Sen aksi, lanet ama güzel ruhlu, inatçı bir komünisttin Parkan!

Tiyatrocu Cansu Fırıncı geçen sene bugün girdiği şeker komasından dolayı yaşamını yitiren tiyatro oyuncusu, yayıncı ve çevirmen Parkan Özturan'ın ardından yazdı.

Cansu Fırıncı

Parkan. Zor bir yazı bu benim için, senin ardından. Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemedim. Şimdi canlı kanlı karşımdasın her halinle. Biri iki bacağının üzerinde bir küfür savurarak “yazma yazıp da n’olcak. Başım göğe mi erecek” diyor. Diğer Parkan bir koltuğunun altında değnek, diğer bacağını Numune’de bırakmış “Bana ne lan nasıl yazarsan yaz, Can Yücel’in şiirini hatırladın mı? Seke seke ben geldim…” diyor, dizenin kalanını duymasın diye okuyanlar abartılı bir kahkahaya boğuyorum ortalığı. Sen yine bildiğince okuyorsun. Sonuncu Parkan akülü tekerlekli sandalyesinde, “kim gitçek şimdi tuvalete, bu hıyarların mekânlarının çoğunda engelli tuvaleti mi var oğlum,” diye çıkarmadığın sonda arkanda asılı, “bana ne lan, nasıl yazarsan yaz, bana bir faydası mı var sanki” diyor.

Gözümde giderek eksilen, küçülen ama değerini hiç yitirmeyen biriydin. Öylesin. Zordun, aksiydin, lanetin tekiydin ama bunların hepsi inandığın doğrularını inatla savunduğun için böyleydi.

Ben seni önce Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular’ının oyuncusu olarak tanıdım, sevdim. Senden o ağzı açık ayran budalası gibi dinlediğim anılar hâlâ belleğimde. Şimdi bu yazıyı yazarken anımsayıp kıkırdıyorum.

Ferhan Ağabey durmadan seninle uğraşıyor provalarda misal, senin çekerin kalmamış, şekerin de fırlamış yine belli ki, parlıyorsun ustaya prova arasında ekibin ortasında: “Yeter Usta benimle uğraşma, sonunca kuracağım bir Öz Ortaoyuncular sen de kurtulacaksın ben de!”

Öz Ortaoyuncuları kuramadın belki ama iki bacağını kaybetmişken hem de Selçuk Uluergüven’le Bahariye Sanat Merkezi’ni kurdunuz. Gülhane Parkı ile Recebim Recebim’i oynadınız. Seni tekerlekli sandalye ile sahnede izlemek, hareket konsoluyla sahnede replik atarken görmek ilginçti gerçekten. Ne yalan söyleyeyim Selçuk Ağabey evladını üzerine dekor devrilip kaybettikten sonra, her insanın yaşayacağı gibi bir kahırla giderek paslanmıştı. Oyunculuk melekeleri körelmişti. Sen de iki bacağını yitirmiş uzun zaman sahnelerden ayrı kalmış, oldukça ama oldukça hamlamıştın. Küfretme şimdi. Önemli olan da beklenen de mükemmel sahne performanslarınız değildi zaten. Orada o anda herşeye rağmen sahnede olma inadınızdı. Herşeye rağmen politik taşlama oyunları seçmenizdeki kararlılığınızdı. Benim, bizim, o anda orada sizi izleyen seyircinin gözlerini dolduran işte buydu. 

Sonra önce Selçuk Ağabey gitti. Sonra…

Ne Münir Özkul’a ne Erol Günaydın’a dair anılarını unuttum, hepsi dün gibi aklımda. Ne de turnede seni Ferhan Şensoy sananları bozuntuya vermeyip tüm gün oymuş gibi gezmeni. “Benim ne kabahatim var göz doktoruna gitsinler anasını satayım” demiştin. 

Baykal Kent provalara sarhoş olup gelmediğinden, Ferhan Ağabey “bu provaya da gelmezsen kovulursun Baykal” dediğinden, atılmamak için sabaha karşı sahnede sızdığında o dev gibi cüsseyi kaldırabilmek için didinenlerin içindeydin, biliyorum. Ve evet, tanıdığın en güzel delilerdendi Baykal Kent.

