'Sahnede sömürü var' ama biz de öğreniyoruz, çoğalıyoruz, cesaretleniyoruz

Devlet Tiyatroları'nda Ocak ayında yaşanan işçi kıyımı sırasında işsiz kalan ve mücadelesinde Patronların Ensesindeyiz Kültür Sanat Emekçileri Dayanışma Ağı ile yol alan Serhat Yıldız ve Avukatı Ayten Topçuoğlu konuştu.

Patronların Ensesindeyiz

Devlet Tiyatroları'nda Ocak ayında yaşanan işçi kıyımı sırasında işsiz kalan ve mücadelesinde Patronların Ensesindeyiz Kültür Sanat Emekçileri Dayanışma Ağı'yla yol alan Serhat Yıldız ve Avukatı Ayten Topçuoğlu yaşadıkları süreci, alandaki hak gasplarını, dayanışmayı ve mücadeleyi soL'a anlattı.

Serhat Bey tanıyabilir miyiz sizi ve DT'deki hikâyenizi? 

Ben 2013'te İstanbul Üsküdar TEKEL Sahnesi'nde başladım DT'ye. O dönem temizlik işlerine bakan taşeron firmada başlamıştım. Binadaki, tüm teknik işlere ben bakıyordum. 2015'te maaşım çok düşük olduğu için ayrılmaya karar verdim. O zaman dediler ki, gel seni SSP'ye alalım. Süreli Sözleşmeli Personel oldum ben de. İşimi iyi yapıyordum tutmak istediler. İşimizi seviyorduk. Öyle zamanlar oldu ki, cebimizden verdik. Su patladı, satın almaya bildireceksin, onay gelecek, sen de gidip malzemeni alacaksın... Su üç gün akar mı öyle, gittik malzeme aldık yaptık cebimizden. 2016'da ışık operatörü eksikti, ışık birimine geçirdiler. Turnelere çıkmaya da başladım. Sonra tekrar TEKEL'e çağırdılar. Ama artık bir yerden sonra gişeye de bakar oldum, tekniği de yapıyorum, ışığa da çıkıyorum...

Bütün bu süreçte bir mücadele geçmişiniz de var galiba, değil mi DT'de?

Evet çünkü güvencesizdik. Eksik sigortalanıyorduk, devlet kurumu olmasına rağmen. Yaz geldi mi, ücretsiz izin yaptırılıyordu. Tüm yıl sigortalı olmadığımız için de ne kıdem hakkımız, ne işsizlik maaşı, hiçbir hakkımız olmuyordu. Sendikaya gittik, örgütlenelim, mücadele edelim diye. Mahkeme dedi ki "Memur değilsiniz, işçisiniz.", işçi sendikasına gittik. Ama sonraki mahkeme de "İşçi değilsiniz, memursunuz." dedi. Bu defa kamu sendikasına yollandık. En son üst mahkeme "İkisi de değilsiniz, siz nesiniz?" dedi... Fiilen mücadele hakkımızı engellemiş oldular yani, tanımsız bırakarak. Sonra "Başkanlık sistemine entegrasyon için SSP'li herkesi kadroya alacağız." dediler bir gün. Sevindik biz de, yıllar sonra kadrolu olacağız diye. Yeni yılın ikinci günü çağırdılar, 11 kişiydik, bayağı kadro alacağız diye sevinirken, çıkartıldık. Çok çalışkan insanlar benim arkadaşlarım, hepimiz işimizi iyi biliriz. Benden daha eskiler de var. Ben bayağı inanamadım. Elimize bir kağıt tutuşturdular, "8. ek maddeye göre sözleşmenizi yenilemiyoruz." Öylece kaldık ortada. İşte o gün dalga dalga duyuldu zaten, tüm bölgelerde, DT'de, DOB'da yüzlerce insan çıkartılmış, sudan bahanelerle. Kiminin bu işe başlamadan önce olan icra dosyaları bahane edildi, kiminin hiçbir şeyi yok, canları öyle istemiş. Bir toplu kıyım işte. Ben de ilk defa yaşıyorum. Birbirimize bakakaldık öyle. 
Sonra sakinleyince sendikalarla görüştük, arkadaşlarımızla görüştük. Bu sözleşme meseleleri daha önce de sorundu zaten, mücadele etmenin yolunu bulmak için görüşüyorduk Patronların Ensesindeyiz Ağı'yla. Yılbaşında kadro gelecek denince, Ocak'ı bekleyip bir görelim, demiştik. Sonuçta yeni gelecek sözleşmedeki haklarımızı korumaya çalışırken işimizden olduk. 
Sonra dedik ki, "Herkes açsın davalarını ama yetmez, mücadele etmemiz lazım, ne yapacağımızı tartışıp bulalım". Ben çok umutluydum başta. Hâlâ umutluyum ama o zaman, kesin çok kısa sürede çok net sonuçlar alacağız, diyordum. Bir de yeni çocuğum olmuştu daha, 20 günlüktü. Yok diyordum, "Kesin bir yanlışlık var, düşman yapmaz bunu." diyordum... 
Dava sonuçları gelmeye başladı en son. Bizim hakim de "İşten atma gerekçesi sorulsun kuruma" demişti. Karşı tarafın cevabını bekledik. Karşı taraf gerekçe sunmadı. Kurum istediği şeyi vermediği halde yürütmeyi durdurma talebimizi reddetti mahkeme. Hem soruyor, hem cevap gelmediği halde karar veriyor. O zaman değişti işte düşüncem. Şimdi bir üst mahkemeye başvurduk. Devam ediyoruz. Ama mahkemeye gidip gelmek yetmez, onu biliyorum. 

