SÖYLEŞİ | ‘Afet yönetimi mahalleden başlar’

Afet yönetiminin mahallelerden başlaması gerektiğini belirten Zuhal Okuyan'ın anlattıkları, yaşadıklarımız ile olması gerekenler arasındaki uçurumu gösteriyor.

Haber Merkezi

Profesör. Dr. Zuhal Okuyan İzmirli bir Halk Sağlığı uzmanı. Birçok olağandışı durumda eğiticilik yapmış ve gözlemlerde bulunmuş bir isim.

Son İzmir depreminin ardından bu alandaki tecrübesine başvurmak için kendisine ulaştık ve sorularımıza yanıt istedik. İzmir depreminin ilk anından itibaren her kafadan bir sesin çıktığı, organizasyonsuzluk ve hazırsızlığın göze çarptığını belirten Okuyan'a göre bu tür doğal afetlerde zararı en aza indirmek için temel ilke "hazırlıklı" olmak ve "örgütlü toplum". 

Afet yönetiminin mahallelerden başlaması gerektiğini belirten Okuyan'ın anlattıkları, yaşadıklarımız ile olması gerekenler arasındaki uçurumu gösteriyor.

Birçok olağan dışı durumda gözlemcilik yapmış ve eğitim vermiş bir hekim olarak İzmir depremi sonrasında gördüğünüz manzarayı nasıl yorumluyorsunuz? Organize olmuş, depreme hazır bir görüntü verdi mi hem yerel hem de merkezi yönetim?

Deprem büyüktü ama şiddetinin etkisi daha çok sınırlı bir bölgede kaldı. Resmi ya da gönüllü çalışanlar özveriyle çalıştı. Ancak çabuk yanıt vermek, kurumlar arası işbirliği gibi konularda bunu söylemek zor. İyi niyetli çaba yetmez. Dayanışma da bir yere kadar.Türkiye’de her kesim hazırlıksız. Bir örnek vereyim, yüzlerce çadır kurulabilir ama yerde nerede yatacak o insanlar? Tuvaletler çadırlar kurulduktan çok sonra geliyor. Halbuki en temel gereksinimlerden biri. Tuvalet kuruyorsunuz bu salgın döneminde içinde sabun yok. İyi niyetten ve olanaklardan bağımsız olarak önceden planlı olmamanın sıkıntıları bunlar.  Malzemeleri oraya bırakan görevlinin de bu alanda eğitim almış olması gerek. Bunlar sadece basit örnekler. Yüzbinlerin etkilendiği başka bir olağandışı durumda kaos olmaması için hiçbir kurumun yeterince hazır olduğunu söyleyemeyiz. 

İZMİR’İN ŞANSI DENEYİMLİ SAĞLIKÇISI

İzmir özelinde durum nasıldı sizce?

İzmir’deki yerel yönetimler (ilçe belediyelerini de saydığım için çoğul) şanslı. En azından kendi meslek örgütüm olan İzmir Tabip Odası için konuşayım, Türkiye’de sağlıkçılar arasında olağan dışı durumlarda eğitim ve örgütlenmeyi ilk kuran meslek odasıdır ve İzmir’den çok sayıda sağlık emekçisi Büyük Marmara depremi ve arkasından olan Düzce depreminde gönüllü ya da resmi olarak çalışarak deneyim kazandı. Yerel yönetimler ilgili meslek odaları, Tabip Odası, Şehir Planlamacılar Odası, İnşaat Mühendisleri odası, Baro gibi meslek odalarıyla işbirliği yapmak zorunda. Bürokrasinin çözemediği sorunlarda ortak akıl her zaman iyidir. Meslek odaları da dinamik yapılanmalarını geliştirmeli ve bu alandaki eğitimlerini sürdürmeli. Günümüzdeki salgın koşullarında bile, buna mecburuz. Bu saydıklarım işin teknik ve planlama bölümü. Asıl konu hepimizi ilgilendiriyor. Olağan dışı durumlarda nasıl hareket edeceğiz, nasıl hazırlanacağız, tüm vatandaşları ilgilendiriyor. 

Deprem konusu Türkiye'nin gündeminden hiç düşmediği halde sizce neden hala bu durumdayız peki?

