Orhan Kemal’i okumak

Fadime Uslu ölümünün 52. yıldönümünde yazar Orhan Kemal'i yazdı.

Fadime Uslu

“Ey insanoğlu, kendi ellerinle bozduğun toplum düzenini gene sen, kendi ellerinle düzeltip, kendin kuracaksın.” Orhan Kemal

Bugün, edebiyatımızda ustaların ustası olarak kabul edilen Orhan Kemal’in ölümünün ellinci yıl dönümü.
Yazıyla ilişkisini önce şiirle kurar Orhan Kemal. 1940 yılında yirmi altı yaşındayken Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanışması sanatında bir dönüm noktasıdır. Beş yıl hapis cezasına çarptırılmasının nedeni de Nâzım Hikmet’in kitaplarını okuması”dır. Büyük ozanın önerisiyle öyküye yazmaya başlar. Öyküde yetkinleştiğine, kaleminin keskinleştiğine kanaat getirdikten sonra da romana yönelir. “Hikâye bende romana geçişte bir merhale oldu,” der Orhan Kemal, “Kanaatimce küçük ve uzun hikâyelerde iyice bilenmeyen kalem, romanı zor yazar, yahut yazamaz.”1

Yirmi yıllık sanat hayatına öykü, roman, oyun, düzyazı türünde kırktan fazla eser sığdıran Orhan Kemal, ancak yaşamının son on yılında kalemiyle -kıt kanaat- geçimini sağlamıştır. Babası avukattır; Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu milletvekili, adalet bakanı olarak çalışmıştır. Adana’da “Ahali Cumhuriyet Fırka”sını (1930’da) kurmuş, Ahali adlı gazete çıkarmış; hükümete muhalefet ettiği için baskı göreceğini anlayınca Suriye’ye, oradan da Lübnan’a geçmiştir. Orhan Kemal de ortaokul üçüncü sınıfta babasının yanına gitmiş, Beyrut’ta onunla birlikte sürgün hayatı yaşamıştır. Bir basımevinde işçi olarak çalışan Orhan Kemal, o günleri ‘Baba Evi’ romanında anlatır. Adana’ya döndüğünde okula devam etmez. Bir süre herhangi bir işte çalışmaz. Bu dönemi de ‘Avare Yıllar’ adlı romanında anlatır. Bir pamuk fabrikasında kâtiplik, ambar memurluğu; cezaevi döneminden sonra da kısa bir süre sebze nakliyeciliği yapar. Verem Savaş Derneği, Bağ ve Bahçeler Derneği, Etıbbâ Odası gibi kuruluşlarda çalışır. Demokrat Parti iktidara geçince işine son verilir. 1950 yılında İstanbul’da dergilerde hikâyeleri, gazetelerde tefrika edildikten sonra da kitapları yayımlanır. Ayrıca geçimini sağlamak için film senaryoları da yazar. Gösteri Dergisi’nin 104. Sayısında (1989) Samim Kocagöz’ün açıklamasına göre; “Orhan Kemal, para sıkıntısı çektiğini bilen yayınevlerince hayatının sonuna kadar sömürülmüştür.”

1956 yılında yayımlanan ‘Arka Sokak’ adlı öykü kitabı dolayısıyla; bir ihbar üzerine “hücre çalışması ve komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla 1956 ve 1966’da iki defa tutuklanmış, ikisinde de beraat etmiştir. 2

Eserlerinin Ortak Yönü

Orhan Kemal öykü ve romanlarının her birinde birbirinden farklı atmosferler, hikâyeler, karakterler yaratsa da anlatıcı karakterin görme biçiminde değişmeyen bir iradeyi buluruz. Yazarın hikâyeyi kavrama refleksinde de karşımıza çıkan bu iradenin kaynağında sınıf bilinci, örgütlü toplumu kuracak olan insana inanç ve umut vardır. 

Yazar bir söyleşisinde, “İşçi sınıfı, köylü benim kaynağım, dayanağım olmuştur. Burjuvalaşmış teknik karşısında ezilen, yok olan insanlar benim insanlarım olmuştur,”3 der. ‘Arka Sokaklar’ kitabı dolayısıyla yargılanırken yargıç, neden hep konularını fakir fukaradan alıyorsun, diye sorduğunda, “Ben gerçekçi yazarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok,” demiştir.4