Görünen o ki, DT uzun yıllardır hak gasplarının normalleştiği bir kurum. Dışarıdan, insanlar devlet kurumunda çalışıyor, "keyifleri tıkırında" diye düşünülüyor belki ama içerideki her şey bir mücadele konusu... 

Bu enteresan bir mevzu. Çoğunluk alışmış olanlara. Bir DT klasiği, kadro vaadiyle insanları onlarca yıl oyalayabiliyorlar, müthiş bir yol bulmuşlar. 15 yıldır kadro bekleyenler var. Yani bir kadro geliyor bize doğru hep, bütün mücadeleleri, kıpırdanmaları, şikayetleri bununla susturuyorlar. İnsanlar bunun hayalini kurarken arka planda sömürülmedik hiçbir şeyi kalmamış emekçilerin. Daha fenası bölünmeler. Teknik ekiple oyuncular mesafeliydi mesela hep. Bir sürü ayrı gayrılık... Geldiğimiz noktada bir baktık, sorunlar ortak. Aynı dertlerimiz, fark etmiyor, kapının önündeyiz hepimiz. İçeridekiler de hemen arkasında aynı kapının, her an aynı şey gelebilir başlarına. Kadrolusu, sözleşmelisi, genci, yaşlısı, tekniği, oyuncusu, ödeneklisi, ödeneksizi... Kalkıyor bu farklar, bunu değiştirecek yeni nesiller geliyor artık. Umutlanıyorum ben. 

Mücadeleyi eksik bırakmayacağız

Biraz önce "ilk başta çok umutluydum"demiştiniz ya, baştaki ve şu anki umudunuz farklı mı birbirinden? Değişti mi yani? 

Başta diyordum ki "Yok artık daha neler! Zaten kazanırız." Şimdi böyle olmadığını biliyorum. Bir arkadaşımız kazandı davayı. İade aldı, gitti bir aylık sözleşme yaptılar ve tekrar işten çıkardılar. Eeee? Çünkü yeni sözleşme buna olanak tanıyor. Biz hiçbir hakkımızı mücadele etmeden alamayacağız belli ki. Hangi biçimde gerekiyorsa öyle mücadele edeceğiz. Şimdi bunun umudu var içimde. Yani baktım, tükenmiyor yollar. Öğreniyoruz, çoğalıyoruz, cesaretleniyoruz da. 
Bir fabrikada olsak mesela, belki daha kolay olurdu biliyorum. Bizde hep parçalı, gelirler parçalı, arkadaşlıklar parçalı, kestiremiyorsun mücadelede nasıl var olacak, olacak mı olmayacak mı... Sorsan, araba değil, eğlence üretiyorsun nihayetinde. Ama öyle kalmıyor işte öğrendiğimiz için. Bu süreçte neyi gördüm biliyor musunuz, mücadele iyi geliyor, güçlü hissettiriyor. O kaybetmiş, şaşkın halden çıkartıyor insanı. 

Diğer illerdeki arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz? Oralarda durum nedir?

