Rönesans’a karşı mücadele: Bir iş cinayetinin öyküsü...

Üç çocuğu, dünyaya gelmesine sayılı günler kalan torunu ve eşiyle geçireceği 'güzel günler' vardı önünde. Bir iş cinayeti sonucu öldüğünde yarım kaldı onun hikayesi ve ailesinin mücadelesi başladı.

Ali Ufuk Arikan

AKP iktidarında yaptığı ‘şehir hastaneleri’ ile büyük kazançlar sağlayan, Erdoğan’ın bin odalı Sarayı’nı yapan Rönesans Holding’in Rusya’daki “dev” şantiyesinde yaşamını yitirdi Ayhan Attar. 

Henüz 50 yaşındaydı. Yıllarca ailesine bakmak için yurt dışındaki şantiyelerde, oldukça zor koşullarda verdi ekmek kavgasını. Bu nedenle ailesiyle yeteri kadar zaman da geçiremedi. Hepsi geçecek, sonunda bu günlerin acısını hep birlikte çıkaracaklardı.

Ta ki 20 Temmuz’da yaşanan iş cinayetine kadar… 

O günden sonra oğlu Onur’un ve ailesinin onun için verdiği mücadele başlayacaktı…

5,4 milyar dolar ciro ve 75 bin 118 hayat…

Resmi sitelerine girip baktığınızda 28 ülkede 75 bin 118 çalışanları olduğu bilgisini görüyorsunuz. Onlara 5,4 milyar dolarlık ciroyu yaratan emekçileri…

Ayhan Attar da onlardan biriydi, onun 20 Temmuz 2020’deki ölümünden sonra “liste” bir kişi azalacaktı.

Ayhan Attar, hayatının büyük bölümünü yurt dışındaki şantiyelerde çalışarak geçirmişti.

2012 yılından, yaşamını yitirdiği 2020 Temmuz ayına kadar Rönesans Holding’de çalıştı.

“Mekanik formen”di, önce Türkmenistan’daki Rönesans şantiyesinde 3 yıl çalışmış, ardından da Rusya’ya giderek şirketin buradaki iki ayrı şantiyesinde görev yapmıştı.

Peki, ülkesinden uzakta, nasıl bir yerde, hangi koşullarda çalışıyordu?

Patronların Ensesindeyiz Dayanışma Ağı’na gelen iki ihbardan kısaca söz etmek, tabloyu anlamayı kolaylaştırıyor.

İlki 7 Temmuz 2020’ye ait, yani Ayhan Attar’ın ölümünden 13 gün öncesine:

“Rusya Amur bölgesinde Yamata Yatırım ve Rönesans Holding’in yapımını üstlendiği doğal gaz işletme şantiyesinde alacaklarını alamayan işçiler greve çıktı ve şantiye ofislerini bastı.”

Aynı haberde duruma ışık tutacak dikkat çekici notlar vardı. Şantiyede hijyen şartları çok kötüydü, karantina şartları sağlanmıyordu ve sadece bir ay önce 1500 işçide Covid-19 görülmüştü. İşçiler bu duruma isyan etmiş, iş bırakmıştı. 

Habere göre maaşını alamayan Türk işçiler grevdeydi.

Bu haberden sadece bir hafta sonra bu kez yerli işçiler ödenmeyen maaşlar ve kötü çalışma koşulları nedeniyle iş bırakacaktı. Ve tabii alınmayan salgın önlemleri nedeniyle.

14 Temmuz’daki bu haberden sadece 6 gün sonra Ayhan Attar yaşamını yitirecekti.

Peki, Ayhan Attar’ın ölüm nedeni neydi?

Ayhan Attar'ın şantiyeden bir karesi

Bir ölüm ve başlayan mücadele

20 Temmuz’da aldığı telefonda hayatının şokunu yaşadığını söylüyor Onur…

Telefonun ucunda babasının şantiyesindeki sorumlu şeflerden Ahmet vardı, “Babanı kaybettik, kalp krizi geçirdi” diyordu.

İki gün sonra bu kez şirket temsilcilerinden Erhan İnce arıyor ve babasına yapılan otopsinin sonucunu iletiyordu: Çift taraflı zatürre.

İkinci konuşma arasındaki tutarsızlık Onur’un kafasındaki soru işaretlerini artırdı.

Sürekli Covid-19 vakası görülen şantiyede, babası alınmayan önlemler nedeniyle yaşamını yitirmiş olma ihtimali Onur'u harekete geçirdi. 