Orhan Kemal’in eser verdiği dönemin sanat eleştirisine bakışın kerteriz noktasındaki temel sorulardan biri, sanatçının sanat kaygısıyla mı sosyal kaygılarla mı yazdığıdır. Sanatçı toplumcu mudur, bireyci midir; eserinde hangi meseleyi anlatmış, hangi sınıfı konu edinmiştir? Bu sorular eleştirmenin, okurun, yazarın gündeminde olmuş, onların düşüncesini etkilemiştir. Sözgelimi 1956 yılında ‘Halka Yönelmek’ başlıklı denemesinde Erdal Öz, “Halka yönelen bir sanat bence işlemini yitirmiştir,” diyerek yazısına başlar. Gerçekliği öznel ve nesnel bağlamında değerlendirdikten sonra, “iç yaşantıları veremeyen nesnel bir gerçeklik, eksik bir gerçekliktir,” der. Edebiyatımızda “Halka yönelmeyi isteyenler, öyle sanıyorum ki, yazınımızı bir dış davranış yazını biçimine sokmuşlar ve eksik kalmışlardır,” demektedir.5

Yazarın ele aldığı karakterin kimliği, onun hangi sınıftan olduğu, karakterin özellikleri gibi maddeler söz konusu sorularla doğrudan bağlantılı değildir. O karakterin nasıl davrandığı, ne anlattığı, kısacası konunun ne olduğu tek başına eserin toplumcu mu, bireyci mi olduğunu belirlemez. Edebiyat yapıtına sorulacak sorular başkadır. Yazar, karakterin gerçekliğini oluştururken hangi göz hizasından ona bakmıştır? Her eserde anlatıcının bir iktidarı vardır. Anlatıcı, karakterine tepeden mi bakmıştır; onu karşısına mı almış, yanında mı bulunmuş, içeriden mi bakmıştır? İktidarını dayatmış mıdır? İktidarı karakterler, okur ve hikâye arasında paylaşmış mıdır? Yazarın ele aldığı meseleyle arasındaki mesafe nedir? Bu soruları sormak da yetmez. Karakterleriyle birlikte olay ve durumun bağlantı kanallarını nasıl inşa etmiştir yazar? Eserin meselesine göre yeni bir dil kurabilmiş midir? İşçiyi anlatırken anlattığı meselenin özüne yönelik yepyeni bir estetik geliştirebilmiş midir? 

Halka yönelen Orhan Kemal, başta kült kitabı ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ olmak üzere ‘Arkadaş Islıkları’, ‘Avare Yıllar’, ‘Önce Ekmek’, ‘Kardeş Payı’, ‘Eskici ve Oğulları’ kitaplarıyla bireyin iç dünyasındaki gerçekliği dış koşulların gerçekliğiyle bütünleştirmiştir. Bireye bakışında Dostoyevski’nin izlerini de görebiliriz. Ancak Orhan Kemal,  Dostoyevski gibi olay ve durumu karakterlerin farklı yönlerini gösterebilmek için uzun betimler yapmaz; kişinin çevresine ördüğü kabuğu kaldırıp içindeki bilgiyi, karşıt özellikleri, çelişkiyi ortaya koyma sorununu diyalogla çözümler. Orhan Kemal hikâyelerinin atmosferini dille kurar. Kısa öykülerinde zaman ve mekânı kısaca, okurun gözünde canlanabilecek biçimde çizdikten sonra karakteri devreye girer. Karakterin konuşmasıyla, davranışlarıyla onun iç dünyası, çevresi, yaşadığı koşullar, içinde bulunduğu dış gerçeklik bir anda kuruluverir. Çok iyi bildiği Çukurova’yı anlatmaz sadece. Çukurova şivesi kadar Trakya şivesine de hâkimdir sözgelimi. Karakterin dili öyküsünün dil aurasını biçimler. Dil dediğimizde seçilen sözcüklerden, cümlelerin düzeni, birbirleriyle uyumundaki estetik yapıdan söz etmiyoruz sadece. Dil bir bütündür; izlenimleri söylemeyle görme biçiminin kendisidir. Maksadın aynasında beliren maddedir. Maddeyi nasıl işlediği sanatçının bu dünyayı nasıl kavradığıyla ilgilidir. Orhan Kemal kişilerinin konuşma biçimleriyle, yarattığı atmosferle, söyledikleri sözlerle bu dünyanın iç ve dış gerçekliğini betimlemiş, kendinden sonraki kuşakları etkilemiştir. Etkilemeyi de sürdürecektir kanımca. 

  • 1. Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar? 1960, s.115.
  • 2. Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman 3, Dünya Kitapları, 2004, s.321.
  • 3. Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, Cem Yayınevi 1973, s.52.
  • 4. Yeni Adam, Nisan 1965
  • 5. Erdal Öz, a Dergisi 15 Mart 1956; Düşünüyorum Da Müthiş Bir Şey, Can 2016, s.29-30.