Norveç dilinden çevirileri hakkında Banu Gürsaler Syvertsen ile söyleştik

Norveççeden Türkçeye yaptığı çevirileriyle tanıdığımız Banu Gürsaler Syvertsen ile Kuzey ülkeleri edebiyatı, çeviri ve dil üzerine söyleştik.

Erkan Yıldız - Ezgi Yaman

Norveççeden Türkçeye yaptığı çevirileriyle tanıdığımız Banu Gürsaler Syvertsen ile Kuzey ülkeleri edebiyatı, çeviri ve dil üzerine söyleştik.

1991 Yılından bu yana Norveççeden Türkçeye çeviriler yapmaktasınız. Diyebiliriz ki Türkçe okuyabildiğimiz Norveç edebiyatı eserlerinin pek çoğunun çevirisi size ait. Öncelikle titiz, incelikli ve keyifle okunan çevirileriniz için teşekkürlerimizi teslim edelim. 30 yılı aşan çeviri yolculuğunuz nasıl başladı?

Ben de okurlara teşekkür ederek giriş yapayım o halde...1991 yılından beri sürdürdüğüm bu çalışmalarımda çoğunlukla kendim seçerek, kimi zaman yayınevinden gelen istek üzerine Norveççeden on beş kitap çevirdim 1980’lerin sonlarına doğru Cumhuriyet gazetesinin kitap eki olan Çerçeve dergisine Norveç edebiyatıyla ilgili yazılar yazıyordum. 1988 yılında Cumhuriyet Kültür Servisi’nde Celal Üster ve Mürşit Balabanlılar beni o yıllarda yepyeni bir yayınevi olan Ayrıntı yayınlarının kurucusu Ömer Faruk’la tanıştırdı. Ömer Faruk yayınevinin özelliğini “ayrıntılar önemlidir” şeklinde açıklıyor ve Norveç’ten de bir şeyler yapmak istediğini söylüyordu. Norveç’e döndükten sonra nasıl özgün bir kitap bulabilirim diye düşündüm. 1970’li yıllarda Ingvar Ambjørnsen Norveç edebiyatında kendine çok özel bir yer edinmişti. Gençliğin marjinal kesimini anlatıyor, polisiye roman, çocuk kitapları ve gazete yazıları yazıyordu. Beyaz Zenciler isimli kitabı Norveç’te büyük ilgi uyandırmıştı, bir çevreyi ve bir dönemi iyi temsil ediyordu. Ben de kitabın konusunu ve kurgusunu çok sevmiştim. Ayrıntı Yayınları’yla Norveç edebiyatına başlarken bunun güzel bir giriş olacağını düşündüm ve böylelikle Türkiye’de marjinal edebiyatın ilk örneğini oluşturacak olan Beyaz Zenciler’ i çevirmeyi önerdim. Bu arada bir hoşluktan da söz edeyim, kitabın içini açarsanız kaleme aldığım önsözde Ingvar’ın bu kitabın satış haklarını mali gücü olmayan Türk yayıncısına bir adet lületaşı pipo karşılığında verdiğini okuyacaksınız.

Ancak Norveççe’ den çeviri serüvenim ilk burada başlamıyordu. Seksenli yıllarda Norveç’te radyo program yapımcı ve sunucusu olarak görev yapıyor, haber ve aktüalite bağlamında Türkçe İngilizce ve Norveççeyi aynı anda kullanıyordum.

Çocuk programlarımda yayınlamak üzere Norveç çocuk edebiyatını, folklorunu tarar, küçük çapta, yalnızca kendi programımda kullandığım için izinsiz çeviriler yapardım.

Teknik olarak ise ilk kitabın yazımı bir milat sayılabilir şöyle ki 1990 yılında Beyaz Zencileri çevirirken kısmen bilgisayara giriş yapmış kısmen de daktilo kullanmıştım, dolayısıyla elimde dijital tam bir metin bulunmuyor. 