Elbette görüşüyoruz. Bu süreçte bir ayrı gayrılık da bu açıdan kalktı ortadan. Kurum tarafından bölgeler arasında ortaya çıkartılan eşitsizlikleri kastediyorum. Durum bölge mahkemelerine göre değişiyor biraz. Yürütmeyi durdurmalar geliyor, olmadı bölge mahkemesinde çözülüyor. İstanbul'dan biraz daha hızlı ilerliyor sanırım ama diğer yandan DT zaten her yerde yine iş karıştırıyor bir sürü. İnsanlara sahte teklifler yapıyor, sözleşme imzalayacağım davanı çek diye, sonra ses seda yok... Başka şeyler de oluyor, çok hızlı duyuyoruz her şeyi. İnsanlar hakkında yalanlar söyleniyor. Zaten başta dediler ki teröristleri, hırsızları attık. Katiller, uyuşturucu müptelaları... Sanırsın kurumda zombiler çalışıyordu. 25-30 yıl çalıştırmışsın, şimdi mi zombi olduk? Öyle çirkin şeyler yaşattılar ki, insanları didik didik edip suçladılar. Kimimiz karakola falan gidip suçunun ne olduğunu öğrenmeye çalıştı, kimi temiz kağıdı almaya, kimi hiç bulamadı sebebi... Bizi kendimizi aklamaya çalışmak zorunda bıraktılar. Birbirimize güvenimizi sarsmaya çalıştılar. Ama biz biliyoruz, biz çalışkanız, iyi insanız, dürüstüz. Yemiyoruz biz bunu. 

'Gerekirse o perdeyi açtırmayız' diyebilmeliyiz 

Atılan ve kurumda çalışmaya devam eden arkadaşlarınıza öneriniz nedir? Sadece işten çıkarılmalar mı mücadele konusu? 

İçerideyken de var hak gaspı, atılırken de, işe iade edilince de olacak. Avukat hanım daha iyi anlatır ama, bu sözleşme kısmi bir mali iyileştirme haricinde bir kabus. Hiçbir şeye hakkımız yok zaten. Geçmiş yıllarımızın karşılığı toz oldu. Hadi ben yedi yıllık çalışanım. 25 yıl, 15 yıl çalışan var. Her şey örtbas ediliyor DT'de. Güvenlik riskleri çok yüksek bir iş yapıyoruz. Sahne böyledir her zaman. Dekorcu, oyuncu, ışıkçı işi yetiştirmek için aynı anda koşturur. Kaza herkes için risktir. Meslek hastalıklarımız var sonra. Dekorcu arkadaşlarımın hepsi bel fıtığı, oyuncunun sesi gidiyor ha bire, yaralanıyor, terzilerde omurga kalmaz, boyahanedekilerin ciğerleri kötü durumda... Çalışma süremiz belirsiz. Turneler, mesailer, çalışma saatleri, izinsizlik, keyfilik... Korona yükselecek, provalar dip dibe, temsilde 300 kişilik salonda yapılıyor işimiz. Sözleşme süreleri kısa tutuluyor zaten. Ya hasta olacağız, ya işsiz kalacağız...
Yani, "avukatım ve ben" diye başladı herkesin mücadelesi ama şu an durum o değil bizim için. Sonra başka bir birlikte durma hali oluşuyor. Hukuku aşan, tamamlayan, geleceği düşünen mücadele biçimlerine geçmek gerekiyor. "Gerekirse o perdeyi açtırmayız" diyebilmeliyiz. 

Seyircileriniz peki? Onlara bir şey demek ister misiniz?

Biz "sahnede sömürü var" dedik zaten, bir de diyoruz ki, buna seyirci kalmasın kimse ki, konumuz gerçekten tiyatro olabilsin, keyifle izleyebilecekleri sahneleri olsun bu ülkenin. Korona sürecini herkes yaşadı gördü. Öncesinde de, kötüye gidiyor emekçilerin hali her iş kolunda. İntiharlar arttı, yaşı küçük çocuklar gelecek göremiyorlar kendilerine, canı dişinde herkesin. "Seyirci kalma" diyoruz o yüzden. Bu kurum üretecek ama ne üretecek, niye üretecek, kimin için üretecek? Bir eşik geçildi bence mücadele etmek için. 

Ne yapmalı insanlar, bu alanın emekçileri, mücadele etmek için? 

PE'yi arasınlar. Biz buradayız. Kültür Sanat Emekçileri Dayanışma Ağı kuruldu. Yol alıyoruz. Ayrı gayrı yok artık. Ödeneklisi, özeli, kadrosu, sözleşmesi, genci, yaşlısı, tekniği, oyuncusu... Birlikte mücadele edeceğiz. Derdimiz ortak, bir de emeğimiz. Birbirimizi biliriz. 
 

Av. Ayten Topçuoğlu: 'Durun biz hallediyoruz, sesinizi çıkartmayın' dememeli kimse emekçilere

Ayten Hanım, süreçte Patronların Ensesindeyiz Ağı'nda DT davalarına bakan avukatlardan birisiniz. Sizden bir genel değerlendirme alalım mı hem gelinen noktaya, hem de sürecin bütününe dair? 

