SÖYLEŞİ | Çevreye saldırıda yeni adım: Türkiye Çevre Ajansı

Türkiye Çevre Ajans'ı kurulmasına ilişkin kabul edilen torba yasa teklifi tartışma yarattı. Ajans'a verilecek denetleme yetkisi çevre rantının önünü açacağı nedeniyle eleştiriliyor.

Haber Merkezi

Türkiye Çevre Ajansı'nın Kurulması ile ilgili Kanun Teklifi, 15 Ekim 2020 tarihinde TBMM Çevre Komisyonunda kabul edildi.

Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denetim yetkilerini Ajans'a devredebilecek. Ancak hangi denetim yetkilerinin Ajans’a devredilebileceği kanunda tanımlanmamış. Ajans'ın işleyişine ilişkin hazırlanması öngörülen yönetmelik daha net bir tablo ortaya çıkaracak olmakla birlikte, kanun bakanlığın asli denetim yetkilerinin Ajans’a devredilebileceği kaygılarını beraberinde getirdi.

Meclis'teki görüşmelerde muhalefet partileri de ÇED süreçlerini devre dışı bırakacağı, belediyelerin yetkilerinin elinden alınacağı ve rantın önünün kontrolsüzce açılacağı gibi gerekçelerle teklife şerh koydular. 

Türkiye Çevre Ajansı’nın kurulması ile ilgili değerlendirmelerini Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet Dursun Kahraman ile konuştuk. 

Kahraman bütçesinin bağışlarla sağlanması öngörülen bir ajansın yapacağı denetimlere güvenilmesinin mümkün olmadığını belirterek "yürütme, denetim konularında kamu gücünün sağlanması ancak bağımsız ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir yapı ile mümkündür. Bu yapıda başta TMMOB Çevre Mühendisleri Odası olmak üzere TMMOB'un ilgili odaları ve ilgili meslek örgütlerinin akademisyenlerden oluşan yönetici ve gözlemcilerinin bir araya geliyor olması gereklidir" ifadelerini kullandı.

Çevre Mühendisleri Odası olarak Çevre Ajans'ı kurulmasına dair kanun değişikliği hakkında bir değerlendirme yayınladınız. Çevre Ajans'ı kuruluşu ile AKP hükümeti sizce neyi amaçlıyor?

Bu topraklarda gerek halkın zaman içinde gelişen çevre bilinci, gerek ise AB uyumu adlı süreç sermayeye pek şirin görünmemesine rağmen iktidarları bir çevre politikası oluşturmaya ve bir şekilde sürdürmeye zorlamıştır. Zorlamalar ile oluşturulan politikalar zaman içerisinde temel amaçlarından uzak kalmakta, ondan da öte farklı amaçlara doğru evrileceği açıktır. Tarihsel oluşumuna ve işletilişinin tarihsel izlerine bakarsak, yurdumuzda çevre politikalarının başına gelen tam da budur.

Yurdumuzda iktidarların çevre örgütlenmesi tarihsel sıra ile; 1973 yılında Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu, 1974’de Çevre Koordinasyon Kurulu, 1978’de Başbakanlık Çevre Örgütü ile başlamıştır. Bu tarihsel sıralamadan bahsetmeyi, iktidarın zorlamalarla başladığı ve zorlamalarla sürdürdüğü çevre politikalarına yüklenen etkinlik ve yetkinlik düzeylerindeki değişimleri görebilme adına önemsiyorum.

Bu başlangıcın ardından 1984 yılında Çevre Kanunu’nun çıkması ve beraberinde Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü’nün kurulmuş; ardından da devlet içindeki çevre örgütlenmesi Çevre Müsteşarlığı ile müsteşarlık düzeyine çıkarılmış ve 1989’da Başbakanlığa bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı oluşturulmuştur. Çevre politikaları, sonrasında 1991’de ise Çevre Bakanlığı kurularak -nasıl çalıştığı tartışmasına girmeden- örgütlenme adına en yüksek organa teslim edilmiştir.

Görece olumlu bu gelişmeler biraz evvel bahsettiğimiz sermayenin hoşnutsuzluklarından doğru baskıları ile hep cılız kalmış, sürekli müdahaleye açık olmuştur. Devletin temel görevlerinden biri olan çevre koruma konusunda görevini yapıyor görüntüsü ve ama bir yandan da sermayenin istekleri doğrusunda işleyişi etkin yapmaması bir arada yürütülmüştür.

İktidarların bu anlayış ile sürdürülen, dolayısı ile hiçbir zaman etkin olamayan ve bir bakıma sermayenin hep daha fazlası olan isteklerine de onlar adına cevap veremiyor olması sonucunda, Çevre Bakanlığı sırası ile önce yumuşak bir geçişle Orman ve Çevre Bakanlığı’na –ki bu; çevre beraberinde orman konusunun da bir anlamda görece önemsizleştirilmesidir-, ardından da bu güne kadar öncelikleri zıt yönlerde olan iki disiplin birleştirilmiş ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu politikaların yürütücüsü olmuştur.

