SÖYLEŞİ | Anadil sorunu, çok dillilik ve sosyalizmin dil politikaları

21 Şubat Dünya Anadil Günü vesilesiyle Boyun Eğme dergisinin 253. sayısında dilbilimci Prof. Dr. Özgür Aydın’la dil politikaları üzerine bir söyleşi yayınlandı.

Haber Merkezi

Prof. Dr. Özgür Aydın dünya dillerinin güncel durumu, kapitalizmin tek dil politikası tercihi ve sosyalizm deneyimlerinde anadile yaklaşım üzerine sorularımızı yanıtladı. Boyun Eğme dergisinde yayınlanan söyleşinin geniş versiyonu şöyle:

Dünya üzerinde pek çok dilin doğal yollarla olduğu kadar, “tek dilli devlet” politikalarıyla da yok olma sürecine girdiğini biliyoruz. Dillerin yok olması dilbilimciler bakımından nasıl bir yoksullaşmaya tekabül ediyor?

Dünya dilleriyle ilgili bir veritabanı olan Ethnologue’un 23’üncü baskısına göre dünya üzerinde bugün yaşamakta olan 7117 dil bulunuyor. Bu yüksek bir sayı gibi görünmesine karşın son yüzyıl içinde aşağı yukarı 3000 dil yok olmuş durumda. Yani her iki haftada bir dünya üzerinden bir dil yok olup gitmiş. Geçmişe değil de önümüze bakalım desek de durum pek iç açıcı değil. Yine Ethnologue’a göre dünya üzerindeki dillerin %41.71’i tehlikede, geriye kalan %51.23’ü ise tehlike sınırında. Güvende olan dil oranı %8.06. Dilbilimciler için veri alanı her an daha çok daralıyor. Ama asıl sorun dillerle birlikte kültürler de yok olup gidiyor. Dil ve kültür bakımından dünyanın “tekleşmeye” değil, “çeşitlenmeye” gereksinimi var. 

Peki bunun “tek dilli devlet” politikalarıyla ilgisi var mı sizce?

Çok büyük oranda. Elbette ki dil ölümlerinin çok farklı nedenleri var. Doğal ölümler söz konusu ve bunlar kaçınılmaz olarak olacak. Ancak son yüzyılda 3000 dilin yok olmasını sadece “doğallıkla” açıklayamayız. Bir taraftan ulus-devletler dillere kısıtlamalar getirirken diğer taraftan dil emperyalizminin etkisiyle dünya üzerindeki pek az dilin statüsü korunabiliyor. Bakın, bu statülerle ilgili 13 düzey içeren EGIDS ölçeğine göre, dünya üzerindeki dillerin sadece %2.5’i resmi dil, %3.3’ü eğitim dili olabilmiş. İşte bu tek dilli devlet politikalarının bir sonucu.

'İki dilliliğin pek çok avantajı var'

Verdiğiniz rakamlara göre dünya nüfusunun azımsanmayacak bir bölümünün çok dilli olduğu anlaşılıyor. Çok dillilik iletişim ve entelektüel gelişim bakımından bir avantaj olabilecekken kapitalist dünyada dezavantaja dönüşmüş durumda. Öncelikle bireylerin ilk dillerinde eğitim almalarının nasıl bir önemi olduğunu açıklayabilir misiniz?

Kapitalizmin her alanda dezavantajlı bireyler yetiştirme konusunda özel bir yeteneği olduğu kuşkusuz. Dil konusunda da böyle. Bugün dili, biyolojik temellere dayalı olarak “dil yetisiyle” açıklıyoruz. Bu da şu demek: İnsanın sahip olduğu dil yetisi tek bir dili edinmesi için değil, aynı anda ya da ardışık pek çok dili edinmesi için bir araç. Biz ne yapıyoruz? Çok dilli ortamda büyüyen bireylere birinci dillerinde değil, sadece ikinci dillerinde eğitim vererek onları pek çok açıdan dezavantajlı duruma düşürüyoruz. Oysa iki dilliliğin pek çok açıdan avantajlı yönleri varken. Burada sadece iki dili konuşuyor olmaktan söz etmiyorum. Bugün literatürde çok açık bir şekilde bireylerin hem birinci dillerinde hem de ikinci dillerinde belirli bir eşik düzeyine erişmeleri durumunda bilişsel düzeylerinin artacağına ilişkin ciddi bulgular var. Anadillerinde eğitim vermeyerek onları bundan mahrum etmiş oluyoruz.