Hepimizin bildiği bir gerçek, düzen çarpık yapılaşma ile ayakta duruyor. Dominonun taşlarını oynatamıyorsunuz düzen siyaseti içinde. Saadet zincirinin içinde irili ufaklı aktörler, menfaat grupları var. Sistem bencilliği pompalıyor. Bilime önem vermiyoruz ve inançtan bağımsız olarak sanki her kesimde bir nevi kadercilik var. Olay gerçekleşirse bir yoluna bakarız anlayışı hakim. Toplumdaki bu öğrenilmiş çaresizliği yok etmek, yok ederken de umut aşılamak gerek. Doğal felaketler olabilir, ama çaresiz değiliz demek zamanı. 

TEMEL İLKE HAZIRLIK

Afet yönetiminde zararı minimuma indirmek için temel ilke nedir ve neden?

Afet yönetiminde en önemli ilke hazırlık. Sadece malzeme ve kurtarma ekiplerinin hazırlığı değil. Çok sayıda özverili, işini doğru yapan görevli ve gönüllüler ile bitmiyor konu. Olağan dışı durumlar bilimsel bilgiyi planlı olarak kullanmayı gerektirir. Bu planlar her yurttaşı kapsamalı. Depremi ele alırsak, hazır olmak sadece deprem çantası hazırlamak ve yaşam üçgeni gibi konuları bilmek demek değil. Çarpık kentleşme ve kötü yönetim, inşaata bağlı ekonomi gibi konulara da girmiyorum. Temelde bunlar var tabii ki. Başka bir konuyu vurgulamak istiyorum, bence temel ilke örgütlü toplum olmaktır. Afet yönetimi mahallelerden başlar. Şimdi herkes klavyenin başında görüşünü yazıyor, televizyonlarda demeçler veriliyor. Ama bir süre sonra yine unutulacak deprem, diğer depremlerde olduğu gibi. 

Üstelik Türkiye ders çıkarmak için yeterince felaket yaşamış bir ülke değil mi?

Elbette. Büyük Marmara depreminden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedik, öyle mi oldu? Topluma birkaç düzgün çalışan sivil toplum örgütünü kazandırmak dışında radikal olumlu bir değişiklik olmadığı gibi Kanal İstanbul, Bayraklı, Çeşme projeleri gibi insan yaşamını ve doğayı riske atacak projelerle karşı karşıyayız. Deprem vergilerini konuşuyoruz, TOKİ inşaatları gibi bir olgu çıktı ortaya. Bu olumsuz gelişmelerin yanı sıra temel ilkeleri de konuşmak gerek. Önemli olan felaket olmadan hazırlıklı olmak. Bu da örgütlü ve eğitimli olmayı gerektiriyor. Oturulan binaların çürük olması, inşaat izni verilen zemini riskli bölgeler gibi teknik konulara girmiyorum. Bunlar sonuç. Asıl nedeni unutmamak gerek.

Siz o zaman felaket anına değil öncesine odaklanılmalı diyorsunuz?

Her evreye ayrı ayrı hazır olunmalı… Hazırlık yapmanın, risk yaklaşımı ile karar vermenin önemi çok büyük. Olağan dışı durumların üç evresi var. Öncesi, yani hazırlık, sırası ve sonrası. Ülkemizde hep felaket olduğu zamana odaklıyız. Önceden neden plan yapılmadı, koordinasyon neden sağlanamadı gibi konularda pek kafa yormayız. Felaketin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra da unutulur gider, bir dahaki felakete kadar. Sadece birinci dereceden etkilenen aileler, evleri hasar görenler, dükkanları yıkılanlar birkaç girişimde bulunur. Hukuk da zaten yavaş işlemektedir. Halbuki uzun etkiler sürmektedir, başta dün soL’da yayınlanan söyleşide yer aldığı gibi ruh sağlığı sorunları, sosyal sorunlar devam etmektedir. Neden bu çaresizlik haline uyum sağlıyoruz? Örgütlenmekten başka çare var mı?

İZMİR’İN PLANI YOK

İzmir'in deprem için hazır bir master planı var mı?

Benim bildiğim kadarıyla yok. Öncelikle bu planın çok yönlü olması gerektiğini söyleyebilirim. Her birimiz bir felaket sırasında ve sonrasında ne yapacağımızı bilmeliyiz. Kağıt üstünde kalan planlar yok hükmünde. Ayrıca planlar her yıl gözden geçirilip güncellenmeli. Hem çok hareketli bir nüfusa sahibiz hem de afet alanında yeni bilgiler ve teknolojiler var. Eğer İzmir’de bilmediğim bir plan varsa yetkililerden özür dilerim. İzmir Büyükşehir Belediyesi sayfasına bakarsanız 2018’de güncellendi denen sayfada bir plan linki var, o linki incelerseniz planın ne kadar eski bir proje olduğu ortaya çıkar. 1996’da Birleşmiş Milletler’in seçtiği kentlerden biri olarak İzmir’de İnşaat Mühendisleri Odası, Boğaziçi Üniversitesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Radius projesi nedeniyle hazırlanan bir plandır. Yanılmıyorsam Belediyenin web sayfasındaki link bu projedir. 