Başka bir ülkede yaşarken Türkçe düşünme, okuma pratiğini canlı tutabilmenizin sırrı nedir? 

1980 yılından bu yana Norveç’te yaşıyorum. Norveççeyi öğrendiğim 1981 yılı yazında sevdiğim, ilgilendiğim için Norveççe roman okumaya başladım. İlk okuduğum kitap Tarjei Vesaas’un 1957 de yazdığı romanı “Fuglane” idi. 1984 yılında Norveç Radyo Televizyon Kurumu Türkçe Yayın Servisi’nde haberler, aktüalite, kültür ve çocuk programları yapmaya ve sunmaya başlamıştım. Norveçli yazarlar Türkiye’yi siyasal ya da kültürel çerçevede veya Türk göçmenlerini ilgilendiren konularda ele alıp, kitap ya da makaleler yazdıklarında, görüş bildirdiklerinde onlarla görüşürdüm. Yirmi beş yıllık yayıncılık hayatım boyunca Türkiye’yle de haber, aktüalite ve kültür konularında bağlantımı hiç kesmedim, buraya gelen ya da ben İstanbul’a giderek Türk sanatçılarımızla radyo röportajları yaptım. Edebiyat sevdiğim bir alan olduğu için de Türkiye’de yayımlanan kitapları izlemeye çalıştım, okudum, yazdım. Cumhuriyet gazetesinin Çerçeve dergisine Norveç edebiyatına ilişkin kitap yazıları yazdığımı belirtmiştim, sonraları Cumhuriyet Kitap’ ta ile bir süre bu yazılara devam ettim. Ana dilimden koptuğumu hiç hissetmedim. 1995 yılında düzenli internet bağlantım kuruldu, bu sayede ben de herkes gibi istediğim her an dünyanın her köşesinde, her dilde varlık gösterebiliyorum.

Norveç'te Bokmål (kitap dili) ve Nynorsk (Yeni Norveççe) olmak üzere iki resmi yazı dili kabul edilmiş. Son çevirinizin çeviri notunda Danca'nın elitlerin dili olduğunu ve Yeni Norveççe yazmanın ilericiler tarafından tercih edildiği belirtmişsiniz. İki dil arasındaki farklar ve toplumsal hayattaki karşılıkları üzerine neler söylersiniz?

Norveççe’ de Bokmål ve Nynorsk şeklinde iki resmi dil bulunmasının geçmişi 19. Yüzyıla gidiyor. 14. ila 19. yüzyıllar arasında Danimarka-Norveç Krallığı şeklinde yönetilen ülkenin yazı dili Danca idi ve bu dil eğitimli elit kitle tarafından okunup yazılmaktaydı. 1814 yılında Danimarka’dan bağımsızlığını ilan ederek İsveç ile birlik oluşmasını takiben ulusal bir dil arayışları güçlendi. Vatan şairi olmak bağlamında bize Namık Kemal’ i çağrıştıran şair Henrik Wegeland eserlerinde bağımsız bir Norveççeyi savundu. Dilde reformalar 20. yüzyılın başında devam etti, bir başka ünlü şair Bjørnstjerne Bjørnson Riksmål (devlet dili) hareketini başlattı. Riksmål süreç içinde şivelerden kelimeler alarak ve Danca kelimeleri tamamen atarak kendini geliştirdi, böylelikle kitap dili anlamına gelen Bokmål oluşturuldu. Ülke nüfusunun yüzde seksen beş ila doksanı yazı dili olarak Bokmål kullanıyor.

Yeni Norveççe (Nynorsk) ise ülkenin çeşitli yörelerinde konuşulan farklı şivelerin (Norveç coğrafyasında birbirinden dağlar ve fiyortlarla ayrılmış, merkezle bağlantısı kopuk pek çok köy, kasaba olduğundan buralarda konuşulan şiveler de farklılıklar göstermektedir) birleştirilerek standart hale getirilmesiyle oluşmuştur. Norveç dilbiliminin kurucusu sayılan Ivar Aasen 1840’lı yıllarda ülkeyi dolaşıp şiveleri yazıya geçirdi, 1853 yılında Landsmål (memleketin dili anlamında) olarak bilinen bu dilin dilbilgisi kurallarını içeren temel kitabı yayımladı. Norveç Parlamentosu 1929 yılında Landsmål yerine Nynorsk, Riksmål yerine Bokmål denilmesini karar bağladı. 