Araştırmaya başladı ve soru üstüne soru  sordu. Şantiye şeflerine, şirket temsilcilerine ve hatta revirdeki doktora sorular iletti. Hiçbirinden tatmin edici yanıt alamadı.

Aklındaki sorulara her an yenileri eklenirken, babasının cenazesinin ülkeye getiriliş süreci de tam anlamıyla bir eziyet halini aldı. Önce iki gün dediler, sonra bir gün daha gecikeceğini ilettiler, sonra bir, iki gün daha…

Cenaze 10 gün sonra gelebildi Türkiye’ye.

Bu süreçte aklındaki sorulara yanıt almak isteyen -hukuk fakültesini henüz yeni bitiren ve stajyer avukat olan- Onur, Adana’da savcılığa giderek babasının ölüm nedeninin tespiti için otopsi talep etti.

Talep kabul edildi ancak bu da onun için bir işkenceye dönüştü. Babasının cenazesini almaya gittiği havalimanıda polislerin “Alın gömün, doğal ölüm işte, nereden çıktı otopsi” söylenmesine maruz kaldı.

Geri adım atmadı, savcıyı aradı ve gerekli işlemi yaptırdı. Ancak Adana’da yapılan otopsiden bir sonuç alınamadı. Gerekçesi de daha önce Rusya’da yapılan otopsi oldu. Üzerine İstanbul’da da otopsi yapıldı ancak Rusya’daki otopsi nedeniyle burada da ölüm nedenine ilişkin bir tespit yapılamadı.

Bunun artık “alışılmış” bir hal olduğuna işaret ediyor Onur. Yurt dışında ölen işçiler için otopsi yapıldığını ve gerçek ölüm nedeninin bilinemez kılındığını dile getiriyor:

"Rusya’daki otopsi işlemi iki gün gibi kısa bir sürede şirket tarafından belirlenmiş bir kuruluşta yaptırılmış. Yani şirket, kendi menfaatleri doğrultusunda ölüm nedenini belirletebilecek şekilde hareket etmiş. Bilerek otopsi yapıp yolluyorlar ve ölüm nedenini Türkiye'de hiçbir şekilde tespit ettiremiyoruz. Yani Rusya'da otopsi yapılmasaydı Türkiye'de yapılan otopsi sonucunda gerçek ölüm nedenini öğrenebilecektik ve sonsuza kadar acabamız olmayacaktı.”

Bu sürecin yanı sıra babasından kalan son eşyalara ulaşmak için de bir mücadele verdiğini söylüyor Onur. Bunun için defalarca talepte bulunuyor ancak her seferinde bir bahane sunuluyor.

Aradan ancak 4,5 ay geçtikten sonra geliyor babasının eşyaları, “göndermeyi unuttuk” notuyla… 

20 bin işçiye bir revir, bir doktor, bir hemşire

Babasının çalıştığı ve 20 bin işçinin olduğu şantiyede sadece bir revir olduğuna değiniyor Onur:

“Sağlık şartları oldukça kötü. 20 bin işçi var ama buna karşılık sadece bir revir, bir doktor, bir hemşire ve yanı sıra iki sağlık çalışanı var. Babamın arkadaşları her gün bu revirin önünde kuyruk olduğunu söylüyor. Geceleri ise sadece tek çalışan bulunuyor revirde. Ne şikayeti olursa olsun işçilere tek tip ilaç verilip gönderildikleri de bir başka bilgi notu ”

“Üstelik Rusya’da yapılan bu iş 'çok tehlikeli’ sınıflandırmasında, yasal olarak bulundurulması gereken çalışan sayısının altında kişi çalışıyor revirde.” 

Babasının revirde mi, hastanede mi öldüğü sorusuna da yanıt alamıyor. Revirdeki baş doktora soruyor ve yanıt “kalp krizi” oluyor. Rusya’daki otopsi raporu ise “zatürre” olarak tanımlıyor ölüm sebebini.

Binlerce işçinin koronavirüse yakalandığı, bu nedenle isyan ettiği haberlerine konu olan şantiyedeki ölümün gerçek nedeninin saklandığı şüphesi haliyle Onur’un kafasında daha da fazla yer ediyor bu açıklamalar nedeniyle.

“Covid olanların yatma yerlerini ayırdılar ama yemek yerleri aynıydı. Sabah test yaptırıp işe gönderiyorlar, test sonucu sonra geliyordu. Bu bilgileri edindim” diye ekliyor Onur.

