Patlama sonrasında Lübnan'ı ne bekliyor?

Beyrut'taki patlama sonrasında hükümet istifa ederken, Lübnan'ın geleceğindeki temel belirleyen emperyalizmin dayattığı neoliberal dönüşüm programına halkın gösterdiği örgütlü tepki olacak.

Dış Haberler

Beyrut’taki patlama üzerine bakanlardan gelen bireysel istifalar önceki gün Hizbullah destekli Hasan Diyab hükümetinin istifasıyla sonuçlandı. Geçen yıl ekonomik krizin yol açtığı işsizlik ve kamu hizmetlerinin çöküşüne vergilerin eklenmesi, 17 Ekim’de bir halk ayaklanmasına yol açmış ve  Saad Hariri hükümetini düşürmüştü. Eylemlerin kesintisiz sürdüğü aylar boyunca yeni hükümet kurulamamıştı. IMF ve Dünya Bankası’nın bir kurtarma paketi için şart koştuğu neoliberal reform programına karşı Lübnan halkının gösterdiği tepki ve Hizbullah’ın siyasi ağırlığı, Ocak’ta ekonomik sorunları çözme iddiasında ılımlı teknokratlardan oluşan Diyab hükümetinin kurulmasına yol açmıştı. 

Ekonomik krizin bir genel halk ayaklanmasına dönüşmesinden önce, Lübnan Komünist Partisi’nin de rol oynadığı sınıfın örgütlü kesimlerine dayanan bir hareketlilik Lübnan’da varlık gösteriyordu. Ancak bunu aşan ve örgütsüz geniş bir kitleyi sokağa döken 17 Ekim hareketi, Batılı ülkeleri Lübnan’daki siyasi sistemi kendilerine daha uyumlu kılacak bir dönüşüme sokmak için harekete geçirdi. Ne var ki, ne Batılı ülkelerin yetenekleri ne hareketin kapsamı ne de Lübnan’daki siyasi yapı, sürecin bir emperyalist restorasyona evrilmesine imkan verdi. Lübnan’da yaşanan basit bir kaos değil birden fazla egemen kesimin inisiyatif almaya çalıştığı ancak sistemin derin meşruiyet krizi karşısında alternatif program sunamadığı bir pat durumuydu. 

Krizin çağrışımları: İç savaş ve sonrası

2019’da patlak veren ekonomik ve toplumsal çalkantı ile 1975-90 Lübnan iç savaşı arasında çeşitli bağlantılar kuranlar oldu. Bir yandan iç savaştan beri ilk defa bu kadar büyük bir kriz yaşanıyor, diğer taraftan iç savaşın Lübnan’ın yapısına sirayet etmiş sonuçları sorgulanıyordu. İç savaşta küçük ülkenin ayırt edici özelliği olan dini ve etnik çeşitliliği büyük yarılmalara sebep olmuştu. Fransız sömürgesiyken Hıristiyanlara ayrıcalık tanıyan siyasi yapı, iç savaş sonrası 1989 Taif Anlaşması’yla tüm dini ve mezhepsel gruplara dengeli siyasal temsiliyet tanıyan parçalı bir sistemle devam etmişti. Ancak Taif Anlaşması, aynı zamanda ülke ekonomisini Batı’ya ve Körfez petrol zenginliğine bağımlı kılan bir dönüşümünün miladı olmuştu. Türkiye’de Özal’ın dengi sayılabilecek Refik Hariri’nin öncülük ettiği bu dönüşümle emlak ve finans sermayesi zenginleşmişti. Şimdi patlamayla enkaza dönmüş Beyrut liman bölgesinin tarihi dokusu da esasen bu emlak ve finans zenginleşmesi döneminde bozuldu.  

Lübnan iç savaşı Sovyetler Birlği’nin Ortadoğu’da etkili olduğu bir dönemde başladı ve çözülmekte olduğu dönemde sonlandı. Ortadoğu’da Sovyet dostu Arap rejimlerinin güçlü olduğu bu evrede Filistindeki direniş ve solun karşısına Lübnan’da İsrail ve Batı destekli dinci ve milliyetçi gruplar çıkarıldı. İç savaştan sonra dağılmayan Lübnan Hizbullah’ı, Sovyetlerin ve bölgede solun güç kaybetmesi üzerine Lübnan’daki emekçi kesimler içerisinde etkisini artırdı. Yeni dönemde Hizbullah, ABD’nin sosyalizmin etkisini kaybettiği coğrafyayı biçimlendirme çabasında İran’la birlikte bir ayak bağına dönüştü.

Mezhepçilik sorunu ve Hizbullah

Son yılların krizi, Lübnan halkının mezhepçiliği bu neoliberal dönüşümle birlikte sorgulamasının önünü açtı. Bu kriz aynı zamanda Batılı emperyalistler tarafından Lübnan egemen sınıfının uyumsuz bir parçası olan Hizbullah’ını tasfiye etmek ve hizaya getirmek için bir fırsat olarak değerlendirilmeye çalışılıyor. Öte yandan ABD emperyalizmi ve İsrail’in bölgede istikrarlı bir proje üretmekte yine bu yıllarda sıkıntı çektiğini hesaba katmak gerekiyor. 2005’te Başbakan Refik Hariri suikastle öldürülmüş ve suikasttan Hizbullah sorumlu tutullarak ülke siyaseti ikiye yarılmıştı. Fakat İsrail’in 2006’da Lübnan’a yönelik saldırısı, Hizbullah direnişine bağlı olarak İsrail’in yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Hizbullah’un bu tarihten beri Lübnan ana akım siyasetinin parçası olduğu söylenebilir. 