Günümüzde şiveyle konuşan halk kendi şivelerine daha uygun düşen bu Nynorsk yazım kuralları çerçevesinde yazmayı tercih etmekte, okulda bu dili okuyabilmektedir, ülkede yasaların, resmi evrakların ve duyuruların birbirinden çok da farklı olmayan bu iki dilde de yazılması zorunludur. İlk, orta ve lise eğitim programlarında zorunlu bazen de seçmeli Nynorsk dersi bulunmaktadır. 1970 li yıllardan itibaren kendi yöresinin şivesiyle konuşmak aydınlar arasında ilericilik hareketinin bir parçası olarak görülmüş, Norveç Radyo Televizyon Kurumu yayın dilinin yüzde yirmi beşini Nynorsk olarak gerçekleştirmekle görevlendirilmiştir. Şive konuşan ve Nynorsk yazan yazarlar, gazeteciler, oyuncular bunu kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak görür ve çok önemserler. Her iki dil için de ayrı ayrı Dil Ödülleri verilmektedir. Bazı iller ve belediyeler resmi dillerini Nynorsk olarak açıklamış olup, ülkedeki 356 belediyeden 90’ı resmi dilini Nynorsk, 118’i Bokmål, geri kalanı da dil tercihi olmayan belediye şeklinde kayıtlara geçmiştir. Ülke nüfusunun yüzde on ila on beşi yazı biçimi olarak Nynorsk’ u kullanmaktadır.

Norveç edebiyatı eserlerinden dünya edebiyatının parçası haline gelen pek çok yazar var. Bu metinler için Norveççe yazılmaları dışında ortak bir paydadan söz etmek mümkün mü?

Norveç edebiyatının dünyaya açılması olgusu kuzey ülkeleri polisiyesine duyulan ilgi ile başladı. “Nordic crime thrillers” ya da “Nordic Noir” olarak literatüre geçen bu türü okumaktan hoşlanmıyorum ancak şöyle bir varsayımda bulunabilirim. Bu romanların psikolojik yaklaşımlarıyla ünlenen heyecan verici romanlar olduğu biliniyor. Polisiyedeki ana karakterlerin ruhsal yapılarındaki zayıflıklar, aile sorunları, çocukluk travmaları, toplumsal konumlarındaki eğretilikleri gibi özellikleri ve dil kullanımlarıyla klasik polisiyeden farklı oldukları için tüm dünyada bu türe yeni bir soluk getirdiklerinden söz ediliyor.

Norveç edebiyatı yerine daha genel olarak kuzey ülkeleri edebiyatı diyelim isterseniz; bu eserler coğrafyanın çok “egzotik”, çok farklı olması (örneğin Danimarka’lı Peter Hoeg’in Grönland’ da geçen romanı Bayan Smilla’nın Kar Duygusu, 1994), karakterlerin yalnızlık ve kırılganlığı (Norveç’ten Tarjei Vesaas’un Kuşlar), marjinal yaşamlara bir mercek tutmuş olmak (Norveç’ten Ingvar Ambjørnsen Beyaz Zenciler ve diğerleri),  roman yazılabileceği düşünülmemiş bir alanda yazmak (örneğin orta yaşlı bir felsefecinin on dört yaşında bir kıza bütün bir felsefe tarihini çok ilginç bir biçimde tanıtması- Norveçli Jostein Gaarder’ın çoksatar romanı “Sofi’nin Dünyası” 1991) ya da yabancı okurların aşina olmadığı insan ilişkilerini, yaşamları,  toplumsal ilişkileri yansıtması ve yansıtırken kullandığı anlatım biçimi (özel hayatını ayrıntılarıyla anlatan Norveçli Karl Ove Knausgård’ ın “Kavgam” otobiyografik roman serisi) gibi nedenlerle dünya edebiyatında bir ilgi alanı oluşturuyor sayılabilir.