Babasının oda arkadaşı çıkış aldığında, bir hafta önce test yaptırıp negatif çıkmış gibi sonuç verdiklerini aktarıyor. Ancak salgın boyunca işçilere binlerce vaka çıkmasına rağmen sadece iki test yapıyorlar. Babasının iki test sonucu negatif çıkıyor ancak arkadaşları üç test olduklarını söylüyor, üçüncü teste ilişkin bir sonuç aileye iletilmiş değil.

Ve süreç şimdi dava aşamasında:

“Bir davayı geçen hafta açtık, ceza soruşturması Temmuz’dan beri yürüyor, savcı ‘Kovuşturmaya yer yok’ dedi. Sebebi Rusya’da otopsi yapılması, Türkiye’deki otopside ölüm nedeninin tespit edilememesi oldu. Bizim talebimiz resmi belgede sahtecilik üzerineydi oysa. Gerçek ölüm nedeninin otopsi raporuyla değiştirilmesi, ihmal suretiyle insan öldürme suçlamalarında bulunduk. Bu ikinci suçlamanın nedeni anlattığım üzere kampta sağlık sistemindeki zayıflıklar, bulundurulması gerekenden daha az sayıda doktor olması, tek bir revir olmasıydı. İlginç şekilde ‘kovuşturmaya yer yok’ denildi. Ancak mücadelemiz sürecek.”

Bir de maddi başlıklarla ilgili işleyen ayrı bir dava var. Uzlaştırma ve arabulucudan bir sonuç çıkmış değil. Şirket ailenin yasal haklarına ilişkin taleplerine yanıt vermeyince süreç dava aşamasına doğru ilerlemiş durumda.

Bu süreçte şirketin bizi oyalaması sebebiyle Mersin'den Ankara'ya taşınmak zorunda kaldık. Ki babamın mezarı ve tüm yakınlarımız Mersin'de olmasına rağmen böyle hareket etmek zorunda kaldık” diyor Onur ve şunları ekliyor:

“Babam vefat ettikten sonra şirket karşılıksız bir ölüm yardımı yapacağını söyledi ama yapmadı. Şirket; yurt dışında ölen işçilerin ailesine yardım yapıyor zaten. Ancak bana da yardım yapacaklarını hem şirketteki idari işler müdürü, hem şefler hem de şirketin avukatı taahhüt etmesine rağmen bu ödemeyi yapmadılar.

Ayrıca işçilere şantiye bittiği zaman alacaklarını alabilmesi için ibraname imzalatıyorlar. Bu ibranameler gerçeği yansıtmıyor. İşçiler, alacağını alabilmek için imzalamak durumunda kalıyor.

Kıdem tazminatı gibi işçinin en temel alacaklarından olan bir ödemenin dahi şirket tarafından yerine getirilmediğini de eklemek istiyorum.”

Bunlara ek olarak maaş bordrolarında da şirketin oynama yaptığı, işçilerin çalışırken dahi temel ve tek geçim kaynağı olan ücretine bile müdahale edildiği de iddialar arasında.

Attar ailesi...

Yaşanan en zor zamanlar…

“Ailecek antidepresan kullanmaya başladık” diyor  Onur ve bir ölüme bir doğumun eşlik ettiği zor günleri anlatıyor:

“Yaşayabileceğimiz en zor zamanlardı. Ablam hamileydi, İstanbul’a doğum için yanına gittik, ablama söyleyemedik. Babamın vefatından iki gün sonra yeğenim dünyaya geldi. Sonra Mersin’e gittik cenaze için, ablama söylesek mi söylemesek mi sıkıntısı…

Tüm bunlar yetmiyor, babamızı kaybetmemişiz gibi bir de havalimanıda polisin tuhaf muamelesi ayrıca yıkıcı oldu.

Babamın vefatından sadece bir ay sonra bu kez dedem ‘salgın' nedeniyle yaşamını yitirdi.

Yıllardır bir dağ vardı, gidince insan ne yapacağını şaşırıyor. Üç kardeşiz, küçük kardeşim 12 yaşında, bunu ona anlatmak çok zordu.

Bir de bir başka yanı var bu sürecin. Biz babamızı yılda bir ay ancak görebiliyorduk. Hep yurt dışında şantiyelerde çalıştı. Çok fazla şey paylaşamamanın verdiği burukluk, gelecekte bunu telafi edeceğimiz günlere özlem. Hepsi kaldı öylece üzerimizde…”