'Çoğunluk dil eğitimi azınlık çocuklarını dezavantajlı yapar'

Öyleyse, Türkiye örneğinden de hareketle kapitalist dünyada devletlerin çoğu neden yasalarla ve pratikte anadilinde eğitimin önüne geçmeye çalışıyor?

Elbette bunun en görünen nedeni milliyetçilik. Nazi Almanyası'nın sloganına öykünerek üretilen “tek devlet, tek millet, tek bayrak” sloganını bugün de duyabilirsiniz. Buna zaman zaman “tek dil” sözü de eklenir. Ancak tek neden milliyetçilik değil. Batı’da UNESCO’dan tutun da Avrupa Konseyi’ne kadar pek çok kurumda anadilinde eğitimle ilgili akıllıca söylenmiş o kadar çok belge bulabilirsiniz ki. Bunlara bakınca da bu konuda büyük ilerlemeler kaydettiklerini düşünebilirsiniz. İncelerseniz, Avrupa’daki çok az örnek dışında, durumun hiç iç açıcı olmadığını görürsünüz. Çok dilli eğitimin getireceği mali yük özellikle 1980’lerden sonra “lüks” bulunmaya başlanıyor. Aslına bakarsanız, eğitimbilimci ve dilbilimci Tove Skutnabb-Kangas’ın şu saptamasında büyük bir haklılık payı var gibi: Çoğunluk dili eğitimi, azınlık çocuklarını sıkışmış ya da dezavantajlı konumlarda tutar; bu da ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamak için uygun bir ortam sağlar. Yani kapitalist ülkeler, çok dilli eğitimden kaçarak hem böyle bir mali yük altına girmemiş oluyorlar, hem ucuz iş gücü ihtiyacını sağlayacak ortam yaratıyorlar hem de milliyetçilere göz kırpıyorlar.

'Sovyetler'de yurttaşların anadillerinde eğitim hakkı hep sağlandı'

20. yüzyılda dillerin korunması, geliştirilmesi, vatandaşların ilk dillerinde eğitim alma ve faaliyet yürütme haklarından faydalanmaları bakımından çarpıcı bir Sovyetler Birliği örneği var. Bu örnekte Rusça ve Sovyet topraklarında yaşayan diğer dillerin durumuna ilişkin ne gibi veriler var?

Bu konuda, özellikle ülkemizde ciddi boyutlarda bir dezenformasyon var. Öncelikle bilgi kirliliğinden kurtulmak gerekiyor. Uzun bir konu ama kısaca şunu söyleyebilirim: Sovyetler Birliği’nde 130 dil konuşuluyordu ve Rusça %53.7 oranında konuşulan bir dildi. Konuşucu sayısı ve daha pek çok nedenle Sovyetler Birliği’nde “lingua franca” yani ortak iletişim dili konumuna geldi. Ancak Sovyetler Birliği’nde yurttaşların kendi anadillerinde eğitim hakkı hep sağlandı. Rusça dışındaki dillerde ciddi sayıda yayınlar yapıldığını, bu dillerin yazı sistemlerinin geliştirildiğini, bu dillere ilişkin incelemeler yapıldığını görüyoruz. Bizim milliyetçilerimiz, Türkiye’de Türkçe dışında konuşulan 52 dilin konumuna gözlerini kapatıp bir taraftan Sovyetler Birliği’nde Türk dillerine baskılar uygulandığı yalanını uydururken, diğer taraftan da söz gelimi Almanya’da anadili olarak Türkçe konuşan Alman yurttaşlarına neden Türkçe eğitim verilmediği serzenişinde bulunabiliyorlar.

Sovyetlerin dil alanındaki deneyimi ileride yaşanacak sosyalist kuruluş süreçlerinde yol gösterici olabilir mi? 

Şu ana elimizdeki en iyi örnek. Kanımca iyice analiz edilip incelenmeli ve Türkiye bağlamında değerlendirilmeli. İki yönden daha şanslı bir konumdayız. Birincisi önümüzde Sovyetler deneyiminin olması, ikincisi ise Sovyetler Birliği’ndeki durumun tersine, Anadolu’da konuşulan dillerle ilgili halihazırda dünyanın pek çok yerindeki dilbilimciler tarafından pek çok çalışma yapılmış olması.