Dag Solstad ve Per Peterson Türkiyeli okur tarafından ilgiyle takip ediliyor. Her iki yazarın kitaplarında da depresif, mutsuz insan tipleri sıklıkla karşımıza çıkıyor. Eserlerdeki bu karakterlere bakarak Norveç toplumuna ilişkin genellemeler yapmak bizleri yanıltır mı sizce?

Genellemeler daima yanıltıcıdır. Ne var ki dünya üzerinde hepimiz nüansları değişebilse de çok benzer sorunlar yaşıyoruz. Norveç edebiyatı yapıtları zengin, iyi örgütlenmiş ve yumuşak toplumlarda (bu tanım Norveçli polisiye yazarı Jo Nesbø’ ye aittir) geçiyor ve sosyal refah devletinin bilinmeyen arka bahçesini göstermesi açısından ilginç sayılabiliyor. Ancak Norveç toplumu da homojen değil (hatta son kırk elli yıl içinde zenginleşmiş bir toplum, bu konuyu Dag Solstad Lise Öğretmeni Pedersen kitabında müthiş aydınlatıcı bir biçimde anlatmaktadır) birkaç büyük kent dışında periferide yer alan yüzlerce, binlerce yerleşim birimi ve buralarda göreceli olarak daha izole yaşamlar süren insanlar var. Onların da bizlerden pek farklı olmayan sevinçleri, dertleri var, boğuştukları sosyal problemleri var. Bunlar alkolizm olabilir, geçmişte yaşadıkları ensest hikayeleri olabilir, boşanma travmaları olabilir, bireyin ruh ve akıl sağlığını yitirmesi olabilir, genç kadınların vücutlarını zayıf ya da şişman olarak takıntılı algılamaları sorunu olabilir. Selma Lønning Aarø'nün Elvira Madigan’ın Kayıp Parmağı kitabındaki Helen ikinci kadındır yani metrestir, geçtiği yer 1970 ’lerden beri cinsel özgürlüğün yaşandığı, normları farklı bir İskandinav ülkesidir, ancak bu “yerel” hikâyede ortaya konan psikoz, hamile kaldığında çocuğunu doğurup doğurmama ikilemi yerelden evrensele bir köprü kurar. Ingvar Ambjørnsen’den çevirdiğim Beyaz Zenciler’in karakterleri Oslo’nun belli bir kesimine ait insanlara has özellikler taşır. Ingvar’ın beş kitabını çevirdim, hepsi ayrıksı, herkesten daha farklı duran karakterlerdi, bir anlamda da Norveç toplumunun yarattığı “özel” insanlardı bunlar. Levi Henriksen’in Kar Yağacak romanının kahramanı içinden çıktığı dini cemaatin ve Norveç taşrasının damgasını taşır. Görüldüğü gibi bunlar hem yerel hem de evrensel dertler olduğundan sanatçılar her toplumda bu konulara eğilirler.

İnsanı hep iyi vakit geçirir, çok eğlenir olarak anlatan ve hep mutlu sonla biten kitaplar sanırım sadece pembe dizilerde var. Norveç’te bunlara “gazete bayilerinde satılan edebiyat” veya “eğlence edebiyatı deniyor” ki onlar da konumuz dışı. 

Kuşkusuz bütün çevirileriniz sizin için benzer bir değere sahiptir; ama yine de “bu kitap çevirilerim arasında benim en benimsediğim kitap oldu.” dediğiniz birisi var mı?