Biz mücadeleye başladığımızda, biraz önce Serhat'ın anlattığı pek çok sorun yığılmıştı zaten, çok büyük hak gaspları... Statü tanımsızlığı, geçmişten birikmiş hakların gaspı, sözleşme felaketi, sonuç olarak örgütsüzlük, ilişkisizlik... Balta girmemiş orman gibi. Daha önce yürütülmüş mücadeleler var ama devrolmamış, erimiş hepsi. Bir gelenek yok kurumun içinde. Zaten bile bile parçalayarak yönetmişler insanları, mücadele geleneği oluşmasın diye... İşten çıkarmalardan önce, ben sözleşmeyi ilk elime aldığımda çok şaşırmıştım. Sonuçta bu bir sözleşme. Yani, en nihayetinde işveren de olsan, sözleşme sınır belirler. Bu meslek hayatımda gördüğüm en kötü, en sınırsız, hakkaniyetsiz sözleşmelerden biriydi. Dalga geçer gibi... Yani dünya kadar hak sayılabilir insanlık için, bağlayıcı uluslararası ve ulusal yasa da... Ama en başta, kölelik yasak işte. Devlet Tiyatrosu'nda yapılan sözleşmelerde kurumun hiçbir sınırı yok. Neredeyse köle alıyor işe. Bir sabah bir kanaldaki sabah programında bakan çıktı karşıma, diyor ki "O iş haftaya çözülecek, hallediyoruz arkadaşlarla". Dedim eyvah, şu ana dek "hallediyoruz" dedikleri şeyleri düşününce... Nitekim, sözleşme geldi, imzalananlar oldu bir de kapıya konanlar. Ama hepsinin durumu birbirinden fena artık. Her sözleşme döneminde topun ağzındalar. Gerekçeye bile gerek yok. Dilekçelere cevap verirken bile "Gerekçe sunmuyorum, sana mı soracağım?"a varan cevaplar veriyor resmi yoldan. Evet, bana soracaksın! Hakkını gasp ettiğin benim, emeğini sömürdüğün benim. Elbette bize soracaksın. 

Kurumda keyfilik bir yanda, diğer yanda hukuken belirsizliklerle yürüyen bir hal ve galiba pek kimsenin haberi yok süreçten değil mi?

Evet, meseleyi hukuki alana hapsetmek çok sık içine düşülen bir hata. Sessiz sedasız olup bitiyor her şey. Bir yaptırım oluşmuyor. Halbuki, bu kepazeliği duyurmak, patronu itibarsızlaştırmak lâzım. Devlet de olsa, patron sonuçta. Bizim PE ile hep anlatmaya çalıştığımız, emekçileri davet ettiğimiz şey bu. Hukuki mücadele yetmez. Hak almak için güçlenmek ve sesini duyurmak gerekiyor. Örgütlenmek, dayanışma içinde olmak, habersiz kuş uçurtmamak ve gerektiğinde hep beraber karşı koymak lâzım. Şimdi bir de salgın sürecini her şeyin bahanesi haline getirdiler ya, eskiden sömürü için, baskı kurmak için yaptığı şeyleri şu an salgın önlemi diye yutturmaya çalışıyor. Tüm bunlarla yüzleşmenin de, mücadelede yol almanın da tam sırası. Avukat da gücünü sadece hukuktan almıyor. Bir avukat olarak neyi garanti edeceğim ki "Sen dur ben hallediyorum" diyeyim. Davayı kazanırsın alacağını tahsil edemeyebilirsin, kazanırsın kararı uygulatamazsın... O yüzden "Durun biz hallediyoruz, sesinizi çıkartmayın" dememeli kimse emekçilere. Bu hakkını savunamayan insanlar ortaya çıkartır. Her alanda böyle, bu alanda da böyle. Elbette rastgelelikten bahsetmiyorum. Ama bir araya gelince, birlikte düşününce ne kadar güçlü olduğunu fark etti bu süreçte alanın emekçileri. Ben de Serhat gibi herkesi mücadeleye çağırarak bitireyim. Elbette hukukta hak mücadelesi devam edecek. Her birimiz DT'nin tarihinden, yıllardır süren hak gasplarına, mevzuata, bugüne dek verilmiş mücadelelere dek, gece gündüz çalışmış hukuk insanlarıyız. Güçlü işler yapacağız. Ama örgütlenmek gerekiyor, güçlenmek gerekiyor. Her alanda olduğu gibi bu alanda da emekçilerin dilekçe vermekle yetinmeyip sözünü dinletmesi gerekiyor.