Sınıf mücadelesinin yeni alanı: Evde çalışma

'İnatçı Köstebek' yazarı Gamze Yücesan Özdemir'le salgın döneminde evde çalışma uygulamalarını, yeni durumda sömürenlerin ve sömürülenlerin karşısına çıkan olanak ve riskleri konuştuk.

Söyleşi: Gamze Erbil

'Böyle daha rahat' mı gerçekten?

Başlangıçta “serbesti” sağladığı hissi veren yeni işleyişlerin işçi sınıfı cephesinden itiraz gelmediği sürece nasıl dizginsiz sömürü düzeneklerine dönüştüğünü esnek çalışma pratiklerinden biliyoruz. Evde çalışma da benzer bir yola girmek üzere.   Uzaktan çalışmanın daha avantajlı olduğu yönünde yaratılan yanılsamalar yerini hızlıca fazla mesai, denetim ve hak gasplarına bırakırken sermaye tarafının tereddütlü de olsa bildik yöntemlerle kendi kurallarını dayatmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Peki bu yeni durumda, kanıksanmış olan kimi pratiklerin de yeniden kurulduğu ve sömürü düzeneklerinin çıplaklaştığı böyle bir dönemde işçiler kural koyabilecek mi?

Korona salgınıyla birlikte bazı sektörlerde uzaktan çalışmaya geçildi. Emekçilerin çalışma düzenlerinin oluşturulması için bir dizi yeni adım atılıyor. Salgın koşullarının kalıcı olmayacağını varsayıyor olabiliriz, ancak sermayenin kendisi için daha kârlı uygulamalar bulmak, maliyet düşürecek buluşlar yapmak arayışının hep varolacağını unutmamak gerek.
Çağrı merkezlerindeki sömürü mekanizmalarını çözümleyen “İnatçı Köstebek” kitabının yazarı Gamze Yücesan Özdemir, bu yeni durumun sermaye ve işçi sınıfı konumlarından olası yönelimlerini değerlendirdi. Her iki taraf için de avantaj ve dezavantajlara dikkat çeken Özdemir, sermaye cephesi için de yeni durumların ortaya çıktığını ve bu süreçte emek cephesinin taleplerinin kritik olduğunu vurguluyor.

Siz çağrı merkezleri üzerine çalışmıştınız, yeni tabloda neler var gündemde? Sömürü süreçleri ve yeni uygulamalar hangi başlıklar altında toplanabilir?

Salgın koşullarında evde çalışma pratiklerinin arttığına tanık oluyoruz. Bu pratikler yeni değil kuşkusuz. Lakin salgın koşullarında evde çalışma ne sermayenin ne de emek cephesinin daha önce bilmediği yeni bir duruma işaret ediyor: Zaman ve mekanın birlikte örgütlendiği çalışmanın, daha çok kullandığımız biçimiyle “mesai”nin eve taşınması. İşte bu süreç hem sermaye hem de emek cephesi için yeni bir durumdur. 

Evin çalışma mekanı olması son dönemde sıkça tartışılan bir deneyimdi ve bu deneyimin iki boyutuyla karşı karşıyaydık. İlki ev-eksenli çalışma. Daha çok mavi yakalı pratiklere ve parça başı üretim yapmaya işaret ediyordu. Tekstil, oyuncak ve elektronik sektörü için üretim yapılması gibi. İkincisiyse, evden çalışma ya da home office. Bu ise beyaz yakalıların pratiklerini kapsıyordu. Bilgi ve iletişim teknolojileri eliyle beyaz yakalıların hizmet üretimini içeriyordu.

Salgın koşullarıysa daha önce mesai şeklinde örgütlenen çalışmayı parçalayarak evlere dağıtıyor. Diğer bir deyişle, hizmet sektöründe işverenin sağladığı mekanda ve belirlediği saatte örgütlenen çalışmayı evlere taşıyor. 

Bu haliyle yeni bir pratik ve hem sermaye hem emekçiler açısından riskler ve olanaklar barındırıyor. Sermaye için, normal koşullarda alışılmış üretim ilişkilerine ek olarak, artı-değeri arttırma amaçlı kullandıkları bir çalışma pratiği merkezileşmiş ve farklı emekçi kesimlerine yayılmış durumdadır. Sermaye bu durumu hem üretim maliyetlerini düşürmek için hem de mevcut ekonomik koşullarda ihtiyacı olan istihdam daraltmak için kullanıyor. Ancak bu duruma hazırlıksız yakalanmış, bu koşullarda üretimi tam olarak kendi isteği doğrultusunda örgütlemesini sağlayacak araçları henüz hayata geçirememiş durumda. 