2019’un hükümet krizinde Batılı emperyalistler, ellerinden geldiğince toplumsal tepkide Hizbullah’ın prestijini zayıflatmaya çalıştılar. Lübnan’da Batıya eklemlenme yanlısı sınıfsal ve ideolojik eğilimler kolaylıkla buna meyletti. Ancak yaygın toplumsal tepkinin konusu işsizlik ve yoksullaşmaydı. Lübnan’daki zenginler egemen siyasetçilerle birlikte hedef tahtasına yerleştirildiler. Lübnan’daki komünistlerin de pay sahibi olduğu tepkinin içeriği, sistemin Hizbullah’a indirgenmiş bir mezhepçilik suçlamasına sığmayacak şekilde sorgulanması potansiyelini taşıyor.

Patlama senaryoları ve sonuçları

Bu ortamda yaşanan liman patlaması, Lübnan’da inisiyatif almış her çevrenin kendisine göre bir senaryo yazmasına sebep oldu. Hizbullah taraftarlarına göre İsrail bölgede düzenlediği sabotajlara bir yenisi eklemişti; İsrail’e göre Hizbullah’ın limanda sakladığı mühimmat deposu patlamıştı; Batılılara göre yolsuzlukla malul Lübnan’daki yönetimin ihmalkârlığı patlamaya yol açmıştı… Ekonomik olduğu kadar askeri önem de taşıyan limanın, bölgesel bağlantıları açısından Hizbullah’ın mı, yoksa ekonomik hesaplarla Saad Hariri’nin atadığı bürokratların mı denetiminde olduğu konusunda çok zıt yorumlar yapıldı. 2005’te suikastle öldürülen Refik Harriri’nin katil zanlısı olarak Hizbullahçıların bu tarihlerde yargılanacak olması ile patlama arasında bağlantı kuruldu.

Tüm bu senaryoları aklımızın bir tarafında tutup Lübnan’da patlamanın sonuçlarına bakmak gerekiyor: Birincisi Fransa, eski sömürgesi olan ülke üzerinde güçlü bir inisiyatif kullandı ve çaresiz düşmüş Lübnan halkına Batı adına ‘el uzatmış’ oldu. Dolayısıyla senaryoların en kötüsü gerçekleşti ve Lübnan’da ‘yerli kötü yöneticilere karşı Avrupalı kurtarıcılara’ sarılma fotoğrafı verildi. İkincisi, patlama konusunda uluslararası soruşturma talebine Cumhurbaşkanı Avn ile Hizbullah destekli Diyab hükümetinin itirazı, hükümetin istifasıyla kırılmış oldu. Şimdi Batı’nın Lübnan’a vaat ettiği 298 milyon dolarlık yardım karşılığında Hizbullah’ın devlet içindeki etkisini zayıflatacak bir soruşturmayı yürütmeye çalışması beklenebilir. Üçüncüsü bu yardımın kullanılması için IMF ve Dünya Bankası’nın dayatacağı yönetsel ve ekonomik reformlar, zaten ekonomik zorluklar altında yaşayan Lübnan halkının daha ağır bir saldırıyla yüzleşmesi anlamına gelecektir. 

Geleceği belirleyecek karşılaşma

Fakat bu patlamanın bir başka sonucu da olabilir. Tam da ayaklanma arifesinde ve sonrasında Lübnan’da komünistlerin inisiyatif aldığı sınıf siyasetinin güç kazanma imkanı var. Herkesçe kullanılan kalıplarla ‘mezhepçi sistemi’ ve ‘siyaset sınıfı’ mahkum edilip yerine bir şeffaf demokrasi veya ulusal birlik kurma vaazı, acılı Lübnanlıların ne teskin edecek ne karnını doyuracaktır. Bunun bilinciyle Lübnan Komünist Partisi Lübnanlılar tarafından ‘devrim’ olarak nitelendirilen ayaklanmayı sürdürmeye ve 17 Ekim hareketinin değerlerine aykırı dış müdahalelere karşı tetikte olmaya çağırıyor. 

Geçen Cumartesi bakanlık binalarının işgal edildiği eylemler, yukarıda bahsettiğimiz senaryo yazarları tarafından çeşitli yönlere çekilmeye çalışılmıştı. Bir yerde Hizbullah liderinin boynuna ilmiğin bağlandığı resimler öne çıkarılıyor, bir başka yerde bakanlığı basanların yolsuzluk evraklarını imha ettiği ve eylemlerin bir komplo olduğu ima ediliyordu. Öte yandan Lübnan’da önümüzdeki dönem yaşanabilecek karşılaşmayı sembolize eden olay, Macron’un küstahça vermeye çalıştığı kurtarıcı fotoğrafını bozacak şekilde Lübnanlı komünistlerin Fransız Cumhurbaşkanı’nı protesto etmesiydi.