Dag Solstad ile başlayayım, yukarıda değindiğim gibi kendisi Maoist dünya görüşünü savunan bir partili olarak 1983 yılında yazdığı kitabında Norveç toplumunun eskiden yeniye geçişini çok iyi anlatmış ve analiz etmişti. Yirmiye yakın eser vermiş olan Solstad’ nın Türkçe’ ye çevirdiğim her iki kitabını da aydın bir kafanın yazdığı iyi ve okunası kitaplar olarak görüyorum. Bir örnek de tarihi metinlerden vereyim. 1993 yılında Knut Hamsun ve Hans Christian Andersen gibi iki farklı kuzeyli yazarın yaklaşık elli yıl ara ile kaleme aldıkları Türkiye gezi notlarını İstanbul’da İki İskandinav Seyyah adı altında birleştirip, çevirdim. Bu kitabı bir İstanbul kitabı olarak çok önemsiyorum. Kitap yeni baskılar yapıyor ve şu an piyasada bulunuyor. Axel Jensen’den çevirdiğim 1956 yılında yazılmış Ikarus romanında bir genç adamın hayatın anlamını ve yaşamda kendi yerini arayış mücadelesi var, bu iç mücadeleyle Türkiye’de pek tanınmayan Kuzey Afrika ve Sahra coğrafyası, kültürü, adetleri birbirine geçmiş olarak veriliyor ki benim genç insanlara önereceğim bir kitaptır. Voltaire ile Emilie du Chatelet, arasında bilim sevgisiyle başlayan ve on altı yıl süren aşkını anlatan Margit Walsø’ nün Sevgili Voltaire romanı güzeldir. Son olarak Hilde Østby’ nün Aşk ve Özlem Ansiklopedisi’ ne değineyim. Ansiklopedik maddeler şeklinde yazılmış olduğundan metne girip-tamamlayıp-çıkmak çok kolay oluyor, hem temaların çeşitliliği ve verdiği “aldatmaca, yalan bilgiler” okuru çok eğlendiriyor hem de gerçeğini, aslında kimden söz edilmekte olduğunu merak ettirerek başka okumalara sevk ediyor.

Norveç edebiyatı ile ilgilenen okura başlangıç için hangi kitapları önerirsiniz?

Henrik İbsen, Knut Hamsun, Tarjei Vesaas gibi klasikleri öneriyorum ilkin, yalnız maalesef piyasada bu çok ünlü yazarlardan yarım yüzyıl önce yapılmış çeviriler var ve yayınevleri bunları yenilemeye yanaşmıyorlar (Vesaas’ un modern bir çevirisi yapıldı). Bazı Norveçli yazarlar da İngilizce üzerinden çevriliyor, geçenlerde Norveç’ in Halide Edip’i diyebileceğim bir klasik romancının, Sigrid Undset’in Bir İhanetin Romanı isimli kitabının hem de benim çeviri verdiğim bir yayınevi tarafından (eskidir, telifi ücret yok mantığından hareketle sanıyorum) İngilizce’den çevirtilip yayınlandığını hayretle fark ettim. Benim ve diğer çevirmen arkadaşların çevirdikleri yazarlar Dag Solstad, Ingvar Ambjørnsen Per Petterson, Levi Henriksen, Axel Jensen, Erlend Loe, Karl Ove Knausgård, Lars Saabye Christiansen, Roy Jakobsen, Jostein Gaarder, Linn Ullman, Jon Fosse, Erik Fossnes-Hansen, Thorvald Steen ülkemizde tanınıyorlar, daha da fazla okunsunlar isterim elbette. 

Yayınevlerinin, eserlerin kronolojik seçki ya da niteliğinden azade yüksek satış potansiyeline göre çeviri yaptırma politikaları okur gözüyle baktığımızda oldukça sıkıntılı bir durum. Yazarın serüvenini, uğraklarını, eğer şanslıysak, tüm eserleri çevrildikten sonra yakalama şansına sahip oluyoruz. Peki yayınevlerinin bu tercihleri çevirmeni de zorlamıyor mu? Yoksa çevirmen için yazarın bir bütün olarak edebiyat serüveni o kadar da önemli değil mi?