Emek cephesinden bakıldığındaysa evde çalışma, hem salgın koşullarında sağlığı koruma hem de çalışma zamanında ve koşullarında bir nebze daha özerk olma olanağı yaratıyor. Ancak aynı zamanda mesai saatlerinin bulanıklaşması, sömürünün derinleşmesi, işyeri içi sosyal ilişkilerin yokluğunda yalnızlaşma gibi sonuçlar da doğuruyor. Bu koşullarda evde çalışma, hem sermaye hem de emek için yeni bir mücadele alanı açmaktadır. 

Patronlar için en önemli şeylerden biri 'denetim'

Çalışanların yemek, evdeki diğer giderler (elektrik, ısınma, çay/kahve vs.) çağrı merkezleri için de internet, telefon vs. gibi "ofis giderleri" konusunda tam bir karmaşa var. En önemli başlıklardan biri "denetim" gibi görünüyor, bunun için farklı farklı uygulamalar deneniyor. Çağrı merkezi çalışanlarının işyerinde belli bir mesafede tutulan "kamera" zorunluluğu eve taşınmak istenince tuhaf durumlar ortaya çıkıyor. 

Mesainin evlere dağıtılması bir yandan sermaye için emek maliyetlerinde azalma sağlıyor: Öğle yemeği, ısıtma, çay-kahve molaları, elektrik, güvenlik, servis… Tüm bunların maliyetinden kurtulmuş gözüküyor. Diğer yandan ise sermaye salgın koşullarında artı-değeri korumak ve artırmak için arayış içindedir. Telaş içindedir. 

Öncelikle, sermaye cephesinin mutlak artı-değeri sürdürme endişesi taşıdığını söyleyebiliriz. Mesai altında çalıştırdığı hizmet sektörü çalışanlarını evlere yönlendiriyor. Bu koşullarda mutlak artı-değeri yani ücret karşılığı belli bir saat çalışmayı korumalıdır. Can havliyle, çalışanları çok uzun saatler çalıştırma eğilimindedir. Fazla mesainin de bu koşullarda oldukça berraklaştığı bir gerçek. 

Bir diğer nokta, sermayenin göreli artı-değeri üretme endişesidir. Diğer bir deyişle, emeğin verimliği ve üretkenliği sağlanmalıdır. Bunun en kritik yoluysa denetimdir. Evde mesai koşullarında çalışanlar denetlenmelidir. Şimdilik sermayenin en önemli krizinin burada olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Daha önce bazı beyaz yakalıları ve bazı işleri denetleme deneyimleri vardı: Proje bazlı çalışma ya da belli miktarda çıktının belli sürede bitirilmesi gibi. Ama belirttiğimiz gibi evde mesai koşullarının denetlenmesi soru işaretleri içeriyor. 

Sermaye için denetim işlevini üstlenen ara elemanlar yoktur. Kurum kültürünün rıza üreten ideolojik düzenlemeleri de yoktur. Denetimi zayıflatan süreçlerdir bunlar. Uzak mesafede çalışanı denetleyebilmenin belki de tek yolu teknolojik imkanlardır. Sermaye, teknolojik denetiminin yeni biçimlerine ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda, son dönem işverenlerin çalışanların çalıştıkları sürece kamerayı açmasını ya da belli saatlerde çalışırken fotoğrafını paylaşmasını istediklerine tanık oluyoruz. Diğer taraftan, rıza üreten kurumsal mekanizmaların yokluğunda, tehdit ve korkutmaya dayalı teknikler aracılığıyla rızanın negatif bir yönden üretilmeye çalışıldığını da görebiliriz: verimliliğin düştüğü görülürse evde çalışmanın iptal edileceğine dair uyarılar gibi.