İYİ BİR BAŞLANGIÇTI AMA…

Üç yıl süren projeden sonra bazı eylem planları geliştirildi diye biliyorum. O dönem için çok olumlu bir başlangıçtı. Ama aradan yıllar geçti, yeni mahalleler hatta yeni belediyeler kuruldu. Diğer resmi kurumların deprem planları var mı bilmiyorum. Benim anladığım bir plan dinamik olmalı, kentte yaşayan her kurum ve daha ötesi her yurttaşı içine katmalı kademeli olarak. İşin teknik ve bilimsel yönü ayrı, planların mahalle bazlı planlar olması gerekiyor. Bu planların içinde meslek örgütleri, ulaşımdan sorumlu birimler, sağlık kuruluşları hatta muhtarlıklar yer almalı. 

Bir önemli konu da toplanma alanları. Toplanma alanları yeterli mi?

Bu konuya da açıklık getirmek gerek. Toplanma alanı bir felaket yaşandığında insanların yan yana otobüs bekler gibi bir araya geleceği yerler değildir. Ulaşılabilecek, güvenli, geçici barınma yerleri ve tuvalet gibi hizmetlerin de verilmesine olanak sağlayacakları alanlar olması gerek. Herhangi kamu binasının arka bahçesi ya da apartmanların orta yerinde küçücük, çocuklar için birkaç salıncak ve kaydırak yapılan adına park denen ama aslında ilgisi olmayan yerler toplanma alanı olamaz. Hem bu gibi yerler özellikle depremde güvenli değil hem de o kadar insana hizmet veremez. Son depremde göreceli olarak şanslıydık, en çok zarar gören bölgede Türkiye ortalamasına göre çok sayıda park ve yeşil alan vardı. Ama İzmir’in bu olanakların da olmadığı çok sayıda mahallesi var. Planlar gibi toplanma alanları da kağıt üstünde. 

100’E YAKIN İNSAN SELDE HAYATINI KAYBETMİŞTİ

İzmir sadece deprem bölgesi değil, aslında son yıllarda azalmış olsa da yoğun yağmurlarla birlikte sel felaketlerinin da sıkça görüldüğü bir kent. Sizin bu konuda tecrübeleriniz oldu mu İzmir'de? 

Evet çok sayıda sel felaketi yaşadık, hep fazla yağan yağmur suçlandı ama asıl neden hepimizin bildiği gibi çarpık kentleşme. Küresel iklim değişikliği nedeniyle ‘aşırı hava durumları’ denen felaketleri de yaşama olasılığımız arttı. Örneğin güney kıyılarımızda hortum görülmeye başlandı. Bunların hepsi için erken uyarı sistemleri gerekir. Deprem için henüz böyle bir sistem uygulanamıyor ama metereolojik olaylarda uygulanabilir. Burada demek istediğim sadece ilgili kuruluşların ve vatandaşların resmi olarak uyarılması değil. İnsanlar uyarı aldıkları zaman ne yapacağını bilmeli. Çok sık kasırga felaketi ile karşı karşıya kalan Küba’da örneğin erken uyarı geldiği zaman bir ilkokul çocuğu ailesiyle ya da öğretmeniyle beraber ne yapacağını bilir. Felaket öncesi yüzbinlerce insanın yer değiştirdiği örnekler var. Bunlar örgütlü ve hazırlıklı toplum işleri. 

