olarak da. Bir de Türkiye’nin gündemindeki “deprem” biliyorsunuz İzmir’de değil İstanbul’da beklenen deprem. Öyle olunca beklenmedik bir yerden geldi sarsıntı, yıkım. Türkiye’nin üçüncü büyük şehrini vurdu. Bu anlamda da etkisi biraz daha fazla oldu. Yani bir büyükşehir yerleşimini etkilemesi nedeniyle psikolojik etkisi de hızla yayıldı.

Ama bir yandan da Türkiye bir deprem ülkesi. Yani psikolojik olarak da hazır olmak mümkün değil mi?

Tolga Binbay: Deprem, özellikle de şiddetli yer sarsıntıları psikolojik olarak hazır olunabilecek doğa olayları. Ama bunun için bina, inşaat, yerleşim yeri güvenliği önce geliyor. Psikoloji değil. Zaten deprem önce ve en çok güvenlik duygumuzu sarsar. Neredeyse tüm bir bedensel ve zihinsel sistem aktive olur. Öte yandan doğal afetler ve bunun içinde sayılan deprem, sel, fırtına gibi olaylar daha kolay kabullenilir denilse de artık bunun özellikle ülkemizde deprem için değişmesi gerektiğini de unutmamak lazım. Çünkü uzun yıllardır bu ülkede ne zaman gerçekleşebileceği ayrıntısına kadar konuşulan bir deprem gündemi var. Fayı biliniyor, biriken enerjisi biliniyor, bina sağlamlığı nedir, o da biliniyor. Ama sanırız ki depremi artık tam da bu nedenlerle “doğal afet” olmaktan çıkarabiliriz. Deprem, tıpkı kazalar, savaşlar, işkence gibi insan eliyle yaratılmış travmalar kategorisinde değerlendirilebilir. Sonuç ortada.

Peki, depremde ve sonrasında nasıl bir psikolojiye gireriz?

Endam Köybaşı: İlk anda tamamen tepkisiz kalabilir veya aşırı yanıt verebiliriz. Keza İzmir’de öyle oldu. Can havliyle ve panik içinde sokağa fırladı herkes. “Buraya kadarmış” diyen çok insan oldu. Evinin içinde yüreği ağzına gelerek kalanlar oldu. Hep bunu duyuyoruz. Tamamen güvende olsak bile kaygılarımız olabilir ki oldu. Bu bir yanıyla olağan. Olağan bir bedensel yanıt veriyoruz. Zihnimiz hemen uyum sağlayamıyor, çarpıntı, sendeleme, yeniden deprem oluyormuş gibi hissetme gibi birçok belirti bu nedenle ortaya çıkıyor. İlk bir ay içerisinde de bu tepkiler dalganabilir. Sonrasında bu psikolojiden artık çıkılacağını varsayarız.

Depremin psikolojik etkileri ne kadar sürer?

Tolga Binbay: Bazen bir iki gün, bazen yıllar boyu. Dünyayı algılama biçimimiz, depremi yaşama şeklimiz, düşünsel ve zihinsel dünyamız bu süreci belirleyen temel etkenler olarak sayılabilir. Ama akut etkisi ilk bir ay içinde giderek yatışır. Yani ilk hafta endişe, korku, depremi yeniden ve yeniden düşünme, sürekli depremden bahsetme, etrafı tanıyamama, kendini kaybetme korkusu sık görülür. Uyku düzensizlikleri, kâbuslar ortaya çıkabilir. Ama sonra tüm bunlar bir ay içinde azalır ve kaybolur. Geriye en çok etkilenenler kalır ve depremin psikolojik etkileri yıllarca sürer.  

Herkes aynı biçimde mi etkilenir?

Tolga Binbay: Hayır. Aynı şehirde, semtte, aynı binada aynı şeyleri yaşamasına rağmen çok farklı tepkiler ortaya çıkabilir. Şu dört kesim ise depremden en çok etkilenenlerdir: Enkazın altından çıkarılanlar, yıkım ya da hasar yaşayanlar, yakınlarını kaybedenler, kurtarma çalışmalarında yer alanlar. Bu dört kesim en şiddetli belirtileri yaşayabilir. 

Tabii ki burada yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi gibi faktörler de devreye giriyor. Ama depremin genel etkisini örneğin İzmir’de kimler yaşıyor derseniz yeterli sosyal desteği olmayanlar, önceden psikiyatrik sorunları olanlar, orta eğitim düzeyinde olanlar, kadınlar. Kimisi kendisi, kimisi yakınları için kaygılanırken, kimisi evde kalan küçük bir eşyasını dert edebilir. Bazısı yaşadığına sevinirken bazısı hayatta kalmanın suçluluğunu yaşayabilir. 

Psikososyal destek çok gündemde. İnsanlar evlerini kaybetmişken işe yarıyor mu bu destekler?

Endam Köybaşı: Sizin de belirttiğiniz gibi “psikososyal” destek; yani işin sosyal kısmı: depremzedelerin temel, fiziksel ihtiyaçlarını da gözeten bir yanı varsa işe yarayacaktır elbette. Evrensel, bilimsel doğrular üzerinden yapılan, çerçevesi tanımlı her türlü psikolojik yardım, insanların kayıplar ve zorlukları ile daha kolay baş etmesini kolaylaştırır. Bu nedenle önemlidir. Depremin hemen ardından fiziksel kayıplar, yıkım öne çıkar ama psikolojik müdahale de çok önemlidir. Unutmamak lazım.

Sosyal medyanın bu felaketlerde etkisi nasıl oluyor? İnsanlar daha çok acılarını paylaşma ve dayanışma imkanı bulduğu için rahatlama mı? Yoksa yoğun acı paylaşımı nedeniyle daha fazla etkilenme mi?

Tolga Binbay: Aslında bu büyük bir bela. Yani herkes kaygısını azaltmak için, kendini yatıştırmak için oralara, sosyal medyaya bakıyor, paylaşıyor ama ne kaygı yatışıyor ne de rahatlama oluyor. Görsel hafızamız en güçlü hafızamızdır ve bir kere gördüğünüz bir görüntü hayat boyu kalır sizde. Bu nedenle acıları paylaşacak, rahatlanacak yer sosyal medya değil. Tam tersine yakın ve tanıdık, bilindik insan ilişkileri onarır insanı bu dönemlerde. Haberler, görüntüler biliyorsunuz bir de reyting, propaganda, reklam için abartılarak aktarılıyor. Kişinin kendi yalnızlığı içinde bir de bunlara maruz kalması, çocuklarını maruz bırakması kesinlikle uygunsuzdur. Önce dayanışma ve yakın, insan sıcaklığı içinde paylaşım lazım bize. Bu nedenle örneğin Bayraklı Semt Evi’nin hemen başlattığı dayanışma, yardım çok önemli oldu. Düşünenlere, emek verenlere, aracı olanlara buradan da çok teşekkür ediyoruz.