Çalışanların büyük bölümü başlangıçta "evde çalışma"yı cazip bir seçenek olarak görüp sömürünün eve girmiş olan bu halini memnuniyetle karşıladı. (Salgın koşulları ve sağlık gibi bir kaygı haklı olarak önemli ama birçok işçi için bu bir çeşit lüks olarak görüldü ironik bir biçimde) Kısa bir deneyimin sonunda mesai saatlerinin çığırından çıkması vs. gibi pratiklerle artık tablonun öyle olmadığı belirginleşiyor. Burada sınır nerede çizilmeli, sınırı kim çizecek? 

Hizmet sektörünün evlere yönlendirilen emekçileri oldukça zorlu bir süreçten geçiyorlar. Ev hayatı ve iş tümüyle iç içe girmiştir. Çalışma saatleri oldukça uzundur. Salgın koşullarında özellikle kadınlar için yeniden üretim faaliyetleri oldukça yıpratıcıdır. Evin temizliği, yemek ve çocuk bakımı. Tüm bunların yanı sıra salgının verdiği psikolojik tedirginlik bir yandan, yalnızlık ve izole edilmişlik diğer yandan…

'İşveren de bocalıyor, bu günlerde emeğin sözü ve talepleri önemli'

Bu zor günlerde, sermayenin ve işverenlerin her şeyi kontrol edebilecek güçte olduğunu düşünmek yerine onların da bocalama içinde olduğunu görmek gerekir. İşverenler de yeni bir durumla karşı karşıyalar. Dolayısıyla, bu günlerde emeğin sözü ve talepleri oldukça önemlidir. Emeğin temsilcilerinin ve emekten yana örgütlerin çalışma ilişkilerine dair bu yeni gelişmeleri sermaye temsilcilerinden daha önce ve daha hızlı takip etmesi önümüzde acil bir görev olarak durmaktadır. 

Evde çalışmak zorunda kalan emekçilerin salgın günlerinde farklı deneyimler biriktirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. İlk olarak, hayatla boğuşurken, sermayenin bitmeyen talepleri ve acımasız yüzü tümüyle maskesizdir. 

İkinci olarak, evde çalışanların sermayenin tüm denetim mekanizmalarının zayıfladığı bir sürecin içinde olduklarını vurgulamalıyız. Baskı yönü ağır basan denetim aygıtları zayıflamıştır. Çalışanların yöneticiler tarafından doğrudan denetlendiği doğrudan denetim ya da kurallarla denetlendiği bürokratik denetim süreçlerinin işleyişi sekteye uğramıştır. Rıza üretim yönü ağır basan ideolojik denetimin de zayıfladığını belirtebiliriz. Kurum kültürünün, çalışanlar-yöneticiler arası birlikteliklerin, “biz bir aileyiz” söylemlerinin üretilemediği süreçlerden geçiyoruz. Emekçilerin kendi gerçekliklerini daha net deneyimleyebilecekleri bir dönemdeyiz. Özellikle kadınlar için mesai zamanıyla ev içi emeğe ayrılan zamanın üst üste binmesi ve olağanüstü koşullara rağmen işin giderek yoğunlaşması, “esnek” ve “özerk” tabir edilen çalışma koşullarında bile sömürünün devam ettiğini daha da görünür kılacaktır.

Üçüncü olarak, evde çalışanların belli olanaklara sahip olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim düzeyleri yüksek, haberleşme kanallarını iyi kullanan, bilgisayar ve bilişim ağını tanıyan emekçilerden bahsediyoruz. Hem ağı tanımaları hem haberleşme kanallarını kullanabilmeleri önemlidir. Dolayısıyla, toplumsal ilişki ve siyasal örgütlenme için kritik vasıf ve araçlara sahip olduklarını söylemek mümkün. Teknoloji, sosyal medya ve haberleşme ağları emekçilerin yaşadıkları sıkıntıları birbirlerine aktarabilecekleri yeni ağlar ve platformlar yaratmasına imkan veriyor. 

'Kapitalist çalışmanın yüzü artık maskesiz'

Bugün hizmet sektörünün evde çalışanlarının biriktirecekleri deneyimler, paylaşımlar, kenar notları, salgın sonrası günler için de çok kıymetli olacaktır. Kapitalist çalışmanın acımasız yüzü maskesizdir. Bugün sınıf siyasetinin stratejisi açıktır: Sömürüsüz, eşit, aydınlanmacı, laik ve halkçı-kamucu bir toplum… Salgın günlerinde bu talebin tüm toplum için ne kadar yaşamsal olduğu dünya çapında bir kez daha ortaya çıkmıştır.