Benim gördüğüm İzmir’deki en büyük sel felaketi 1995 Kasımında olmuştu. 100’e yakın insanımızı kaybettiğimizi hatırlıyorum. Ölümler daha çok Yamanlar, Çiğli, Narlıdere tepelerinde, daha yoksul ailelerin yaşadığı mahallelerde olmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam Karşıyaka Devlet hastanesi uzun süre kullanılamamıştı. Burada yeri gelmişken sağlık kuruluşlarının yerlerinin seçiminin de çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Genellikle bodrum katları depo ve arşiv olarak kullanılır, uygun olmayan yerlere yapılan bir kamu binasında malzemelerin bir anda yok olması ya da kullanılır olmaktan çıkması kaçınılmazdır. Ayrıca bugün bazı aile hekimliği merkezleri mecburen bu iş için yapılmamış binalarda örneğin bir apartmanın alt katında hizmet verebilmektedir. Sağlık kuruluşları, en küçüğünden en büyüğüne kadar standart ve sağlık hizmeti vermek için mimari olarak planlanmış yerlerde hizmet vermelidir. 

Sel konusuna dönersek genellikle depreme göre daha az ölü ve yaralı olduğu ve sular çekilince dramatik görüntülerin yok olduğu bir durum olduğu için ülkemizde çok da üzerinde durulmaz. Halbuki seller, özellikle mevsim uygunsa özel bazı salgın hastalıklara neden olabilir, altyapıya hasar verdiği için kanalizasyon ve içme kullanma suyu konusunda riskler oluşturabilir. 

BÜYÜK HASTANELER DÖNEMİ BİTTİ

Biraz da hastanelerden söz etmek istiyorum. Dünyada büyük dev hastaneler dönemi bitti. Büyük hastaneler çalışanı, hastası, ziyaretçisi ile gün içinde bir küçük ilçe kadar insanı barındırıyor, yönetimi zor ve riskli. Yangın, deprem ve sel gibi durumlarda devre dışı kaldığında bir bölge sağlık açısından mağdur oluyor. Çok katlı hastane yapımını da önermiyoruz. Örneğin depremlerde merdivenler riskli diyoruz, elektrik kesilebilir asansöre binmeyin diyoruz. Çalışanlar ve yatan hastalar az bir hasarda bile nasıl tahliye edilecek? Gösterişli binalar yerine sağlam ve işlevsel binalar gerekiyor. İç mimarisi de çok önemli. Asma tavanlar, hastanenin fonksiyonlarıyla ilgisi olmayan iç detaylar bina yıkılmasa bile risk oluşturuyor. 

Depremlerde yaralanmalar dışında ne gibi sağlık sorunları oluşabilir? Önümüz kış, hastalık riski artıyor mu?

Çadır, geçici bir çözümdür, hemen kalıcı çözümün yolları bulunmalıdır. Yağmur ve soğuk özellikle risk grupları için yeni hastalıklar demek. Covid-19 olgularının çok arttığı şu durumda mesafeler de korunamayabilir. Bir de sadece en büyük alanda değil çok sayıda yerde yer alan çadır alanlarına daha fazla tuvalet ve sabun, dezenfektan koymak gerekiyor. Çadırlarda ısınma sorunu da var. Geçmiş deneyimlerden biliyoruz, uzun süren çadır kamplarında odun sobası ya da elektrikli ısıtıcı nedeniyle istenmeyen yangınlar çıkabiliyor. Her olağan dışı durumda olduğu gibi yardımların organizasyonu da önemli. Gereksinim sorulmadan yardım göndermemek gerekiyor, gereksiz yardım, alanda çalışanların işini zorlaştırır. Yardım dağları içinde neyin ihtiyaç sahibine verilebileceğini bulmak zaman alır. Alanda çalışanların da üstü etiketlenmemiş gereksiz yardım malzemesini kabul etmemesi gerek. 

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Olağan dışı durumlar geçici olarak insanlar arasındaki dayanışma duygusunu yükseltir, bu çok olumlu bir süreç ve belki de İzmir’de daha yoğun olarak yaşanmış olabilir. Ama kent güzellemesi ve küçük çocukların enkazdan kurtarılması gibi insan olan herkesi sevince boğan konular sosyal medyada elden ele dolaşacak ve bir süre sonra unutulacak. Belki başka bir acil gündem önümüze çıkacak, hep beraber onunla uğraşacağız. Halbuki deprem gibi felaketlerle baş etmek için örgütlü olmak gerekir. Hepimiz suçluyuz. Üzülüp üzülüp sonradan aldırmadığımız, üstümüze düşenleri yapmadığımız, çevremizdekilerle birlikte ne yapacağımızı bilmediğimiz ve en fazla da yeterince hesap sormadığımız için. Salgın koşullarında bile olsa göstermelik değil gerçek hazırlıklara gereksinim var. Bu ülkenin yeterince aydın ve ülkesini seven insanı var, bir yerden başlayalım.