Kadıköy’deki evindesin şimdi. Üç gün olmuş ortalarda yoksun. Oysa, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesinde ağacın altındaki masada yanımızda olman lazım ama yoksun. Defalarca arıyoruz ama açmıyorsun. Korkuyoruz, malûm şekerin fırlıyor, handiyse komaya giriyorsun o zamanlarında, apartman sakinlerinin şaşkın bakışları arasında kapını kırıyoruz saatlerce uğraşıp. Sonunda uyanıyorsun, ertesi gün bahçede ağacın altında, “kapının kilidini niye kırdınız lan, yürüyün gidin bir kapı kilidi alın bana” diyorsun. Ve fakat hiçbirimizde para yok. Zaten sen de bunu biliyorsun. Her zamanki muzipliğin işte.

Bir zaman sonra boşanıyorsun. Kalacak yerin yok, ben 5 kişi aynı evde kaldığımız 3 odalı eve getiriyorum seni. O meşhur öksürük krizlerinle ev arkadaşımız oluyorsun. Bir gün hiç öksürüğünü duymuyoruz. Bir korku kaplıyor içimizi. Kapını usulca açıyoruz. Sana sesleniyoruz, ses yok. Dürtüyoruz, ses yok, sallıyoruz ses yok. Öldün galiba. Tam yere çöküyorum, gözlerim doluyor, bir öksürük sesi. Ölmemişsin. Basıyoruz kahkahayı. “Uyuyan adam uyandırıl mı lan hıyar”. Gariptir ama öksürüğünü duymak içime garip bir huzur veriyor.

İkinci bacağını kaybediyorsun Almanya’da. Dönünce esprim hazır: “Üzülme Parkan senin artık bir ayağın Avrupa’da.” O ince mizah duygunla karnını zıplata zıplata gülüyorsun. O sıkı sıkıya sarıldığın partin, Türkiye Komünist Partisi, sen dönmeden evini tutmuş, bahçe katı, evi engelli birine uygun hale getirmiş, düzenli beslenmen lazım, yemeklerin Kültür Merkezi’nden geliyor. Can dostlarından biri akülü tekerlekli sandalyeni getirdi, malûlen emekli ettirdi seni. Nihayet ahir ömrümde sabit bir maaşın, başını sokacak güvenli bir evin var. Yoldaşlık, dostluk sarıp sarmalıyor seni. Sen de yoldaşlarını dostlarını. Aynı evde 2 sene yaşıyoruz birlikte. Sonra ben kendi hayatımı kurmak için kendi yolculuğuma çıkıyorum. Biraz kırgınsın bana ben de sana kızgınım. Zor insansın, ben de kolay sayılmam. 

Ama hep haberleşiyoruz. Soruyoruz birbirimizi. Bana ‘oğlum’ deyişin hep kulaklarımda.

Ferhat Şensoy arıyor bir gün seni soruyor, “Bacaksız Tiyatroyu kurmaya karar verdi” diyorum. Seviniyor. Kuramadın. Sağlığın el vermedi ama çabalamandı kıymetli olan.

Bir gün “Parkan öldü” dediler sonra. Ölmemiştir, dedim, öksürüğü kesilmiştir. Tabutunu uzun uzun dinledim. Öksürmedin.

Bir gün rakıya oturmuştuk yine seninle. Kafalar küllüm. Sen önümde akülü sandalyenle çapraz çeke çeke gidiyorsun. Bir taksi durdu yanımızda. “Türk Tiyatrosu’nun haline bak” dedi gazladı. Ne küfretmeye ne de yakasını silkelemeye vakit bulamadan patinaj ata ata gitti. Taksici dingilini yakalayabilseydim şöyle bağıracaktım avazım çıktığınca: “Bu yıllarını tiyatroya vermiş tiyatroculara reva görülen memleketin hali.”

Sen aksi, lanet, mizah duygusu keskin, katlanılması zor ama çok güzel bir ruhtun. İnatçı bir komünisttin. Senden çok şeye küfür, lanet duydum ama bir kez sosyalizme dair inancının sarsıldığına şahit olmadım.

Söylemeden bitirmeyeyim, cenazende oğlunu gördüm. Ferhan’ı. Sana çok benziyor.