Sermaye adına direksiyona geçme

Çevre politikalarına bir yandan sermayenin rahatsızlığı sürerken, öte yandan çevre politikalarının yeni ve büyük bir pazar olduğunun farkına varılması ile sermayenin bu politikalara bakışı yenilenmiştir. Zaten mevcut çevre örgütlenmesinin kamu denetiminde olması nedeni ile hiçbir zaman –onca gayrete rağmen- sermaye bu konuda özgürlüğünü tam hissedememiştir. 

Tam da bu dönemeçte mevcut sisteme müdahale yerine, sermayenin ‘özgürlüğü’ adına doğrudan direksiyona geçme ve daha da iyisi oluşan pazarı kontrol etme noktasına gelinmiştir.

Bakanlığı, onun personelini, teşkilatını kamu adına güçlendirmek etki ve yetkilerini yine kamu adına arttırmak AKP İktidarının politikalarına uyumlu değildir. Bu teklif ile bakanlık denetim yetkilerinin de sahibi olan, özel sektörün, bağış sisteminin, süper maaşlı yeni kadroların, birçok kanunlardan muafiyetlerin ve tek bir yerden karar verebilme prosedürünün sokulduğu bir ajans planlanmaktadır.  

Sonuçta Ajans, bunlar değerlendirildiğinde çevre politikalarının kamu denetimi ekseninden uzaklaştırılarak –bakanlığı da pasifize edip, belki de kaldırarak-, çevre denetim süreçlerinin de özelleşmesinin önünü açacak bir politikanın ürünüdür.

Böyle bir ajansın gelir kalemleri içerisinde bağışların önemli bir kalem olarak alınması sizce ne gibi sakıncaları gündeme getiriyor?

Ajans'ın şartlı- şartsız herkesten bağış alabilir olması kaygı vericidir. Denetleme yetkisi olan bir kurumun bağış toplaması ve bağışçıların sınırsız oluşu kurumun dışarıdan müdahalelere açık ve kolay hegemonya kurulabilir bir hale gelmesine sebebiyet verir. Böylece kurum mali olarak bağımlı hale geldiğinde denetçi vasfını sürdüremez kaygısı taşımaktadır.

Kanunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın denetim yetkisinin Ajans’a devredilebileceği yönünde bir madde bulunuyor. Bakanlığın denetim yetkisinin gelirlerini bağışlardan elde edecek ve yönetim kadrolarının nasıl belirleneceği muğlak olan bu ajansa devredilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Bir önceki sorunuz ile ilintilidir. Pratikte bir kurumun ya da bireyin gelir kaynağını denetliyor olması etik değildir, usulsüzdür. Benzer sıkıntı bugün İş Sağlığı ve İş Güvenliği uygulamalarında yaşanmaktadır. Devlet iş-işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki yükümlülüğünü sırtından atmış; süreci ücretini denetlenenden alan denetçilerin eline teslim etmiştir.

Böylesi bir ajansın yönetim kadrosuna gelince, atama ile belirlenmiş bir yönetim kaygı vericidir. Ajans'ın öncelik ile varlığının ve gereğinin tartışılması bitirilmeden buna dair yorum yapmak yersizdir. Bu anlamda yürütme, denetim konularında kamu gücünün sağlanması ancak bağımsız ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir yapı ile mümkündür. Bu yapıda başta TMMOB Çevre Mühendisleri Odası olmak üzere TMMOB un ilgili odaları ve ilgili meslek örgütlerinin akademisyenlerden oluşan yönetici ve gözlemcilerinin bir araya geliyor olması gereklidir. 

Son zamanlarda tamamen çevrenin yağmalanmasının dayanak noktası olarak işleyen ÇED süreçlerinde iki aşamalı değerlendirmeden tek aşamalı değerlendirmeye geçiş öngörülüyor. Bu durumun ÇED süreçlerini zayıflatacağını düşünüyor musunuz?

Bu kanun ile birlikte ÇED yönetmeliği kanun ile uyumsuz hale getirilmektedir. Ardından ÇED Yönetmeliği’nin ne yönde revize edileceği, nasıl yürütüleceği önemlidir. Kanun teklifinde kavramların detayları verilmemiştir. Bu noktada söylenebilecekler görüş niteliğinden çok yorum olarak değerlidir. Bu anlamda çevre politikalarının geçmiş uygulamalarına, sonuçlarına ve aynı zamanlarda gündeme gelen Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanun Teklifi’nin içeriğine ve de acele ile alınan kamulaştırma kararlarına bakıldığında yorumlar, olumsuz yönde düşünceleri beslemektedir. Maalesef çevre ve kamu adına olumlu bir yorum yapabilme durumu yoktur.