Yayın haklarının satılması istenen kitaplar da tıpkı diğer metalar gibi yayınevleri tarafından piyasa durumu göz önünde bulundurularak özenle seçiliyor, web sayfalarında ve fuarlarda şık biçimde sergileniyor. Yayınevleri kitap yayımlama politikaları uyarınca bir miktar çok satan yayınlayıp böylelikle az satanları finanse etmeye çalışsalar bile fuarda kimleri niçin öne çıkaracaklarını iyi hesaplıyorlar. Günün mantığı buraya geldi. Bir de ajansların son yirmi yılda çok gelişip güçlenmesiyle bir “seçici kurul” aşaması daha eklendi bu sürece. Bunun olumlu yönleri çok, bütün dünyada ajanslar derslerini iyi çalışıp, önemli kitapların yayın haklarını satın alarak onları yerel okurlarla buluşturma gibi güzel bir işlev üstlendiler. Ancak seçici sözcüğünü özellikle kullandım, piyasa, yayınevinin teşviki, kitabın yayınlandığı ülkenin resmi mali destek politikası, ‘çalıştığım hangi yayınevine önerebilirim bunu’ ve benzeri pek çok kriter var bu seçimin sonucunu belirleyen. Norveç Norveçsen isimli yazarın on beş ciltlik bütün eserlerinin yayın hakkını almak şeklinde bir riske girmek istemiyor kimse. Yani kitaplar XYZ yayınevine ulaşmadan pek çok eleklerden geçiyor. Bir de ödülü yazarları, ödül kazanma olasılığı olan yazarları kapışma telaşı oluyor. Ayrıca kimse ölmüş gitmiş yazarları keşfetmek, canlandırmaktan yana değil. Çok eski bir tarihte bu dünyada olmayan bir kadın yazarımızı çevirmek arzusuyla bir Norveç yayınevine başvurmuştum, yaşayan ve de bizzat gelip kitabının tanıtımını yapabilecek yazarların tercih nedeni olduğunu açıkça söylemişlerdi. Yazarın karizma faktörü de çeviri haklarının satılması ve alınması sürecini etkiliyor. Çevirmen açısından cevaplayacak olursam az tanınan edebiyatları temsil edebilecek kitapları seçmekte o dili ve edebiyatını bilen çevirmenin görüşüne daha sık başvurulsa iyi olur diyorum.

Son olarak Nâzım Hikmet çevirilerine değinmek isteriz. Nâzım Hikmet’i Norveççeye çevirmiş, televizyona ve sahneye uyarlamışsınız. Nâzım Hikmet tercihinizin sebeplerini ve okur/izleyiciler tarafından geri dönüşleri bizimle paylaşır mısınız?

Radyoda çocuk programları yaptığım yıllarda Sevdalı Bulut’u Norveççeye çevirmiştim, sonrasında animasyon film olarak Norveç televizyonunda yayınlandı, filmi arşivime alamadım. Ama bunlar 1980 sonları, öyle eski tarihler ki Google’da aratınca bulamayacağınız için haliyle artık mevcut değiller... Nazım’dan şiir seçkisi ise daha da eskiye seksenlerin ortalarına giden bir proje. Aschehoug yayınevi nasıl bir kararla buna başladı bilemiyorum. Bir başkası tarafından yapılmış ilk çevirilerin çoğu Nazım’ın mücadele şiirleriydi ve proje yarım kalmıştı. Benden devamı istenince aşk ve özlem şiirlerinin eksik kaldığını, bunlarla tamamlamamız gerektiğini düşündüm. Merhum şair Johanna Schwartz ile çok iyi bir çalışma yaptık, şiirleri o Norveççe yeniden yazdı diyebilirim. Ülkemizde şekillenmekte olan konjonktür gereğince kapağa yalnızca Türk ve Norveçli şairin adını yazdık, biz iki çevirmen isimlerimizin baş harfleriyle kitapta varız. Muhtemelen Google’a göre de yokuz zaten. Herkese bol kitaplı günler dilerim